SADECE DEMEYEYDİNİZ İYİYDİ

Diyebilirsiniz ki: “Çok ağır imtihanlardan geçtim. İçim öylesine acıdı ki, ölümü özledim. Pek çok akşam, hayatımdan bir gün daha eksildi ve ölüme bir gün daha yaklaştım diye şükrettim.” … Sonra Filistin’deki bir hastanenin müdürü bağlanır bir radyo yayınına. Der ki: “Sen erkeklerin kahrolması ne demek bilir misin? Erkeklerin kahrolması diye bir şey duydun mu kardeşim? Siz bizi yalnız bırakarak kahrettiniz. Siz bizleri sırtımızdan hançerlediniz. Biz ya zafere ulaşacağız ya da öleceğiz. İşte o zaman Allah’ın huzuruna çıkacağız. Ve bizi terk eden, yüz üstü bırakan herkesi Allah’a şikayet edeceğiz. O gün Allah’ın huzurunda hiçbir mazeretiniz olmayacak. Değerli kardeşim! Biz artık sizin ne yardımlarınızı, ne mallarınızı, ne duanızı, ne sempatinizi, ne de bizim için gözyaşı dökmenizi istemiyoruz. Hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza dönüp çocuklarınızla eğleniyorsunuz. Günlük hayatınıza devam ediyorsunuz. Arap ve Müslümanlara diyorum ki; Hasbunallahi ve nimel vekil. Sizi affedeceğimizi düşünüyorsanız, vallahi sizi affetmeyeceğiz. Şu an yanımızda olmayanlar, bize karşı pozisyondalar demektir. Bugün Gazze halkı katledilirken, oturup onları izlemenin yeri yoktur. Bugün Gazze’de yaşananlar Araplara ve Müslümanlara ar olarak yeter. Harekete geçmek için daha neyi bekliyorlar? Çocuklarımızın katledilmesini bekliyorlarsa, çocuklarımız katledildi. Namusumuza tecavüz edilmesini bekliyorlarsa, tecavüz edildi. Çocuklarımızın yetim, eşlerimizin dul kalmasını bekliyorlarsa, bunlar da oldu.” … Bu sözleri duyunca anlarsınız ki, yolunuz acıyla hiç kesişmemiş. Yüreğinize keder hiç isabet etmemiş. Şükür makamındaymışsınız da, sabır makamında olduğunuza inanmışsınız. Aslında gerçek bir dertle tanışmamışsınız.

Diyebilirsiniz ki: “Öyle büyük mutluluklar yaşadım ki; ne içime, ne dışıma sığmadı. Kalbimin odaları da dar geldi, yeryüzünün sınırları da. Dünyanın cennetinde dolaştım. Bir daha hiç gülemesem de, bir ömür yetecek saadeti tattım.” … Ardından Gazzeli bir kadın çıkar ve der ki: “Kim benim kadar mutlu olabilir ki? Kim? Bana söyler misiniz? Oğlum şehit, babam şehit, erkek ve kız kardeşlerim şehit. Ailemin hepsi şehit oldu. Kim benden daha mutlu olabilir ki? Ey insanlar! İçinde bulunduğum bu büyük nimetten dolayı beni kıskanın. Kim benim kadar mutlu olabilir, bana söyler misiniz? Elhamdülillah, çok şükür sana ya Rab’bim beni seçtiğin için. Ya Rab’bi! Beni sebat ettir ki, hayatımın geri kalanını senin rızanla geçireyim.” … Düşünürsünüz bu cümleler üzerine. Karar verirsiniz, mutluluğun mahiyetini bilmediğinize. Filistinli hanımefendinin saadeti gül ise, kül düşmüştür nasibinize. Yanlış yerde aradığınızdan, nakıs nimetler doldurmuşsunuzdur heybenize.”

