Müebbet Düşünceler...

"Ruhumun taşıyamadığı yaralar bedenime taştı sanki, öyle sızlıyor her yanım.

" Cümlesi döküldü dudaklarından birkaç kısık iniltiyle birlikte, tadından hiç de hoşnut olmadığı papatya çayından bir yudum daha aldı.

İilaç yutmak onun için bir bağımlılık olsa da boğazındaki acı tıpkı bazı gerçekler gibi izin vermiyordu yutkunmasına.

Bu yüzden şimdilik kâfiydi her yudumda yüzünün ekşimesine sebep olan şu çay.

"Büyüdüm derken bedenimin bu denli eskidiğini hiç de kastetmemiştim oysa.

Hâlâ yaşama işlevimi yerine getirebildiğim için gülümsemem gerekiyorsa inan bunu yapamayacak kadar yorgunum.

Hem de yaklaşık on sekiz senedir," diyerek mızmızlanmaya devam etti.

Yanında kimse yokken sesli konuşmayı severdi.

Böylelikle cevap vermesini beklemiyordu kimseden.

Zaten karşısında biri varken konuştuğunda çoğu zaman cevapsız kalırdı ya da söyledikleri yüzünden garip tavırlarla karşılanırdı.

Şu son bir yılını eskilerinden farklı yaşadığının farkındaydı.

Gittikçe kendi içine doğru dönüyor, hiç alışmak istemediği şeylere alışıyordu.

İnsanların canını acıtmaktan anlık cesaretiyle çekinmiyor birkaç saniye sonra da pişman olup özür diliyordu.

Kimsenin canını acıtamadığının da oldukça farkındaydı.

Tek zararı kendineydi. kendini bitirmiyor, kendini terk ediyordu. eğer birisi onu yargılamak adına "çocuk gibisin." derse yorganının altında "ben anne baba nasıl olunur bilemedim ki.

Bu kadar büyütebildim kendimi, buna yetti gücüm." diyerek sessizce ağlıyor ha eğer ki yargılamak için değil de sevecenlikle söylenildiğini hissederse dışından kıkırdıyor içinden de 'senin sayende ama farkında değilsin.' diyordu karşısındakine.

Sesli söylemeye cesareti yoktu birçok şeyi, zaten onun birçok şeye değil pek çok şeye cesareti yoktu.

Korkularının altında ezilir yine de belli etmemeye çalışırdı.

Fazla daldığını fark ederek irkildi olduğu yerde. gözü saati aradı ama odasında bir saat yoktu.

Belki de her yere bu yüzden geç kalıyordu. sesli bir nefes verdi.

Bugün perdesini hiç açmamıştı.

Sabahtan beri rahat bırakmayan öksürük bir kez daha tuttu yakasından durmadan öksürüyor, öksürdükçe nefesi iyice kesiliyordu.

Titreyen parmaklarıyla nefes alabileceği bir yer açmak istiyormuş gibi boynunu sıkmaya başladı. gözleri uykusuzluktan sızlıyordu.

Aklına güzel şeyleri getirmeye çalıştı.

Boğazını neredeyse parçalayacak öksürük yavaşça terk etti bedenini. "sanki yıllardır.

Tütün içen. dayılar gibi. öksürüyorum." dedi aldığı kesik nefeslerin arasında  kendisi bile anlayamamıştı ne dediğini.

İyi ki kimse yoktu yanında çünkü cümlesini açıklayacak gücü hiç yoktu. kıkırdadı kalkmak istedi ama kalkamadı.

Derin bir nefes alıp bitiremediği çayı eğilip yere bıraktı.

Bir şeyleri daha kabullendiğini hissetti.

En önemlisiyse kendini terk ederse sevdiklerini de terk etmiş olacağını idrak etmişti.

"O hâlde kendimi değil bitiremediğim yazılarımı terk ederim" diye mırıldandı.

Bu, neden bilmiyordu ama iyi gelmişti.

Nedenini sorgulamaya da hiç niyeti yoktu. yine kıkırdadı.

Sonra da içtiği çayın getirdiği uykusuyla hiç düşünmeden gözlerini kapadı.

Zekiye Arslan