BEDELLİ MÜSLÜMANLIK


 

Bazısı “inandım” demeyi Müslüman olmak için yeterli kabul eder; bazısı inancı uğrunda ağır bedeller öder. Kimisi “benim kalbim temiz” der, geçer; kimisi kanının her damlasını Allah yolunda döker. Bir kesim İslam’ın 5 şartını yerine getirdiğinde kendisini kamil mümin addeder; bir kesim de hayatını, malını, zamanını, aile efradını dini için feda eder.

“Ne hoş bir hanım” demiştim, fotoğrafını ilk gördüğümde. Tahayyülü gayrimümkün bir taaccübe sevk etmişti, yıllar sonraki görüntüsü. Nasıl canavarca bir şevk, hangi vahşet tanınmayacak hale getirmişti bu kadını? Neler yaşamıştı; bilim kadınlığından 650 numaralı mahkumluğa uzanan yolda? Ne işkencelere maruz kalmıştı seneler boyunca?

Afiye Sıddıki 1972’de Pakistan’da doğdu. ABD’nin en önemli üniversitelerinden biri olan Massachusetts Teknoloji Üniversitesi’nde tıp okudu. Bilişsel Sinir Bilimi dalında Brandeis Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Harvard’dan fahri diploma almış tek doktor. Çeşitli üniversitelerden 144 farklı diplomaya sahip. Sinir sistemi alanında birçok üniversitede çalışarak diploma almış. Onun seviyesinde bir doktor ABD’de bile yok.

Çok başarılı bir nöroloji uzmanı ve parlak bir bilim kadını olan Afiye Sıddıki, 2003’te, 3 çocuğuyla birlikte, annesini ziyaret etmek için Pakistan’a gitmek üzere yola çıkmışken, Afganistan’da kayboldu. ABD, Sıddıki’yi “El-Kaide’nin kadın dehası” olduğu ithamıyla arıyordu. Oysa ki, hiçbir eyleme katılmadığı ve destek vermediği biliniyordu. İddialara göre, ayrıldığı eşi Emcad Muhammed Han; Afiye Hanım’ın son zamanlarda radikalleştiğini öne sürerek, eski eşine karşı ABD ile iş birliği yapmış ve tutuklanmasında rol oynamıştı.

5 yıl boyunca Afiye Sıddıki’den ve çocuklarından hiçbir haber alınamadı. Nihayet 2008’de ABD’lilerce, Afganistan’daki Bagram Hapishanesi’nde tutulduğu ortaya çıktı. ABD’nin terör listesine girdiği ve resmen tutuklu olduğu duyuruldu.

CIA tarafından 2002 yılında Bagram Hapishanesi’ne kapatılan insan hakları aktivisti Muazzam Begg, ülkesine döndüğünde yayınladığı günlüklerde Afiye Hanım’dan bahsederken şunları söyler: “650 numaralı mahkumun çığlık seslerinden, bana yapılan işkenceleri dahi unutuyordum. İşkence, tecavüz ve dayağa maruz kalan, tek kadın olması hasebiyle tuvalet ihtiyacını da erkeklerin önünde gidermek zorunda kalan biriydi.” Bazı tanıklar da; ona Kur’an okumayı bırakması için şiddet uygulandığını, “Allah’ınız nerede şimdi” diye alay edildiğini ve kendisini bir kafeste kilitli ağlarken gördüklerini ifade ediyordu. İngiliz gazeteci Yvonne Ridley, Afiye Hanım’a yapılan işkencelerden birini şu şekilde dile getirmektedir: “Kur’an-ı Kerim parçalanmış, sayfaları yere serilmiş ve kanları akarken üzerinde yürümesi istenmişti. Maksat diğer mahkumlara, onun kanı ile kirlenmiş kutsal kitabı göstermekti.” Sözlerinin devamında: “ABD onu Afganistan’ın şöhreti en kötü olan Bagram Cezaevi’ne ve erkeklerin yanına hapsetti. Koğuşu gardiyanlara ve diğer tutuklulara açıktı. Gardiyanlar durmadan işkence yapıyorlar, mahkumların tecavüzleri sebebiyle onun çığlıkları gece boyunca kulakları çınlatıyordu.” demektedir.

