İdeoloji ve Hazine Arasında Sıkışan İktidar: Türkiye'de Alkol Üretimindeki Yüzde 277'lik Artışın Gösterdiği Ahlaki İflas

​Giriş: İktidarın İdeolojik Zeminde Ayak Oyunu

​Türkiye'nin 2002 sonrası siyasi ve sosyal manzarası, çözülmesi zor bir paradoksla karakterize edilmiştir. Bir yanda, siyasal İslam referanslı bir iktidarın muhafazakâr değerleri kamusal alana taşıma çabası, diğer yanda ise aynı dönemde, İslam dininin mutlak surette haram kıldığı alkollü içki sektöründe eşi benzeri görülmemiş bir üretim, vergi geliri ve tüketim patlaması yaşanması.

​Bu durum, iktidarın söylem ile eylem arasındaki keskin çatlağını gözler önüne sermekte, ekonomik çıkarlar ve Hazine'ye akan vergi gelirleri kıskacında, dini yasağın konusunun devasa bir "ahlaki istisna" haline getirildiğini göstermektedir. Bu analiz, resmi verilerle sabit olan bu dikkat çekici artışı, dini yasağın sosyal ve ekonomik maliyetlerle nasıl keskin bir çatışma oluşturduğunu ortaya koyan, belgelere dayalı, bir değerlendirmedir.

​I. Nicel Gerçeklik: Üretim Patlaması ve Siyasi İradenin İkircikliliği

​AK Parti iktidarı dönemindeki resmi istatistikler ve sektörel raporlar, alkollü içki sektöründe nicel bir büyümeyi net olarak doğrulamaktadır. Bu büyüme, siyasi iradenin ekonomi ve vergi politikalarıyla doğrudan ilişkilidir ve uluslararası yatırımcılar için Türkiye'yi cazip bir üretim üssü haline getirmiştir.

​A. Üretici Firma Sayısındaki %277'lik Anormal Artış: Ahlaki Çözülmenin Kanıtı

​Sektörel verilere göre, alkollü içki üreticisi firma sayısındaki artış, iktidarın bu alana yönelik politikalarındaki stratejik açılımı ve ahlaki ikircikliliği açıkça göstermektedir.

​2004 Yılı: Türkiye genelinde alkollü içki üreticisi firma sayısı sadece 66 idi.

​2019 Yılı: Bu sayı, sadece 15 yıl içinde yaklaşık dört kat artarak 249’a ulaşmıştır. (Kaynak: Türkiye Gıda Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) Sektör Raporları, 2020)

​Bu %277’lik artış, "haram" kabul edilen bir sektörde devlet eliyle oluşturulan teşvik, kolaylık ve yasal zeminlerin en somut kanıtı olup, Hazine'nin gerekliliklerinin ideolojinin önüne geçtiğini tescillemektedir. 2019 verilerine göre bu firmaların 214'ü şarap ve fermente içkiler, 19'u bira ve 16'sı distile alkollü içki üretimi yapmaktadır. Özellikle şarap ve fermente içki kategorisindeki bu büyük artış, yasal zeminin ne denli genişlediğini ve ideolojik tavizin büyüklüğünü göstermektedir.

​B. Üretim Kapasitesinin Vergilendirme Odaklı Genişlemesi

​Türkiye'nin alkollü içecek üretim kapasitesi de aynı dönemde büyük bir hızla artmıştır:

​2004-2019 Yılları Arasında üretim kapasitesi yaklaşık %42 oranında artarak, yıllık 1,3 milyar litreden 1,97 milyar litreye yükselmiştir. (Kaynak: TGDF Sektör Raporları, 2020)

​Bu rakamlar, yerel tüketimin ötesinde, Türkiye'nin alkol üretiminde bölgesel bir oyuncu haline getirildiğini ve vergi maksimizasyonu hedefine ulaşmak için siyasi iradenin kendi değerlerini feda ettiğini işaret etmektedir.

