Stratejik Bedel ve Ulusal İpotek: Türkiye'nin 43 Milyar Dolarlık ABD LNG Taahhüdünün Analizi

​Türkiye'nin enerji güvenliği paradigması, son dönemde imzalanan ve stratejik önemi ile maliyeti açısından dikkat çeken bir anlaşma ile radikal bir sorgulama dönemine girmiştir. ABD merkezli enerji ticaret devi Mercuria ile yapılan ve yirmi yıllık bir süreyi kapsayan, tahmini bedeli 43 milyar doları bulan bu uzun vadeli Sıvılaştırılmış Doğal Gaz (LNG) tedarik anlaşması, ülkenin enerji ithalat faturasına devasa bir kalem eklemekle kalmamış, aynı zamanda uzun vadeli stratejik otonomisini de ciddi bir ipotek altına almıştır.

​Karadeniz ve Akdeniz'deki kendi doğal gaz rezervleri keşiflerinin umut verici seyrine rağmen, böylesine yüksek maliyetli ve uzun soluklu bir ABD taahhüdüne girilmesi, enerji uzmanları ve jeopolitik analistler nezdinde sadece ekonomik bir tercih değil, ulusal çıkarların kısa vadeli diplomatik sükûnet uğruna feda edildiği bir stratejik zaafiyet olarak değerlendirilmektedir.

​Yüksek Maliyetli Bağımlılığın Ekonomik Rasyoneliteye Gölgesi

​Bu mega anlaşmanın eleştirilmesinin temelinde, rasyonel ekonomik tercih ilkesinden belirgin bir sapma yatmasıdır. LNG, doğası gereği yüksek nakliye, sıvılaştırma ve yeniden gazlaştırma (regazifikasyon) aşamalarının maliyetlerini bünyesinde barındırır. Bu da, maliyet etkinliği kanıtlanmış boru hattı ile gelen Rusya, Azerbaycan ve İran gazına kıyasla, okyanus aşırı tedarik edilen ABD LNG'sinin birim maliyetini kaçınılmaz olarak yükseltmektedir. Detaylı uzman analizleri, bu anlaşmanın sadece ülkenin ortalama enerji fiyatlarını yukarı çekmekle kalmayıp, Türkiye'nin uzun süredir savunduğu enerji kaynaklarını çeşitlendirme hedefine de gölge düşürdüğünü ortaya koymaktadır.

​43 milyar dolarlık bu yirmi yıllık taahhüt, Türkiye ekonomisini, küresel LNG piyasasının spekülatif baskılarına ve beklenmedik fiyat dalgalanmalarına karşı daha kırılgan bir pozisyona itmektedir. Bu, sıradan bir ticari işlemden öte, ülkenin uzun yıllar sürecek enerji güzergâhını, maliyeti yüksek ve tek bir büyük tedarikçi ülkeye bağlama kararıdır. Kronik enflasyon ve yüksek cari açıkla mücadele eden bir ekonomi için, bu denli büyük ve pahalı bir döviz çıkışı garantisi, makroekonomik riskleri katlayıcı bir etki oluşturarak, ulusal mali disiplini zorlu bir sınava tabi tutmaktadır.

​Jeopolitik Risk Yönetimi ve Diplomatik Zafiyetin Maliyeti

​Bu anlaşmanın asıl derin ve kalıcı etkisi, jeopolitik ve stratejik boyutlarda kendini göstermektedir. ABD ile Türkiye arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkiler; S-400 krizi, Suriye politikaları ve F-35 programından çıkarma gibi kritik meseleler üzerinden sürekli bir gerilim hattında seyretmektedir. Böylesine kritik bir dönemde, Türkiye'nin enerji bağımlılığını ABD gibi zaman zaman stratejik baskı ve yaptırım potansiyeli taşıyan bir güce karşı derinleştirmesi, ulusal güvenlik ve dış politika manevra alanı açısından büyük bir risk teşkil etmektedir.

​Bu önemli LNG anlaşmasının zamanlaması, salt bir ticari karardan öte, jeopolitik bir pazarlık aracı olarak kullanıldığı şüphesini güçlendiriyor. Anlaşmanın, ABD Başkanı Donald Trump'ın Türkiye yönetimine yönelik kişisel iltifatlarının ve iki lider arasındaki diplomatik yakınlaşmanın en yoğun olduğu döneme denk gelmesi, bu kararın ardında yatan siyasi motivasyonu göz ardı etmeyi imkansız kılıyor. Analistler, bu yüklü LNG taahhüdünün, kısa vadeli siyasi sükûneti satın alma amacı taşıdığını öne sürmektedir. Sonuç, yüksek maliyetli ve yirmi yıl sürecek bir enerji bağımlılığı faturasıdır. Bu durum, dış politikada kişisel düzeyde verilen tavizlerin ve anlık diplomatik kazanımların, ulusal ekonomiye nasıl kalıcı ve ağır bir bedel yüklediğinin çarpıcı bir örneğidir.

​Ulusal Bağımsızlık Vizyonu ve Enerji Güvenliği Çıkmazı

​Türkiye, iddialı bir bölgesel enerji merkezi olma vizyonunu benimsemekte ve Karadeniz'deki önemli doğal gaz keşifleriyle ulusal enerji bağımsızlığı yolunda tarihi adımlar atmaktadır. Ancak bu 43 milyar dolarlık uzun vadeli taahhüt, bu stratejik vizyonla temelden çelişmektedir. Enerji güvenliğinin temel kuralı, kaynak ve güzergâhları çeşitlendirerek tek bir tedarikçiye olan kritik bağımlılığı en aza indirmektir.

​Mevcut ABD anlaşmasıyla Türkiye'nin LNG portföyündeki Amerikan payı kritik bir düzeye çıkmıştır. Bu durum, Türkiye'nin küresel enerji piyasalarındaki pazarlık gücünü ve tedarikçi seçimi serbestliğini ciddi ölçüde kısıtlamaktadır. Sonuç olarak, ülkenin kendi imkanlarıyla sağlamayı amaçladığı stratejik özerklik, yabancı bir gücün tedarik zincirine teslim edilmiş olmaktadır.

​Sonuç

​Mercuria ile imzalanan dev LNG anlaşması, salt bir enerji tedariki meselesi olmanın ötesinde, ulusal bağımsızlığın ve stratejik özerkliğin bedelini işaret eden bir dönüm noktasıdır. Yüksek fiyata mahkûm edilen bu yirmi yıllık bağımlılık, kısa vadeli diplomatik kazançların, ülkenin uzun vadeli stratejik ve ekonomik çıkarlarına nasıl kalıcı olarak zarar verebileceğini gösteren, son derece maliyetli bir vakadır.

​Türkiye, geleceğin enerji stratejisini; şeffaflık, ekonomik rasyonellik, mali disiplin ve öncelikli olarak ulusal güvenlik perspektifinden acilen yeniden tanımlamak ve siyasi jestlerin getireceği ağır bedellerden ders çıkarmak zorundadır.

​FATMA YILDIZ

Oval Ofis ve yazı görseli olabilir