ABD’nin, hukuksuz bir biçimde kaçırıp hapishaneye attığı 650 numaralı mahkum olan Afiye Sıddıki’nin tutukluluğunu meşru zemine oturtması gerekiyordu. Bunun için, gözaltındayken ABD askerlerini öldürmeye teşebbüs ettiği iftirasını kullanıldı. Gördüğü işkencelerden sebep bir deri bir kemik kalan kadının, altı askerin arasından tüfeği alıp ateş ettiğini söylediler ve onu vurdular. Karnından yaralandı. Elinde ateş ettiğine dair barut izi yoktu. Ateş ettiği öne sürülen silahta parmak izi de bulunmuyordu… Yine gazeteci Yvonne Ridley: “Ona yapılan işkencelere değil bir kadın, en güçlü erkeklerin bile dayanması mümkün değildi. New York’ta ilk mahkemeye çıktığında durumu içler acısıydı. Yakalandığı sırada göğsünden vurulmuş ve doğru dürüst tedavi edilmemişti. Böbreklerinden biri ve bağırsaklarından bir kısmı alınmıştı. Ayakta duramıyordu. Otururken de birilerine dayanıyordu. Çok zayıf düşmüştü. Vücudunda kanamalar görülüyordu. Zerk ettikleri ilaç ve sonraki işkenceler yüzünden psikolojisi alt üst olmuştu. Kaybolan çocuklarının acısıyla hayal görmeye başlayan, ruhu ve bedeni acil tedaviye muhtaç olan Afiye Sıddıki’nin tedavisine izin verilmiyordu.” demektedir. Bu duruma rağmen, ABD’nin, 6 askerinin elinden tüfeği alıp öldürmeye çalışmakla itham edilmesi, fizik kurallarına aykırıydı. Ancak 2010 yılındaki bu mahkemede 86 yıl hapse mahkum edildi.

Mahkemeyi takip eden bir isim, süreç hakkında şunları belirtiyordu: “Afiye Hanım içeriye zayıf, aksayan ve bitmiş bir şekilde, kafasını zar zor dik tutarak, tekerlekli sandalye üzerinde girdi. Üstünde Guantanamo tarzı, turuncu hapishane üniforması ile geldi. Güçsüz kafasında kemikleri görünüyordu. Kollarını örtmesi için aşağıya salınan beyaz bir başörtüsü vardı. Gözaltında tutulurken beyin hasarı oluşmuştu. Silahla vurulmasından sonra alındığı ameliyattan kaynaklanan yara izleri ve dikişleri halen tam olarak iyileşebilmiş değildi. Sürekli bir ağrı yaşıyordu ve ona verilen tek ilaç hafif bir ağrı kesiciydi. Onu görmeye doktor getirmiyorlardı.”

Mahkemenin ardından Guantanamo Hapishanesi’ne kapatıldı ve işkenceler devam etti. Sadece bir kez, annesiyle telefonda kısıtlı bir konuşma yaptı. 2003’ten bu yana ailesiyle görüşmesine hiç izin verilmedi. Çocuklarından haber alamadı. Bir anne, bütün acılarını kendi yüreğine çekmek isteyerek sarılır evladına. Ve içindeki yaraları da sarar, çocuklarına sarıldığında. Bunca zulmün yanında, bir de evlatlarının akıbetini bilememek, onarılamayacak hasarlar bırakır muhakkak insanda… Afiye Sıddıki Hanımefendi’nin kardeşi Fevziye Sıddıki: “Kaybolan 3 yeğeni için de büyük bir mücadele verdiklerini ve 2008’de Ahmet’i Afganistan’da bir kampta bulduklarını, Meryem’i 2011’de kendilerine teslim ettiklerini, kaybolduklarında henüz 6 aylık olan Süleyman’ın başına ne geldiğini öğrenemediklerini” anlatıyor.