Diyebilirsiniz ki: “Rab’bimin taktir ettiği kadere razı olmayı ve her durumda teslimiyeti kuşanmayı öğrendim.” … Bir anda Rim’in dedesi takılır kameralara. “Ruhumun ruhu” dediği torununu kefenlemek için sıra beklerken gözlerini açıp öpen ve metanetiyle gönülleri fethederek en küçüğünden en büyüğüne tüm Müslümanların dedesi olan Halid dede. Yine birilerine teselli vermektedir bir yerlerde. Bacağının biri kesilmiş bir çocuğun önünde eğilmektedir ve demektedir ki: “Olsun, bacağın senden önce cennete gitti. Ahirette bir ışık hüzmesi olarak sana gelecek. Vücuduna daha güzel dönecek. Hz. Muhammed (SAV) ile karşılaştığında lütuf göreceksin. Onun elinden su içeceksin ve bundan sonra bir daha susamayacaksın. Yaşadığın bunca haksızlıktan sonra Rab’bimize gideceğin için kendini güvende hissedeceksin. Allah’ın vaadine güvenmek en güzel şey. Allah’ın izniyle iyileşeceksin, iyi olacaksın, yapay bacak takacaklar. Tekrar eskisi gibi hayatını yaşayabileceksin. Üniversiteyi bitirecek ve büyüyüp mutlu bir hayat yaşayacaksın. Asla şunu unutma; Veren de Allah, alan da. Bize ayağı Allah verdi, dilediği gibi alır. Bu can O’nundur. Biz de O’na aitiz. Bu nedenle diyoruz ki; biz Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz. Her şey Allah’ındır. Bizi alırsa razı oluruz ve Elhamdülillah deriz.” … Hikmet dolu bu ifadeler, bir kez daha hakikatle yüzleştirir bizi. Haykırır, teslimiyetin alfabesini bile sökemediğimizi.

Diyebilirsiniz ki: “Bugüne dek Gazze’nin yanında olmayan Müslüman liderlerden hiçbir şey beklemiyorum. Duyarsızlıklarına, umarsızlıklarına şaşırmayacağım. Üzülmeyeceğim yapmadıklarına. Yine de, bir kere yanılsam keşke yöneticilerimiz hakkında.” … O esnada cumhurbaşkanımızın bir konuşması çarpar kulaklarınıza. Der ki: “Bilsinler ki Mescid-i Aksa, Müslümanların ve Hristiyanların ortak bir mabedidir. Ve Ayasofya’da da bizler bu adımı atacağız. Erdoğan’ın ağzından laf bir kere çıkar.” … Cumhurbaşkanımızın “Filistin’in başkenti Doğu Kudüs’tür” diyerek, Kudüs’ün batısından vazgeçtiğini çok duymuşsunuzdur da, “Mescid’i Aksa’yı Müslümanlara ve Hristiyanlara ortak kılmak nereden çıktı” diye sorarsınız şaşkın bakışlarla. Kimin mescidini kime veriyorsunuz derken, kimin emanetini kimlerle paylaşıyorsunuz suali de dolaşmaya başlar zihninizin sokaklarında. Ayasofya’nın açılışı konusunda da yanılmadığınızı anlarsınız. Ayasofya’nın 2. katına Türklerin girmesi yasaklanmışken, gelen tepkiler üzerine 780 lira vererek girmemize izin verildi. Bilet alarak camiye girilir mi? Müzeyse, neden açıldığı söylendi? 2. kat; Özlem Zengin’in dediği gibi bütün dinlerin ibadetgahı haline getiriliyor demek ki. Alt kat cami, 2. kat müze ya da kilise. Tam da dinler arası diyaloğa hizmet edecek biçimde. 

