Gül Şehri'nde Gül Bulamamak

Bazı yollar kaderin cilvesidir, bazıları da arkadaş tavsiyesi... Benimki ikisinin karışımı. Herkesin "Mutlaka gitmelisin!" dediği o yere düştü yolum: Gül diyarı, aşkın kokusuyla sarhoş eden, her adımda pembe yapraklar arasında yürüyeceğim sanılan Isparta!

Gittim.

Beklentim büyük, çünkü adı bile büyülü: Gül Şehri. Hani insan diyor ki, "Burada burnumun direği kırılır artık kokudan!" Ama nafile... Şehre adımımı attım, burnumda bir tek egzoz kokusu. Gül mü? Gülmek gibi bir şey sanırım burada...

Yine de umudu kesmedim, “Belki merkezde bir gül denizi vardır,” dedim. Google haritaları bile umutlu görünüyordu. Ve sonunda, bir cadde... Evet, gül vardı! Pembe pembe... ama bir sorun var: Güller biraz fazla mükemmel. Meğersem onlar da "kalıcı" çıkmış, plastiğin dayanıklı güzelliği. Gerçek güllerden çok ömürleri varmış ama duyguları yok...

O an anladım: Isparta’da en gerçek şey, gülün ironisi. Gül var ama kokusu yok, güzelliği var ama ruhu yok. Her şey çok "düzenli", çok "turistik". Duygular dondurulmuş gibi, yalnızca vitrinlerde yaşıyor.

İşte böylece, gül şehrinde gülsüz kaldım. Ama yine de kazançlıyım — ironiyle beslenen kalemime şahane bir hikâye düştü.

Ve belki de asıl gül, bu çelişkinin ta kendisiydi.