LİYAKATLİ İNSAN OLABİLMEK 

İşin en garip tarafı bana yetersizlik yaftası vurmaya çalışan, mobbing uygulayan amirim, öğretmenken sanki dünyanın en adil, en hakkaniyetli, en mantıklı öğretmeniydi; herkesin her sıkıntısına çözüm üretir, kimseden desteğini esirgemezdi. Önceliği hep öğrencilerimizdi…

Demek ki müdür olana kadarmış her şey…

Kendini iyi gizlemiş iyi oynamış…

Bu işler demek ki böyle, ben ona olumlu referanslar verirken…

Benim müdür yardımcısı olacağım zaman gelip çattığında, olmamam için bir bahane bulamayınca, sicilime saldırmaya ve mobbing uygulamaya kalktı…

Bu çağda bir kadın öğretmene mobbing bir insanlık suçudur…

İnsanoğlu bu, yapılan iyiliğin altında kalınca, kötülük yaparak cevap verirmiş…

Kendisini bana kıyasla akademik kariyer veya yeterlilik bakımından oldukça düşük seviyede görüyor olmalı ki, ayrımcılık yaparak, mobbing uygulayıp personelini baskı altında tutarak okulu yönetmenin çabası içinde…

O yüzden; yöneticilik münhal listelerinden türlü manevralarla okulun adını gizleyip, söz verdiği arkadaşını köyden getirip okula müdür yardımcısı yaptı…

Yani uzun lafın kısası, MEB’de EKYS sadece göstermelikten ibaret…

MEB bünyesinde liyakate önem ve değer verilmediğinden, gerek bizzat yaşamış olduğum olaylar ile, gerekse gözlemlemiş olduğum olaylar ile örnekler vermeye ve sizlere durumun vehametini uzunca bir süredir anlatmaya çalıştım.

Duyan duydu…

Anlayan ne anlatmak istediğimi anladı sanırım…

Anlamayana ise, Marko Paşa misali, anlat anlaaaat dur…

Sadece dinler, sadece okur ve hiçbir şey yapmaz…

Durum onu gösteriyor ki, yetkiyi elinde bulunduran kimileri, tüm yapılan olumsuzluklardan, keyfe keder uygulamalardan ve liyakatsizliklerden oldukça memnun…

Hatta tek yönetim becerileri bu kaos ortamında çalışıyor bile olabilir…

Onlar memnun olmasına memnun olabilir tabiii… Çünkü yetkileri ellerinde, keyifleri de yerindedir mutlaka…

EKYS’ye girmeye karar verdiğim zaman, bunu bir tek kişiye söylemiştim, o da gidip herkese söyledi…

Her şey böyle başladı…

Niyetim sadece, 10 yıldır çalıştığım Bilsem için daha fazla hizmet edebilmek adına kadromun bulunduğu okulumda müdür yardımcısı olabilmekti…

Fakat sözde dost bildiğim, özünde ispiyoncu olan arkadaş bunu herkesin içinde söyler söylemez, aniden herkese bir haller oldu…

İyi ki de EKYS’ye girmişim…

Benim için yepyeni başlangıçlara vesile oldu çok şükür…

2 yıldır kan kusturmaya çalıştırlar…

Fakat daha da güçlenerek çıktım, çok şükür… Eskisinden de güçlenerek, hak ve hakkaniyet aramaya, var gücümle devam edeceğim!

Nereden nereyeeee geldik?

O günlerde yanımda kimse yoktu, sorunları ve dönen dolapları, fırıldakları sadece  babama anlatabiliyordum…

Şimdi, gazete köşe yazarı oldum ve mantıksızlıkları, aksaklıkları ve ayak oyunlarını tüm Türkiye’ye anlatma imkanına sahip oldum…

Kötü komşu ev sahibi yaparmış, bunlar da beni köşe yazarı yaptı…

Karanlığın en koyu noktasından aydınlığa çıkış misali, hiç pişman değilim: iyi ki EKYS’ye girmişim!

Müdür beyler bu mobbing işini sessiz sedasız, sus sesin çıkmasın modunda halletme yoluna gittiler…

Lâkin, böyle bu işlerin, hiç de öyle ucuz olmadığını görmüşlerdir sanırım…

Her şeyin bir bedeli var tabi ki…

Keyfe keder uygulamalar her zaman yanlarına kâr kaldı…

Biz yaptık, oldu anlayışı ile hareket ettiler…

Fakat çekirge her zaman zıplayamaz.

Bu kez onlar adına ne yazık ki öyle olmadı…

Çakıl taşı sandılar, karşılarına sert kaya çıktı…

Baktılar pabuç pahalı, çarık ise hiç yok, sustular, derin bir sessizliğe büründüler…

Sözde, yazdıklarımdan hiç haberleri yok, hiç duymadılar, görmediler, duyanları ve haber verenleri hiç olmadı…

Hiç inanmıyorum…

Sözde, öyle gibi davranmaya devam ediyorlar…

Elbette bir ayak oyunları vardır, şapkalarında beklettikleri… Belli ki uygun zamanı bekliyorlar…

Yazdım yazdım, kimse duymadı, görmedi, gerekeni yapmadı…

Pes mi ettim?

Bitti gitti mi?