Diyebilirsiniz ki: “Çaresizliği iliklerime kadar hissettim. Acizliğimi, zayıflığımı yaşayarak tecrübe ettim.” … O anda bir video giriverir görüş alanınıza. Bacağı kesilen Gazzeli minik yavrucak: “Amca, bacağım çıkar mı” diye sorar, bütün masumiyeti ve umut yüklü bakışlarıyla… Tevbe etme ihtiyacı duyarsınız o dakikada. Sabır sandığınız, isyan sayılır bu çocuğun yanında. Çaresizlik dediğiniz, çaredir aslında. “Şu çözüme bir problem bulalım” modunda geçirmişsinizdir yaşamınızı yıllarca.

Diyebilirsiniz ki: “Pek çok okul bitirdim. Alınabilecek eğitimleri aldım. Sayısını bilmediğim sayıda kitap okudum. Kendimi son derece donanımlı yetiştirdim. Gereken yerde, gerektiği şekilde kendimi ifade edebilir ve insanlara önemli bilgiler aktarabilirim.” … Yine Gazzeli bir çocuğun sözlerini duyarsınız aniden. Der ki: “israilin evlerimize yaptığı acımasız bombardımandan ve pencereden uzaklaşıp hızlıca evin ortasına doğru koşmamızdan sonra annemin sesi geldi ve şöyle dedi: ‘Şu çılgın savaşı durdurmak için kimse müdahale etmeyecek mi? Herkes suskun. Hiçbir lider bizim için bir şey demeyecek mi? Yapılan katliamı görmüyorlar mı?’ Anneme dedim ki: “Lütfen böyle konuşma. Biz hiç kimseden bir şey istemiyoruz. Allah’a yemin olsun ki, Cebrail (AS) bize inse ve istediğiniz nedir dese; Hz. İbrahim’in ateşin ortasındayken Cebrail’e vermiş olduğu cevabın aynısını veririz. Ey Cebrail! Senden hiçbir şey istemiyoruz. Biz sadece Allah’tan istiyoruz.” … Gazze’nin çocukları nasıl alıyor bu eğitimi? Pek çok profesörün dahi konuşamadığı şekilde beliğ ve fasih konuşuyor her biri. Büyümüş de, küçülmüş gibiler sanki. İnsanlık dersi veriyor, İslamlık dersi veriyor kelimeleri. Gazzeli bir çocuk kadar olamadığınızı görürsünüz nihayetinde. Ne imanınız, ne bilgi dağarcığınız yetişememiştir, yetişkin olduğunuz halde.

Diyebilirsiniz ki: “Ben bir Müslümanım ve dinimin emirlerini yerine getirmekten kimse alıkoyamaz. Yaratılmışların en şereflisiyim. İnsan onuruna ve İslam duruşuna yakışmayacak şekilde yaşamaktansa, ölümü yeğlerim.” … Sonra Gazze’nin sokaklarında, çöplerin kenarlarında yatan şehitleri, kedilerin ve köpeklerin yediğini seyredersiniz. Kendinize lanetler okuyacak hale gelirsiniz. Nefret edersiniz aldığınız nefesten, tiksinirsiniz dünyada yer kaplayan bedeninizden. İmanınızı ve imkanlarınızı gözden geçirirsiniz defalarca. Yargılarsınız şahsınızı, hiçbir yargıcın yargılayamayacağı kadar acımasızca.