Afiye Sıddıki Hanım’ın tutuklanmasının, işkencelerin en acımasızına maruz bırakılmasının sebebi neydi acaba? Neden bu kadar vahşet reva görülmüştü 40 kiloluk, ufak tefek bir kadına? Suçu o denli büyüktü ki, ABD bunu asla affedemezdi. Bir doktor ve bilim kadını olan Afiye Sıddıki; kaçırılmadan önce, insanları biyolojik silahların tahribatından koruyacak bir program üzerinde çalışıyordu. Bu programın başarılı sonuçlanması, ABD’nin milyarlarca dolar harcadığı silahları etkisiz hale getirecekti. İddialara göre; ayrıldığı eşi ABD’lilere bu çalışmayı duyurmuştu.  Bunun üzerine ABD, kendi istihbarat birimlerini harekete geçirerek, Afiye Sıddıki’ye: “Programı sonlandır ve geldiğin noktaya kadar olan çalışmalarını satın alalım.” teklifi yaptı. Afiye Hanım ise: “Henüz bitirmedim.” diyerek, bu teklifi reddetti. Bundan sonra da ABD’nin hedefi haline geldi. Çeşitli ve çelişkili iftiralarla hapse atılan 650 numaralı mahkum, 5 yıldan fazla bir müddet hücrede tek başına kaldı. ABD’li askerler Afiye Hanım’ın çalışmalarını ele geçirebilmek için, yıllardır görmediği çocuklarının çığlıklarını günlerce dinlettiler. Bir oğlunun kanlar içinde fotoğrafını gösterdiler, diğer oğlunu buzlu bir camın arkasından izlettiler. Kızının ise öldüğünü söylediler. O zamanlar 30’lu yaşlarında olan kadının acılarını dayanılmaz hale getirdiler. Sonuçta da; bombalar ve virüslerle yapılacak biyolojik saldırılardan insanları koruyacak yüzlerce sayfalık çalışmasını zorla yazdırdılar.

Kanıma dokunuyor; bir insana bunca zulüm yapılırken sahip çıkılmaması. Canıma dokunuyor; bir Müslüman hanımın dayanılmaz işkenceler karşısında yalnız bırakılması. Dayanılır gibi değil; “ABD’nin “demokrasi götüreceğiz.” diyerek girdiği ülkelerde, plütokrasi dayatması. İnanılır gibi değil; kendilerini iyilik meleği gibi lanse ederek, dünyanın süper kahramanlığını yaptığına inandırması.

Afiye Sıddıki’nin kardeşi Fevziye Sıddıki bir gazeteye verdiği röportajda: Afiye Hanım’ın Guantanamo’da gördüğü işkencelerin devam ettiğini anlatıyor. ABD’de çıkarıldığı sözde mahkemede: “Dünya üzerinde beni kurtaracak bir Müslüman yok mu?” dediğini öğrendiklerini söylüyor. Ardından da ekliyor: “Müslümanlar ümmetin bu kızı için birleşmiş olsalardı, Afiye hala hapiste olmazdı.”

İslam, bedelli bir dindir. Ümmetin erkekleri gibi kadınları da inançları uğrunda büyük bedeller ödemiştir. Çok eski zamanlara gitmeye gerek yok. Zindanda görmediği eziyet kalmayan Zeynep Gazali, bunların en çarpıcı örneklerinden biridir. Ebu Gureyb Hapishanesi’nden yazdıkları mektuplarla tanıdığımız Fatma ve Nur kardeşlerimizin anlattıkları karşısında aklımızın başımızdan gitmemiş olması, şaşılacak bir hadisedir. “Ne olur gelin, yıkın bu hapishanenin duvarlarını, öldürün ve bizi kurtarın” diye yalvarışlarına akıl mı, kalp mi dayanabilir? Afiye Sıddıki; insanlar ve Müslümanlar sağır kalsa da, imanının bedelini bir başına ve en ağır şekilde ödeyen bir hanımefendidir. Onun hissesine düşen bedel, tıpkı 90 günde 22 binden fazla şehit vermelerine rağmen kendileriyle baş başa bırakılan Gazzeliler gibidir.   

