YALNIZLAŞTIRDIKLARIMIZIN YALNIZLIĞI


 

Küçük çocuk dedi ki babasına: “Dünyanın başka yerlerinde Müslümanların olmaması ne kadar acı. Bizim dışımızda Müslümanlar olsaydı, zalimler sadece Müslüman olduğumuz için bize zulümler yapamazdı. Çok uzaklarda bile yaşasalar, gelip bizi kurtarırlardı.”

Adamın gözlerinde bir bulut savcısı. Yağmazsa çatlayacak damarları. Gözlerinde adamın, bir yağmur hazırlığı. Ha yağdı, ha yağma sırası. Adam gözyaşlarını ters yöne akıttı. Dışarı hiç taşırmadan, özenle içine yağdırdı damlaları…

Adam; kalakaldı taş gibi. Adam; put misali. Adam; bir heykeldi sanki. Gözlerindeki ifade olmasa, donmuş olduğuna kanaat getirilebilir, yaşıyor mu acaba diye nabzına bakma ihtiyacı hissedilebilirdi. Adam, bir ağaç gövdesi timsali dimdik ve hareketsizdi. Adam, buzdan mamul gibiydi. Lakin bakışları, küçük oğlunun gözbebeklerine sabitlenmiş o bakışları öyle sıcak ve öyle yakıcıydı ki; kendisini değil ama karşısındakini eritebilirdi… Dakikalar akıp giderken, ne cevap vereceğini bilemeyen adam mıhlanmışçasına olduğu yerde durmaktaydı hala. Çocuğun gözlerinin içine içine bakmaya devam ediyordu ısrarla…

Bir anda değişti adamın mütereddit çehresi. Yüzüne, Allah’tan başka hiç kimsesi olmayan bir adamın huzuru yerleşti. Huzurluydu; çünkü hiç kimseden hiçbir şey beklemiyordu. Huzurluydu; hiç kimseden hiçbir beklentisi olmadığından kırılmıyordu… Sorun şuydu ki; dünyada iki milyar Müslüman olduğunu ciğerparesine nasıl açıklayacaktı? Bugün öğrenmese bir gün mutlaka öğrenecek ve muhakkak büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktı. Anlatsa; o küçücük, o tertemiz, o kir görmemiş, o bencillik bilmemiş çocuk yüreği bu gerçeği nasıl taşıyacaktı? Gözündeki Müslüman imajını zedelemeden ve diğer ülkelerdeki Müslümanlardan nefret ettirmeden bunu söyleyebilmenin bir yolu var mıydı?..

Adam, bu düşünceler içinde çaresizliği yudumlarken, yeni bir bombardıman başladı. Kara kalpli karanlık Siyonistlerden biri, adamın evini hedef aldı. Defalarca patlattı evi; adamı ve minik oğlunu avladı kötü yürekli avcı. Masum çocuk; Müslümanların duyarsızlığını, Müslümanların umarsızlığını, Müslümanların kendilerini yapayalnız bıraktığını hiç bilmeden cennete kucak açtı. Cansız adamın yüzünde hala, Allah’tan başka kimseden bir şey beklemeyen bir adamın huzuru vardı…

Birkaç yıl önce kitabımızda yazdığımız bir hikaye. Belki defalarca gerçekleşti, belki de gerçekleşiyor bugünlerde. 80 gündür simsiyah kabusları beyaz bırakacak bir hakikatle yüz yüzeyiz. “Uyansak da bitse, rüyaymış sadece.” diyebilmeyi her gece dilesek de, her karesi acıyla dolu manzaralar güneşten önce çarpıyor her sabah gözlerimize. 

Siyonistler; ne insani mücameleye, ne de kalbi melale sığmayacak zulümler yapıyor. Gazzeli kardeşlerimiz ise; ne uçuk muhayyileye, ne de usuk mecale uymayan bir direnişle direniyor. Allah’tan başkasından bir şey beklemeseler de, inciniyorlar yalnızlığa terk edilişlerine. 

“Gözlerimiz korkudan ağlamıyor. Ölümden korkmuyoruz. Kalp kırıklığından ağlıyoruz. Dünyanın bütün köpeklerini üzerimize saldılar. Araplar da dahil tüm dünya bizi yalnız bıraktı.” diyor, iki gözü iki çeşme bir Filistinli abimiz. “Hayatımızın en büyük hayal kırıklığını yaşıyoruz. İnanılması güç bir sessizlikle karşı karşıyayız ve yalnız bırakıldık.” oluyor, başka bir Gazzeli kardeşimizin sözleri. Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi, Filistin bütün Müslümanların önünde bir sınav kağıdıydı ve bütün Müslümanlar sınıfta kaldı. Bilhassa, ordularını harekete geçirebilecek, silah desteği verebilecek 57 İslam ülkesinin lideri. Yemen dışında hiçbir ülke, üstüne düşen sorumluluğu tam anlamıyla yüklenmedi. Kişisel olarak yapabileceği her şeyi yapmak ve kendi yöneticilerini somut adımlar atmaya çağırmak, bütün Müslüman halkların görevi. 80 günün ardından hala israille ilişkiler kesilmemişse, Kürecik ve İncirlik’in siyoniste hizmetine son verilmemişse, ticaret devam etmekteyse, Ceyhan’dan petrol gidişine izin verilmekteyse; iktidar üzerinde kafi derecede kamuoyu baskısı oluşturulmadığından belki de.