Diyebilirsiniz ki: “Ülkem adına daha fazla mahcup olamam. Yeterince utandım, daha fazlasına katlanamam. “ … Filistinli Danya Ebu Muhsin adlı çocuğun, cumhurbaşkanımız Erdoğan’a yazdığı mektup okunur Akit Tv’de. Küçük kız şöyle devam eder, besmele ile başladığı mektubuna: “Hepimizin sevdiği reisimiz Recep Tayyip Erdoğan Amca’ya mesajım var. Eğer bu mesaj size ulaşır ve yayılırsa, bilin ki ben de şehit olmuşum demektir. Erdoğan Amca; adım Danya Ebu Muhsin. Siyonist israil bütün ailemi öldürdü. Babamı, annemi, kardeşlerimi, hepsini. Allah’a şükür, bombalamada sağ bacağımı kaybettikten sonra sadece beni hayatta bıraktı. Benim ve ailemin başına gelenlere çok ama çok üzüldüm. Allah’tan onlara rahmet dilemekten başka elimden hiçbir şey gelmiyor. Her şeye rağmen Allah’a şükrediyorum. Ama Tayyip Amca, benim tek beklentim ve umudum sendin. Senden çok umutluydum. Bizi yalnız bırakmaz, mutlaka bize destek çıkacak ve yardıma gelecek diye seni çok bekledik ama ne yazık ki sen de bize yardıma gelmedin. Oysa bütün Gazze halkı seni; zulme ve adaletsizliğe karşı çıkan, haksızlığı kabul etmeyen ve her yerde mazlum Müslümanları destekleyen, imdada yetişen Müslüman bir lider olarak tanıdı, bildi. Tayyip Amca; fiilen yanımızda olamadığın, imdadımıza koşamadığın için sana küskün ve kırgınım. Rab’bime kavuşunca, O’na seni şikayet edeceğim. Bizi hayal kırıklığına uğrattığın ve bize yapılan zulme mani olmadığın için. Ayrıca Allah’ın Rasulüne de; güçlü ordunuzun varlığına rağmen, ABD ve tüm kafirlerin siyonist israile tümden yardım ettiği gibi, bize yardım etmek ve bizi ölümden kurtarmak üzere gücünüzü ve ordunuzu göndermediğinizi anlatacağım. Allah bana yeter. O ne güzel vekildir.” … Mektubun her kelimesi ayrı bir zelzeleye sebep olur ruhunuzda. Dinine, diline, ırkına bakmadan tarih boyunca mazlumun yanında ve zalimin karşısında yer alan bir milletin ferdi olarak, saklanmak istersiniz yerin yedi kat altına.

Yalnızlığı bildiğinizi, dünyada hiç kimse kalmamışçasına bir başınıza bırakılmayı deneyimlediğinizi de zannedebilirsiniz. Tavşan, eşek ve güvercin yemi karışımından ekmek yapan Filistinlilerden haberdar olunca, fikrinizi gözden geçirme ihtiyacı hissedersiniz… Çok cesur olduğunuza, hiçbir kuldan korkmadan yaşadığınıza da kanaat getirebilirsiniz. Hastanenin karşısındaki yaralıyı kurtarmak için kurşunların arasından geçen Gazzeli hemşire hanımı seyrederken sarsılır yüreğiniz… İman ve tevekkül sahibi bir insan olduğunuzu da düşünebilirsiniz. Sığındıkları hastanede kaldığında çocukları açlıktan ölecek, dışarı çıkıp yiyecek aradığında vurulacak babalar sorgulatır düşüncenizi… Örnek teşkil edecek derecede sabır ehli olduğunuzu da söyleyebilirsiniz. “Kedi eti yemek caiz mi” diye soran Gazzeli kardeşlerimizi öğrenince, hiçbir şey söyleyemeyecek kadar tükenir mecaliniz… Gazze’ye sahip çıkmayan liderleri hiçbir Müslümanın desteklemeyeceğine de inanabilirsiniz. Apaçık Kur’an ayetlerine rağmen; liderine toz kondurmayan, diğer ülkelerin başkanlarını suçlarken kendi yöneticisini istisna tutan kraldan çok kralcı partizanlara şaşkınlıkla bakakalırsınız…

Filistin’in insanlığa öğrettiği ve öğreteceği öyle çok şey var ki. Gazze bir okul, Gazzeliler öğretmenlerin en kalitelileri. “12 yaşında bir kızı öldürdüm ama ben bebek öldürmek istiyorum” diyen israilli askerin özetlediği siyonist zihniyet ise, dünyaya tek bir şey gösterdi. Siyonizm kötü değildir. Siyonizm kötülüktür.

Saygılarım ve dualarımla…