Tabi ki hayır, yazdıklarım burada kayıt altına geçti, kimse duymadı değil, tüm Türkiye duydu, gördü, okudu, tartıştı, birbiriyle paylaştı, katıldı katılmadı, ama kafalar yoruldu, düşünüldü…

Sadece işine gelmeyenler duymadı…

Ama bal gibi de okuyup görmezden geldiler eminim…

Çünkü işlerine öyle geldi ve gelmeye de devam ediyor…

Yeri ve zamanı gelince…

Ben de;

Hukuki haklarımın elbette farkındayım…

Kendi ülkemde adalet arayışım yerini bulmazsa…

Gerekirse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar bu haklı davamı taşıyacağım…

Yabancı bir ülkeden adalet beklemek bana zül gelir, lâkin başka çarem kalmazsa oraya kadar gideceğim…

İnşallah oraya gerek kalmaz da, kendi ülkemde adalet ve liyakat yerini bulur…

Keyfe keder uygulamaların olduğu fotoğrafı ortaya koyarak üzerime düşen vazifeyi yaptığımı düşünüyorum…

Doğru bildiğimi yaptığıma inanıyorum.

Hak ve hakkaniyete dayalı yazılar yazdım.

Ne bir eksik, ne bir fazla…

Kimseye iftira atmadım.

Kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptı demedim.

Niyetim üzüm yemekti, bağcıyı dövmek değil…

Hak, adalet  ve liyakat için yazdım.

Ve asla yazdıklarımdan dolayı korkmadım, çekinmedim, acaba mı demedim.

Haksızlık yapanlar cesurca, kendine güvenerek bulunduğu makamın yetkilerine güvenerek, mobbing uygulayıp cesaretle Haksızlık yapabiliyorsa ve bunları kendilerinde Hak olarak görüyorsa…

Haksızlığa uğramış bir kimsenin sesinin elbette her platformda daha gür ve daha büyük cesaretle çıkmasından daha doğal ne olabilir?

Korkaklık; pısırık, ezik ve sindirilmiş insanların işidir…

Hiçbir zaman korkak bir insan olmadım…

Doğru bildiğimi yerine ve zamanına göre çat çat söylerim…

Gayrisini, bile isteye yanlış yapanlar düşünsün.

Düşünürler mi, bilmem…

O da onların bileceği iş…

“Doğruyu söyle, denize at, balık bilmezse, halik bilir” misali doğru bildiklerimi yazdım, söyledim…

İnsanoğlu beşer, şaşar…

Yanlış yapabilir, hata yapabilir..

Fakat tüm uyarılara rağmen, yanlış yaptığını bilerek, bunu da isteyerek yapıyorsa;

O zaman ortada büyük bir keyfilik var demektir.

Kimseyi takmama, hak ve adalet gözetmeme durumu ortaya çıkıyorsa…

İşte asıl sorun burada başlıyor demektir…

Hele ki, o kadar dile getirmeme rağmen herkes kulağının üzerine yatmış; görmüyorum, duymuyorum, dile getirmiyorum anlayışı ile hareket ediyorsa… Büyük yıkım burada başlıyor demektir…

Yazılarımı gören, duyan, olumlu-olumsuz yorumlar yapan, destek için yüzlerce mail atan, okuyan, hak veren, hak vermeyen herkese…

Özellikle de, yazılarımı kendi haber sitelerinde, platformlarında paylaşan haber sitelerine de çok içten ve samimi olarak teşekkür ediyorum…

Çünkü hiç değilse; gördüler, duydular… Başkalarının da görmesine, duymasına, okumasına vesile oldular…

Kısacası; üzerlerine düşen habercilik görevlerini yaptılar, sağ olsunlar, var olsunlar. İyi ki varlar…

Her meslekte olduğu gibi liyakat, tecrübe sahibi oldum demekle, hiçbir şey pat diye olmaz…

Liyakatli insan olmak da öyle pat diye gerçekleşmez:

Hak, adalet, hukuk anlayışı ile hareket etmek gerekir.

Kimsenin hakkına ve alın teri ile sahip olduklarına göz dikmemek, el uzatmamak, hakkını gasp etmemek…

Zorla ve kurnazlıkla, ayak oyunları ile, bulunduğu makamın yetkilerini kullanarak kimsenin hakkını elinden almamak, elindeki yetkileri kendi ve çevresindekilerin uygunsuz çıkarlarına kullanmamak gerekir…

Kullanan varsa ki, var, yazdım…

Gerekeni yapmak yine elinde yetkileri bulunduranlara düşüyor…

Ha ben görmedim, okumadım, haberim olmadı demek abesle iştigaldir…

O zaman da

Ben yetkiliyim, fakat sorunlar ile, sorunu olanlar ile pek ilgilenmiyorum…

Hak ile haksızlığa uğramış ile…

Adaletsiz ile adalet arayan ile hiç işim olmaz…

Kim ne hali varsa görsün demekle eş değer…

Lâkin adalet öyle keskindir ki;

Bugün ben adalet arayışı için aylarca, yıllarca yazarım…

Gören, duyan olmaz…

Gün gelir…

Şimdi keyfi yerinde olanlar,

Yetki elinde olup görmek veya duymak istemeyenler, sessiz kalanlar…

Yarın öbür gün, aynı duruma kendileri de düştüğü zaman…

Adalet aramaya da haklarının hiç olmadığını düşünüyorum…

O zaman ben de Miami’ye tatile gideceğim…

Yazımı güzel bir söz ile bitirmek istiyorum:

“Güneş balçıkla sıvanmaz, liyakat ise mobbinglerle yetersiz gösterilemez!”

Kendinizi kandırırsınız…