ÇÖZÜMSÜZLÜK ÇÖZÜMÜ

64 yıllık bir macera.

Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek için 1959 yılında müracaat etmiş. O tarihten beri Türkiye Avrupa Birliği kapısında bekletilmektedir.

Bu onur kırıcı durum, AB’nin çözümsüzlüğü çözüm kabul etmeyi benimsemesi demektir. “Sizi almayacağız” demiyor. Devamlı yeni ödevler vererek, sonuçlarını gözlemek, denetmek bahanelerini kullanarak kararı hep erteliyor. Gerçi Milli Görüş zaviyesinden baktığımızda bizi içlerine almamaları, bize AB eliyle Allah’ın bir yardımıdır. Bu ayrı bir konudur. Bu yazımızın konusu bu değildir.

AB’nin bize dayattıkları, özet ve sonuç olarak, ahlaki ve manevi kimliğimizi ve yapımızı iyice erittikten sonra bizi içlerine kabul edecekleri manasına gelmektedir. 64 yıldır istenen ve hedeflenen budur. Hele bundan 19 yıl önce papa heykeli altında imza atılması rezaletinden sonra, bizi biz yapan değerlerimizi eritip öyle alma gayeleri çok daha açık olarak anlaşılmıştır. Söz gelimi aile ve toplum yapımızın temellerine dinamit koymak anlamına gelen ev ödevlerine bakar mısınız?

*Zina fiilinin suç sayılmaktan çıkarılması.

*Domuz ve mamullerinin kasaplık ürünler arasına alınması.

*Eşcinsellerin her türlü melanetleri işlemelerini kolaylaştırmak için olağanüstü haklar tanınması.

*“Toplumsal Cinsiyet” keyfiyetinin benimsenip yürütülmesi.

*İstanbul Sözleşmesi ve buna istinaden çıkarılacak kanun ve diğer mevzuat ile aile kurumuna darbeler indirilmesi.

İşin en can alıcı tarafı ise, bunların mevcut iktidar tarafından, bir an önce AB’ye girebilmek için derhal yerine getirilmesi keyfiyetidir. Böylece aile kurumu büyük yaralar almaya başladı. Cinayetler arttı, ayrılıklar kolaylaştı, aile fertlerinin bir kısmı sokaklara itildi, hapislere tıkıldı, evlilikler zorlaştı, çocuklar sokaklara düşürüldü.

Bütün bunlara rağmen AB hala Türkiye’yi kapısında bekleterek, yeni yıkımları şart koşmaya hazırlanıyor. Böylece çözümsüzlük çözümünü devam ettiriyor.

İktidarın AB’nin dayattığı bu acımasız uygulamalarını devam ettirirken, aile kurumumuzu savunmak için bir çok sivil toplum kuruluşu faaliyete başladı. İşin yine garip tarafı, aile üzerindeki bu büyük baskıları yine bu iktidarın çözeceği beklentisi ile bu kuruluşlar, yine bu iktidarın kapılarına dayandı. Onlar ise AB’nin çözümsüzlük çözümünü benimsediler.

Hep kapıda beklettiler. Yarın çözeceğiz, gelecek hafta çözeceğiz, gelecek ay, gelecek sene çözeceğiz diye yıllardır kapıda bekletiyorlar. Son olarak da bu dönemde çözemeyiz, gelecek seçimlerden sonra çözeceğiz, diyerek yine beklemeye aldılar.

Geçen hafta böyle bir sivil toplum kurumunun “Aile yıkımına nasıl çareler buluruz” temalı bir çalıştayına davet edildik. Kendilerine kısaca dedik ki:

“Aile kurumunu kurtarmak için bu iktidarın kapısında el oğuşturup beklemekten vazgeçin. Bunlar AB umutlarını devam ettirmek beklentisi ile hareket ediyorlar. Aile ve ahlaki yıkımları çözmek gibi bir niyetlerinin olmadığını artık görün. Oy potansiyelinize sahip çıkarak başka siyasi oluşumların kapılarına dayanın.”

Avrupa Birliği bir Hıristiyan Birliği’dir. Bir Müslüman toplumunu içlerine almaları ancak onların dinine girilmesi ile mümkün olabilir. Bunu Allah’ımız kitabında bize açıklamış. 64 yıllık tecrübe ile de bunu hep beraber gördük. Görmeyenler ise halen bizi onların dinine dahil edebilmek demek olan ev ödevlerini yapmakla meşguller.

Türkiye kapıda bekletilmeye devam ediliyor. AKP iktidarı ise kapıda bekletme ya da çözümsüzlüğü çözüm olarak kabul etme pozisyonunu aile kurumunu korumaya çalışan kuruluşlara karşı yürütmekte.

Milli Görüş iktidarının ev ödevi ise, bu bekleyişe son vererek, İslam Birliği’ni kurup oraya lider olmaktır.

AVRUPA UŞAKLIĞI

Dinime de uymaz, Müslüman’a sertlik

Küffara karşı yumuşaklık yapamam,

Bilirim, Avrupalıda yoktur mertlik  

Tecrübe doluyum, uşaklık yapamam!..

Ekrem Şama