“Bütün kalbimizle sevdiğimiz, taktir ettiğimiz Erdoğan nerede? Her zaman gurur duyduğumuz başkan, sevgimizi dünyanın kıskandığı, Müslümanların halifesi olarak gördüğümüz, seçim günlerinde kazanması için dua ve ibadet ettiğimiz Recep Tayyip Erdoğan; hani neredesin?” cümleleri dökülüyor Gazzeli bir hanımefendinin dilinden. Tıpkı söylediği gibi; seçimi Recep Tayyip Erdoğan kazandığında şükürler ettiklerini, tatlılar yaparak kutlamalar gerçekleştirdiklerini biliyoruz Filistinlilerin. Bütün Müslüman halkların yöneticileri onların hayallerini yıktı, ümitlerini sıfırladı. Ancak gördüğümüz kadarıyla en çok Recep Tayyip Erdoğan yaraladı yüreklerini. En büyük beklentileri kendisindendi ve en fazla güvenilenin yalnızlığa terk etmesi en kahredicisiydi. Çünkü AKP’nin seçim propagandası Filistin üzerindendi. “AKP düşerse Kudüs düşer.” sloganlarıyla seçim meydanlarında oy istendi. Haliyle de Filistinlilere umut olmuştu, iktidarın bu kallavi söylemleri. Belki de hayatlarının en zor günlerini yaşarken, kavi bir darbe vurdu, yağan karla birlikte güvenilen dağın da erimesi. Verilen umutları geri almak; insanların bulutlarını çalmaktır. Umutları boşa çıkarmak; gözlerden gökyüzünü kaçırmaktır. Güneşin ve yıldızların kaybolması, yerini bombaların kaplamasıdır… Psikolog; Suriyeli bir çocuğa çizdiği resimlerde neden gökyüzü olmadığını sorar. Çocuğun cevabı şöyledir: “Gökyüzünü çizersem bomba düşer.“ Yine, Gaziantep Mülteci Kampı’nda kalan yüzlerce Suriyeli çocuğun, gökyüzünü kırmızıya boyaması dikkat çeker. Çocukların hayallerine, evlerine, hayatlarına, anne-babalarına, üzerinde oynadıkları toprağın bitki örtüsüne, kuş diliyle konuştukları kuşların uçuştuğu gökyüzüne el koydular. Masmavi ufuklarını kızıla boyadılar. Rim’in dedesinden, ruhunun ruhunu kopardılar.

“Ey sözde Müslüman liderler! Vallahi affetmeyeceğiz.” diyor, Filistinli bir beyefendi. Nasıl affetsinler ki? Hangi biri için bağışlasınlar hak etmeyenleri? Nasıl unutsunlar? Hangisini unutabilirler ki? Gazze’de günlerce yaralı tedavi eden doktorun, şehitler arasında babası ile çocuklarını görüp: “Hasbinallah ve nimel vekil” deyip, işine devam ederken yaşadığı çaresizliği mi? Şehit olmuş abisinin başında: “Babamın yanına gitti. Onun için dua et.” diyerek kardeşini teselli etmeye çalışan küçük kızın göstermek mecburiyetinde kaldığı metaneti mi? Yere dökülen unu toplama uğraşanların açlığını mı? Zorla boşaltılan ve ailelerin evlatlarını alması engellenen Nasr Çocuk Hastanesi’nin Yoğun Bakım Ünitesi’nde çürüyen bebekleri mi? Gömüldükleri yerlerden çıkarılıp buldozerle ezilen cansız bedenleri mi? “Sana sahip olmak için 580 tane iğne oldum. Seni elimden aldılar.” diyen anneyi mi? Vücutları toplanamayacak kadar parçalanmış şehitleri mi? Kendilerini videoya çekenlere: “Niye çekiyorsunuz? Sanki çekince birileri bizi görecek mi?” deyişlerini mi? Mezarının başında: “Anneee, anneeee” diye seslenen çocuğu mu? Ailesinden 47 şehit veren kadının: “Ölmüş kızımın etini bir sokak kedisi yiyordu.” sözlerini mi? Atlarla hastaneye taşıdıkları yaralıları mı? Ambulans bulamadıklarından, 4 saatlik kan kaybından şehit olan ufaklığı mı? Defnedecek yer kalmadığından, kaldırım kenarına gömülenleri mi? Bir tas çorba alabilmek için saatlerce bekleyenleri mi? Zemini kanla kaplı odalarda doğum yapanları mı? Oğlunu, kızını, torununu, eşini defnettikten sonra: “Şimdi kendi acımı düşünemem.” deyip, yaralı olmasına rağmen kameraların karşısına geçen gazeteciyi mi? Çocukları doysun diye, onlara oruçlu olduğunu söyleyen anne yüreğini mi? Her 10 kişiden 9’unun her gün yemek yiyemediğini mi? “Yeter artık, çekip durmayın bizi. Biz izlemelik bir içerik değiliz. Biz bu dünyadaki en şerefli insanlarız. Filistinli küçük bir çocuk bile bütün liderlerden daha iyidir. Bütün dünya Yahudilerin yanında. Bizim yanımızda ise sadece Allah var.” diye haykıran Filistinli hanımı mı?

