İdeolojik Siyasete Teslim Olmak

İktidar-muhalefet partileri arasında ayırım yapmadan belirtmeliyim ki siyaset tamamıyla ideolojik çerçeveye hapsolmuş durumdadır.

2002 seçimleriyle göreceli bir demokratik siyasetin ardından katı ve sert bir ideolojik siyaset devreye sokuldu.

Alt yapısı 28 Şubat Post-modern darbesiyle oluşturulan ideolojik siyaset, zamanla bütün partilerin üstüne sinerek Türkiye’yi bir çıkmaza sürükledi. 

Geldiğimiz noktada iktidar ve muhalefet olarak bütün partiler, dışlayıcı ve ötekileştirici ideolojilerin kuşatması altındadır. Başka bir tanımla, Türkiye siyaseti radikal ideolojilere teslim olmuş durumdadır.

Hatırlanacaktır, 15 Temmuz Darbe Senaryosuyla sahneye konan 28 Şubat kararları, sert uygulamalarla hayata geçirilmeye başlandı. İktidar desteği ile devlet içinde yasal olarak örgütlenen cemaatlerden birisine karşı başlatılan yasa dışı operasyon ve kıyım ancak 28 Şubat kararları gereği olarak izah edilebilir.

Siyasetçilerin tutuklanması, Belediye Başkanlarının hukuka aykırı olarak görevden alınıp yerlerine Kayım atanması, yüzlerce gazeteci, yazarın göz altına alınması, yüz binlerce insanın mağdur edilmesi, iş adamlarının mülküne el konulması gibi uygulamalar başka nasıl izah edilebilir?

“Tek Adam Rejimi”, “Tek kişi/lider” sultası altında örgütlenmiş partiler ve ideolojik alana hapsedilmiş bir siyasetin ülke yararına görülmesini muasır bir anlayışla bağdaştırmak mümkün değildir.

Bundan daha vahim olan, söz konusu ideolojik siyasetin hem iktidar hem de muhalefeti destekleyen geniş bir kitlede karşılık bulmasıdır. Entelektüel ve akademisyenlerin konumu ise trajikomiktir.

Sistematik olarak yok edilen merkez siyasetinden doğan boşluk radikal milliyetçilikle dolduruldu. 2023 seçimlerine de radikal milliyetçilik ve dinbazlık kuşatması altında girildi. Ortaya çıkan Milletvekili tablosu bunun açık bir örneğidir.

28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı 2.Tur seçimleri de farklı ancak ideolojileri benzer partilerin desteklediği 2 (iki) aday arasında geçen bir mücadeleye sahne olmaktadır.

Mücadelenin adı “demokrasi” ancak hangisi kazanırsa kazansın, kazanacak olan radikal milliyetçi ve ayırımcı ideolojilerdir. 

CB Erdoğan’ın kazanması durumunda Tek Adam Rejimi’nin geri dönülemez bir yola gireceğini ve Türkiye’nin muasır dünyadan tamamıyla kopacağını tahmin etmek zor değildir. 

Siyasi rotasını Rusya ve Çin’e çeviren Türkiye’nin, yıkıcı bir milliyetçilik dışında bir siyaset benimsemesi mümkün olmayacaktır.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda ise milliyetçi ideolojinin kuşatması yine devam edecektir ancak rotanın tekrar muasırlaşma istikametine yönelebileceği ihtimali de güçlenecektir.

Bu ihtimalin, radikal milliyetçiliğin ve dinbazlığın aleyhine ve Türkiye’nin de yararına olacağını düşünüyorum.

Merkez siyasetin ve makuliyetin önemini belirtmek için AK Parti’nin bu noktaya nasıl geldiği ve merkezden radikal ideolojiye dönüşmesinin neden geciktiğine de dikkatlfinize sunmak istiyorum:

AK Parti’yi radikal ideolojiden uzak tutan ve merkezde kalmasını sağlayan asıl siyasi aktör CB Abdullah Gül’dür. Nezaket, itidal, uzlaşmacı ve makul duruşuyla radikalleşmenin önünde engel, merkez siyasetin de güvencesi olmuştur.

Görev süresinin tamamlanmasından sonra AK Parti’nin nasıl merkezden uzaklaşarak hızla radikal milliyetçilik ve dinbazlık karışımı bir ideolojiye dönüştüğü ortadadır. 

Ayrıca iktidar ve muhalefet partileri içinde örgütlenen ideolojik kesimin Abdullah Gül’e duydukları öfke ve husumetin başlıca nedeninin de söz konusu makul siyasette ısrar etmesidir, diye düşünüyorum.

Makul şahsiyetlerle makul siyasete dönülmedikçe, bugünün ideolojik siyasetiyle sosyal, siyasal ve ekonomik krizler daha da büyüyecek ve yeni felaketlerle yüzleşmek durumunda kalacağız.

Abdulbaki Erdoğmuş