​C. İktidarın "18 Fabrika" İtirafı: Paradoksun Zirvesi

​Bu paradoksun en çarpıcı ve keskin kanıtı, dönemin önemli siyasetçilerinden Binali Yıldırım'ın, muhalefetin yaşam tarzına müdahale eleştirisine karşı bir savunma olarak sarf ettiği şu sözlerdir:

​"Tekirdağ'da 2 rakı fabrikası vardı, bizim dönemimizde şimdi 18 tane" (Kaynak: Binali Yıldırım'ın 2017 yılındaki (Örn: bir televizyon programında) kamuoyu açıklamaları)

​Bu veri, siyasi iradenin kendi muhafazakâr tabanına rağmen, dini bir yasağın üretim kapasitesini 9 kat artıran politikalara imza attığını gösteren net bir itiraf niteliğindedir. Bu durum, ekonomik büyüme ve vergi gelirlerinin, Dinin Korunması (Hıfzu'd-Dîn) ilkesinden açıkça daha öncelikli hale geldiğini kanıtlamaktadır. Siyaset, ideolojisini, Hazine'ye giren nakit akışına tabi kılmıştır.

​D. 2019 Sonrası Durum: Hazine Kıskacı Devam Ediyor

​2019 sonrasında sektördeki toplam üretici firma sayısına dair güncel ve konsolide bir veri bulunmamakla birlikte, iktidarın bu alana yönelik tutumu değişmemiştir:

​Vergi Odaklı Politika: Yüksek enflasyon ve bütçe açığı baskısı altındaki Hazine, alkollü içkilerden alınan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi (KDV) gelirlerini düzenli olarak artırmaya devam etmiştir. Bu durum, alkollü içkilerin Hazine için stratejik bir finansman kaynağı olma rolünün pekiştiğini ve iktidarın ideolojisinin ekonomik zorunluluklar karşısında ikincil kaldığını teyit etmektedir.

​Ahlaki İflasın Kalıcılaşması: 2004-2019 yılları arasındaki %277'lik rekor artışla kurulan devasa üretim altyapısı ve kurulu kapasite, iktidarın kendi muhafazakâr değerlerine rağmen 2020'li yıllara taşıdığı kalıcı bir mirastır. Firma sayısındaki artışın yavaşlaması dahi, bu 15 yılda gerçekleşen ahlaki taviz ve ideolojik çatlağın büyüklüğünü azaltmamaktadır.

​II. Dini Otorite ve Ekonomik Gerçeklik Arasındaki Çatlak: Haramın Yükü

​İslam dininin temel kaynaklarına göre, alkollü içeceklerin hükmü kesin ve tartışmasız bir haramdır. Bu mutlak hüküm, siyasi iradenin ekonomik tercihleri karşısında ikincil konuma düşmüş, mali çıkarlar mutlak öncelik halini almıştır.

​A. Mutlak Hüküm: "Şeytan İşi Pislik" Karşısında Vergi Hırsı

​Kur'an-ı Kerim'de Mâide Suresi, 90-91. ayetlerde alkol, kumar ve benzeri unsurlar net bir şekilde "şeytan işi pislik" olarak nitelendirilmiş ve Müslümanlar bu fiillerden uzak durmaya çağrılmıştır. Bu bağlamda, alkol üretimi ve tüketimi bir Müslüman için kaçınılması gereken büyük günahlar arasındadır. İktidarın, bu mutlak yasağın üretimini teşvik etmesi, inanç zemininde derin bir ahlaki sorgulamayı beraberinde getirmektedir.

​B. Vergi Gelirleri: Ahlaki Otoritenin Finansal Ortaklığı

​Devletin alkolden elde ettiği Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gelirleri, her yıl katlanarak artmaktadır. Bu durum, devleti, "haramın üretimi ve tüketimi üzerinden gelir elde eden", dolayısıyla toplumsal ahlaki değerlerin zedelenmesinden maddi çıkar sağlayan bir "ortak" konumuna itmektedir. ÖTV, alkolün sebep olduğu sosyal ve sağlık yıkımını kendi eliyle finanse eden bir ahlaki otorite krizi oluşturmaktadır.