Hiç mi bir Gazze yalnızlığı yaşamadınız hayatınızda? “Bana uzanacak tek bir el yok mu” dedirten bir Afiye Sıddıki çaresizliğini hiç mi tanımadınız, ömrünüzün bir noktasında? ABD’nin zulmünden nasibini almış Afganistan’ın o dönemdeki idarecileri; niçin teslim ettiniz Afiye Sıddıki’yi düşmana? O günden bugüne Pakistan’ı yönetenler; nasıl sahip çıkmazsınız yurttaşınıza? Ve ey Müslüman halkların liderleri: zalimlere mukavemet etmeye kuvveti yetmeyecek bir kadını kurtarmak için, neden yıkmadınız dünyayı başlarına? Paranız, makamınız, dalkavuklarınız hiç terk etmedi mi sizleri ıssızlığa? Hiç mi gözyaşı dökmediniz, saklanıp gözlerden uzağa? Kapılmadınız mı hiç; “dünyada sadece ben kalmışım ve dünyanın bütün imtihanları bana yüklenmiş” duygusuna? Tek başınıza öleceğinizi ve tek başınıza kabre gireceğinizi de mi unuttunuz yoksa?..

Eşi ve2 çocuğu dahil, ailesinden 12 kişiyi şehit veren El-Cezire muhabiri ve gazeteci Vael Al Dahdouh’un en büyük oğlu gazeteci Hamza’nın, bindiği arabaya israilin SİHA’larla saldırması sonucu şehit olduğunu öğrendik bugün. “Hamza’dan önce ve Hamza’dan sonra da yoldayız ve devam edeceğiz.” sözlerini okuduk acılı beyefendinin. “Baba, lütfen bizim için kal. Ailemizde senden başka kimse kalmadı.” diyen kızını teselli edişini izledik, yüreğimiz dayandığınca. Ve o ıstırapla kameraların karşısına geçtiğinde: “Sesimizi asla kesemeyecekler.” cümlesi, ok gibi saplandı bağrımıza... Aynı saldırıda şehit düşen Mustafa’nın annesinin, oğlunu görmek istemesi fakat paramparça olduğu için naaşını göstermedikleri görüntüler kaçtı gözümüze. Toz kadar değeri olmayan poz mücahitleri yerleşti, öfkemizin hedefine. israil savaş uçağı tarafından dört oğlu şehit edilen Filistinli annenin yüzünü yurt edinen keder oturdu içimize. Dağıtılan yemekler bitince, ellerindeki bomboş kaplarla kalakalan yetim çocuklar sıkıştı nefesimize…

7 Ekim’den sonra, ilk zamanlarda Müslüman halkların liderlerinin üzerindeydi Filistinlilerin gözleri. Şimdi ise, beddua dolu sözler üzerlerinde. Ey, 3 aydır süren katliamlara rağmen israille ticareti durdurmayan ülkemin iktidarı; önceden Filistin için umuttunuz. Bu aralar ise, beddualar dışında unutuldunuz. Her durumda partizanca tavır takınan, liderinin her yaptığında bir hikmet olduğunu düşünerek putlaştıran insanlar; sizler de bu beddualardan payınızı almaktasınız. Tevbe Suresi 38. ayette: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda topluca savaşa çıkın” dendiğinde oturduğunuz yere çakılıp kaldınız? Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? İyi bilin ki, ahiretin yanında dünya hayatının zevki hiç denecek kadar azdır.” buyrulmuşken, yöneticilerinin Filistin’e müdahalesizliğini ve ticaretini savunarak destekleyen halk; bu ahların, intizarların sizleri de yakmaması için, Müslümanca bir duruş takınmalısınız. 

Ey Müslüman halkların liderleri: her gün beş vakit nasıl çıkıyorsunuz Allah’ın huzuruna? Ne hissediyorsunuz; “yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” dediğiniz anlarda? Mevkinizden, otoritenizden, servetinizden ayrılmayı göze alamadığınız için mi, konuşmakla yetinmektesiniz? Bedelli Müslümanlığa rıza göstermeyip, bedavadan cennete gireceğinizi mi zannetmektesiniz?  Mazeretleriniz sizleri halk nazarında temize çıkarsa da, Hakk’ın nezdinde aklanamayacaksınız. Dünyada sıyrılsanız bu vebalden, ahirette kurtulamayacaksınız…

Afiye Sıddıki Hanımefendiye, Ebu Ubeydelere, imanı uğrunda bedel ödeyen ve ödemeye hazır olan tüm Müslüman kardeşlerime; en kalbi dualarım ve saygılarımla…