Ey Müslüman halkların liderleri! Sizler; kardeşlerimizin uzuvları anestezisiz kesilirken, israilin izni olmadan tıbbi malzeme gönderemediniz. Günlük ortalama 1,5 litre suyla yetinmek zorunda kalınırken, içme suyuyla dolduramadınız Gazze’yi. Yardım tırları Refah Sınır Kapısı’nda beklerken, açlığa mahkum ettiniz; bütün zalimlere baş kaldıran yiğit insanları. Annesinin yaptığı 1000 ekmeği Mısır’dan Gazze’ye bir delikten sokarak ulaştıran çocuk kadar olamadınız. ”Müslüman liderlerin Gazze’ye, yaralı taşıyan atlar kadar faydası olmadı.” diyen kardeşimiz haksız mı?

Kağıt yakarak ısınmaya çalışan küçüklere yakıt ulaştırmayan Türkiye iktidarı, İsrail askerlerini üşümekten koruyacak termal içlikler satılmasını durdurmadı. Hava sahalarımızı, limanlarımızı israile ve ABD’ye kapatmadı. Şiddetli kınandı ama şiddeti engelleyecek yaptırımlar uygulanmadı. 20 bin şehit verildi; bir gece ansızın orada olunmadı. Dicle kenarında kurdun kaptığı koyundan mesul olduğunu söyleyen zat, katledilen binlerce bebekten şahsını sorumlu tutmadı.

Bakmayın, minicik bebeklerin bayram şekeri gibi paketlenmişliğine. Katliam şehidi her biri; kefen giymişler bayramlık yerine. Lunaparka çıkmıyor, kucaklardaki yolculuklarının sonu. Taşsız birer mezar oluyor, büyümeden ölenlerin yurdu… Hepimizin hesabı çok ağır. Elinden geleni yapmayıp zulme sağır kalıyorsak, mahşer günü boyumuzu aşan ter, yakacak içimizi cayır cayır… Bu dünyadayken muhasebeden geçirelim kendimizi. Zaruri ihtiyaçlarımız dışında harcama yapmayıp Filistin’e destek olduk mu mesela? Almak istediğimiz bir şeyden vazgeçtik mi bu uğurda? Erteledik mi bazı alışverişlerimizi? Yemeğimizin bir çeşidini eksilttik mi sofralarımızdan? Bir şeylerden kısıp harçlıklarından biriktirerek ya da kumbaralarını boşaltarak mali cihat yapmayı öğrettik mi çocuklarımıza? Hiç değilse bir gün kafeye gitmeyerek, bizlerden alacaklı olan Filistinli kardeşlerimize borcumuzu ödemeye ikna edebildik mi gençlerimizi? “Yardımlar ulaşmıyor” diyerek, çekildik mi yoksa kenara? Bulana kadar aradık mı ulaştırabilecek kurumları? Beynimiz zonklayana dek düşündük mü, Gazze için elimden ne gelir diye? Yüreğimizin her zerresinde hissedecek kadar içselleştirebildik mi acılarını? Gözlerimize uyku girmediği oldu mu gecelerce? Eksiltmeden devam edebildik mi dualarımıza, günler geçtikçe? Kalemimizi, kelamımızı hizmetkar eyledik mi Gazze’ye? Yöneticilerimizin harekete geçmesi adına tepkimizi ortaya koyabildik mi yeterince?

Ebu Ubeyde: “Sizden yardım istemiyoruz. Biz ancak Allah’tan yardım isteriz.” diyerek gösterdi, her namazda okuduğumuz Fatiha Suresi’nin hayata nasıl geçirildiğini. Ya bizler? ABD’den ve israilden korkmayarak, ekonomik krizi ve uygulanabilecek müeyyideleri göze alarak; “yalnız sana kulluk ederiz.” sözümüzün hakkını verebildik mi?

Nasıl yaşıyorsunuz bunca veballe, ey Müslüman halkların liderleri? Kaç hayatın söneceğini, kaç çocuğun öleceğini düşünmeden, nasıl uyuyorsunuz geceleri? Filistinliler Allah’tan başka kimseden yardım beklemiyor. Lakin, öyle büyük bir zulme uğruyorlar ki; yalnızlığa terk edilmişliklerine kırılıyor artık kalpleri. Tek bir yardım almasalar da, şehadete ya da zafere kadar sürdürecekler elbette; çok küçük yaşlarda başladıkları direnişlerini. Siyoniste bir tek taş atmayanlar, sokaklarda şeytan taşlayarak büyüyen çocukları nasıl anlayabilir ki? 

Ülkemizdeki 12 şehidimize ve Filistin’deki tüm şehitlerimize Rab’bimden rahmet dualarımla…