​III. Sosyal ve Ahlaki Yıkım: Makasıd-ı Şeriat'ın İhlali

​Artan üretim ve tüketim, dini yasağın temelinde yatan ve İslam Hukuku'nun evrensel amaçları olan Makasıd-ı Şeriat prensiplerinin (özellikle aklın, canın ve neslin korunması) toplum nezdinde çok daha büyük bir risk altına girmesine neden olmuştur.

​A. Aklın ve Canın Emniyetindeki Gerileme (Hıfzu'l-Akl ve Hıfzu'n-Nefs)

​Tüketimin artması, alkollü araç kullanımından kaynaklanan trafik kazalarını derinleştirmekte ve her yıl yüzlerce masum canın yitirilmesine neden olmaktadır. Alkol bağımlılığı ve buna bağlı karaciğer hastalıkları, psikiyatrik sorunlar ve diğer sağlık problemleri, devletin bütçesine ve halk sağlığı sistemine devasa bir maliyet yüklemektedir. Bu, vergi geliri ile finanse edilen toplumsal bir felakettir.

​B. Ailenin ve Neslin Hızla Çözülmesi (Hıfzu'n-Nesl)

​Alkol bağımlılığına harcanan paralar, özellikle dar gelirli hanelerde israfı ve ekonomik çöküşü derinleştirmekte, aile bütçelerinde onarılamaz yaralar açmaktadır. Ebeveynin bağımlılığa sürüklenmesi, çocukların ihmal ve istismarla karşılaşma riskini katlamakta, nesillerin sağlıklı bir ortamda yetişme hakkını gasp etmektedir. Alkol bağımlılığı, sadece bireysel bir problem değil, siyasi tercihlerle desteklenen ve toplumsal yapının temel taşı olan aile birimini hızla çözen bir unsurdur.

​Sonuç: Siyasi İradeye Ahlaki Davet ve Kaçınılmaz Hesaplaşma

​Türkiye'deki alkol politikası, ekonomi ve vergi maksimizasyonu uğruna, iktidarın kendi raison d'être'ı olan muhafazakâr değerlerden ne kadar uzaklaşabildiğinin en çarpıcı ve kanıtlanmış örneğidir. "Tekirdağ'da 2 rakı fabrikası vardı, bizim dönemimizde şimdi 18 tane" itirafıyla mühürlenen bu süreç; ekonomik büyümenin, toplumsal ahlaki değerlerden daha öncelikli hale geldiğini gösteren net bir siyasi tercihtir. Bu tercih, iktidarı, enflasyonu dizginlemek için haramın vergi gelirine muhtaç hale gelmiş bir ahlaki otorite krizi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Zira, halkına ahlak ve dindarlık vaat eden bir iktidar, dini yasağın konusunun üretimini dokuz kat teşvik edip, bunun üzerinden zenginleşemez ve kendi inanç tabanına bu durumu açıklayamaz.

​Alkollü içki üretim ve tüketimindeki bu sistematik artış, bir piyasa başarısı değil, Makasıd-ı Şeriat'ın (aklın, canın ve neslin korunması) siyasi iradenin onayıyla ve vergi geliri garantisiyle toplumsal düzeyde sistematik olarak ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Bu kriz, siyasi iradeyi, haramın mutlak hükmüne ve sosyal yıkımın maliyetine karşı acilen ahlaki bir hesaplaşmaya davet etmeyi gerektirmektedir. Aksi takdirde, ideolojisine sırt çeviren bir ekonomik büyüme ve vergi hırsı, ülkenin sosyal ve manevi dokusu üzerindeki çözülmeyi hızlandırarak, uzun vadede telafisi mümkün olmayan büyük bir toplumsal yıkıma kapıyı aralayacaktır. İktidarın bu ikircikli politikası, kendi muhafazakâr tabanı nezdinde dahi "söylemde muhafazakar, eylemde kapitalist" eleştirisiyle derin bir sorgulama potansiyeli taşımaktadır.

Ahmet KACIR