Umut Dünyası

İnsan olarak elbette korkular, kaygılar taşıyorum.

Bazen fazlaca bunları hissediyor olsam da gün sonunda Allah’ın çizdiği sınırlar içerisinde kalmak için verdiğim uğraş beni mutlu ediyor.

Bazen nefes alabilmek istiyorum. Zihnim o kadar yoruluyor, o kadar ince detaylara takılıyor ki kendimi durdurmak, yeter artık bu kadar derinlemesine düşünme demek istiyorum.

Bazen kendimi sorgularken buluyorum. İnsanın ince çizgiler arasında kalması ve bunu kendine dahi ifade ederken kelimelerini seçmek zorunda olması çok zor.

İnsan hayatın akışı içerisinde kendini etraftan soyutlayabildiği zamanlarda daha huzurlu, daha rahat hissediyor. Bazen yalnızlık hissi de buna ekleniyor ama olsun.

Sanırım artık kendimi tutmalı, konuşmamalı, kendime odaklanmalıyım. Bu zamana kadar hep doğru bildiğimi ifade ettim, yanlışa yanlış doğruya da doğru demeye çalıştım ama artık bazı şeyleri bünyem kaldırmıyor.

Ortada olan bir yanlışı söyledikçe konu konuyu konular konuları açıyor. Uzunca bir suskunluk niyetindeyim. Öngördüğüm şeyleri paylaşmamak, sadece dinlemek istiyorum, hatta dinlemek bile istemiyorum.

Ruhen daralıyorum, kendimi ifade ederken mi yanlış yapıyorum bilmiyorum ama artık yeterli. Allah sustuklarımızı, sustuklarınızı işitendir.

Bazen anlam veremediğim bir hüzün sarıyor içimi. Her ne kadar mutlu olsam da içim kıpır kıpır olsa da o an fiziki alemden uzaklaşıyorum. İç dünyamda çıktığım yolculuk beni derinlerde sakladığım, kendimden dahi gizlemeye çalıştığım gerçeklere itiyor.

Bilemiyorum. Bazen bu anları çok fazla yaşıyorum, kimi zaman eve dönerken otobüste, kimi zaman uzun bir yolculukta, deniz kenarında, vapurda, kalabalık bir ortamda. Fark etmiyor sayın okur, anlam veremediğim hüzünler içerisinde boğuluyorum.

Bazen de isteyerek boğulmak istiyorum, kaçmak istiyorum, kurtulmak istiyorum. Bunca dünya telaşesine sığınak arıyorum. Gönlümü saklayacak bir sığınak değil, onun yeri var. Hüznümü saklamak istiyorum sanırım. Gerçekleri kaçırıyorum gerçekliğimden.

Bedenim, ruhum, aklım, fikirlerim, davranışlarım değişiyor hissediyorum. Adım attığım sokakları tanıyamıyorum. Önünden geçtiğim vitrinlerin camındaki yansımamdan korkuyorum.

Ellerim hissizleşiyor o anlarda, dünyanın sesini kısıp kendimi duymaya çalışıyorum, olmuyor. Bazen ne yaparsan yap, hangi sesi kısarsan kıs kendini duyamazmışsın, yaşıyorum. Değişiyorum sayın okur, günden güne, saatten saate değişiyorum.

Eski benle şimdiki ben arasındaki farkları görüyorum, hayat dediğimiz acı tecrübelerle dolu olan bu serüven insanı hiç istemediği bir şekilde masum halinden koparıyor.

Diyor ya şarkıda “biz büyüdük ve kirlendi dünya” biz büyüdük, dünya kirliydi bizde kirlendik. Dünyanın işleyişi bizi içine çekti ne eski samimiyetlerimizde kaldık ne eski dostluklarımızda.

Ama sorsan hepimiz haklıyız kendimizce, sebeplerimiz var, telaşelerimiz, eve alacaklarımız, okuyacaklarımız, hayallerimiz, planlarımız, varılmayacak hedeflerimiz var.

Oturup düşünmeye, konuşmaya, dinlemeye vaktimiz yok. Gerçi konuşuyoruz sayın okur, çok konuşuyoruz hem de. Her gün onlarca konu hakkında, onlarca farklı bilgiyi onlarca farklı şekilde okuyoruz, konuşuyoruz, aktarıyoruz ama dinlemiyoruz hiç.

Bir döngü adeta. Sinirliyiz sayın okur, gerginlik akıyor damarlarımızda. Her an kavgaya meyilli, eyvallah dememeye yeminli gibiyiz. Gibisi fazla hatta, öyleyiz biz. Öyle olduk, olmamalıydık. Dönüp baktığımda bunlara da hüzünleniyorum.

İnsanım, vicdanımın el verdiği kadarıyla yaşamaya çalışıyorum bir şeyleri. Onu da yavaş yavaş kaybediyorum ama. Günden güne hissizleşiyor, etkisizleşiyorum olaylara karşı.

Çekilsek ya bir kenara? Kendimizle, kalbimizle uğraşsak? Tamam bu fazla romantik oldu, en azından biraz olsun dinleyebilsek keşke kendimizi, çevremizi. İnsan olabilmenin temel değerlerine bakabilsek, konuşabilmenin verdiği o güzelliği gerçekten yaşayabilsek.

Yok sayın okur yok, biz hız çağının çocuklarıyız, istesek de istemesek de bu çağda doğduk ve üzerimize sindi. Atamıyoruz, kaybedemiyoruz. Samimi bir niyetle dahi çıksak yola bir an önce varmak istiyoruz. Hüznümüzü bile hızlıca yaşayıp ipotekli yaşamımıza geri dönmemiz gerekiyor.

Durun kalabalıklar, durun ve düşünün desek çıkıp şehrin en işlek meydanına, kaç kişi gerçekten duyar bizi? Muhtemelen deli derler, birkaç sosyal medya hesabına video olarak düşeriz.

Yorumlarda insanlar birbirlerinin yazdıklarını okuyup anlamadan linç ederler bizi, kendilerini. Neyse şimdilik duralım, ortalık karışık malum.

Sanırım ben yine… “Ben de yaslanacak bir duvar isterdim lakin sırtımdaki mızraklı cümleleri söküp atamadım. Bir ücra bulamadım kendime bunca yıldır. Kalabalık kuytularda bir tebessüm aradım, yolumun geçtiği caddelerde seslerin arasında kaldım bir çocuk korkusuyla.

Gidemedim varmak istediklerime. Önüme her çıkan engelde oturup yolu düşündüm tekrar. Kim olduğumu sorguladım bazı geceler uzun uzun.

Ne yaptığımı, nereden geldiğimi ve nereye varamadığımı sordum kendime. Bir cevabım yok daha. Bir cevap olamadım/bulamadım kendime. Bulmak için aramam gerekiyor, aramam için yolu devam etmem.

Gücüm mü? Var ama ne kadar daha dayanırım bilmiyorum. Bakmayın böyle de dediğime dayanacağımı biliyorum da öyle işte.

Her sabah bir umut ile uyanmak ve gün sonunda umudun ile baş başa kalmak. Neyse bir çay içelim..”