MAKAM KOLTUKLARINDAN GÖRÜLMEYEN GAZZE

Gazze; güzel bir şey yaşasak, gülüşümüzü donduran kış. En çok üzüldüğümüz dertlerimiz için döktüğümüz gözyaşlarımızı yarım damlada susturan yaş ağıt. Gazze; zamanın ötesine geçen ve aynı zamanda zamanı durduran akış. Mekanın sınırlarını çizen ve o esnada mekanı mekansızlaştıran baş yapıt…

Yaklaşık 3 aydır, uyanır uyanmaz Gazze haberlerini okumak oluyor ilk işimiz. Ve hiçbir gece Gazze’nin son durumunu öğrenmeden kapanmıyor gözlerimiz. Aradaki mesafeler hiçleşiyor, meseleler hariçleşiyor Gazze denilince. Her dem, bir daha gündem oluyor hayatımızın her gününde… Maalesef, pek de oralı olmayanlar da var halkımız arasında. “Bize ne Araplardan” diyen, hadiseleri milliyetçilik penceresinden değerlendirenler de çıkıyor karşımıza. Bu tutum, ilk etapta Arap düşmanlığı şeklinde yorumlansa da, ekseriyet için durum çok başka. “Araplar bizi arkamızdan vurdu” sözleriyle tezahür eden yaklaşım, Araplara tahammül edememek aslında. Bu kişiler; İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan nefreti taşmıyorlar. Ülkemizi bizzat işgal eden bu ülkelere kin gütmüyorlar. Servet ve iktidar vaatleriyle satın alınmış hain bir Arap Osmanlı’ya ihanet etti diye, bütün Arapları düşman görmek niye? Samimilerse, imparatorluğumuzu içten çökerten Ermenilere de aynı tepkiyi koymaları gerekmez miydi? Niçin bütün öfkelerini Araplara kanalize ediyorlar da, yüzbinlerce atamızı öldüren Avrupa ülkelerini hiç hedeflerine almıyorlar? Dünkü düşmanların hepsiyle barışabiliyorlar da, hangi gerekçeyle Araplara küs kalıyorlar? Yazık ki, pek çoğu “İslam’dan nefret ediyorum” diyemedikleri için Araplara kin kusuyorlar? “Allah’a düşmanım” diyecek cesaretleri olmadığından, Arap düşmanlığı üzerinden bilinçaltlarını ve kalplerinde sakladıklarını dışa vuruyorlar… İçinde olmadığın acının dışında kalamamaktır; insan olabilmek. Uzakta yaşanan ıstırabı kalbinin en yakınına taşıyabilmek…

Halkımızın bir kesimi de; “Filistinliler topraklarını sattı ve bu akıbeti hak etti” düşüncesiyle, omuzlarından düşürüyor yükümlülüğünü. Hiç araştırdılar mı acaba, o dönemde kaç kişi toprağını sattı? Bizim ülkemizde de yabancılara toprak satılıyor. Bir ay öncesine kadar 250 bin dolar tutarında ev, arsa vb. alanlara T.C. vatandaşlığı verilirken, bu rakam 400 bin dolara çıkarıldı ve uygulama devam ediyor. 2012 yılında 2644 sayılı Tapu Kanunu’nda yapılan değişiklikle, bir yabancıya satılabilecek toprak miktarı 30 hektara çıkarıldı. Cumhurbaşkanı ya da bakanlar kurulu kararıyla bu rakam iki katına da yükseltilebiliyor. Murat Kurum bakan olduğu dönemde: 2010-2020 yılları arasında 21 milyon 284 bin 892 metrekare arazi, 11 bin 594 adet taşınmaz 180 bin 863 işyeri ve konutun yabancılara satıldığını açıklamıştı. Yalnızca 2022 senesinde ise 5 milyon 219 bin 309 metrekare tarım arazisinin yabancılara satıldığını da kendisinden öğrenmiştik. Gelecekte bizim için de “topraklarını kendileri sattılar” denilse, ülkemizi işgal etmekte ve bizleri öldürmekte haklı mı olacaklar? Diyelim ki, Filistinlilerin ataları topraklarını sattı. Cezasını bugünkü nesiller mi ödemeli? Kimin faturasını kime kesiyorsunuz? Kimin günahı için kimi cezalandırıyorsunuz?

Halkımızın büyük çoğunluğu Filistin’e insani ve İslami bakış açısıyla bakıyor ve soykırımın ivedilikle son bulmasını istiyor. Bu noktada da, milletimiz ve yöneticilerimiz arasındaki uçurum derinleşiyor. Bir yandan israille ilişkiler sürdürülürken, bir yandan da ticaretin kesilmemesi ciddi tepkiler alıyor. Meyve, sebze, demir, çelik, su, çimento vb. ürünlerin ihracatıyla birlikte, siyonistlere silah satıldığı da belgeleniyor. TÜİK, geçen hafta konuya dair yaptığı açıklamada: “Satışı yapılan ürünlerin silah değil, silah parçası” olduğunu söylüyor. Bu silah parçalarının “savaş için değil, av ve spor amaçlı” olduğunu da ekliyor. Bir itiraf ancak bu kadar ihtilaf barındırabilir. Bir savunma ancak bu kadar suçlama içerebilir. Bir gaf ancak bu kadar şeffaf olabilir. Bir aklama ancak bu kadar saçmalama doğurabilir. Dalga mı geçiyorsunuz? Hepimizi beyinsiz mi sanıyorsunuz? Siyonist sporcuların en çok yaptığı spor, Filistinli çocukların peşinde koşmaktır. O çocukları yakalatan kurşunları gönderenlerin de, işkencede payı vardır. Siyonist avcıların en sevdiği av, Filistinli bebekleri avlamaktır. Katile silah veren de, cinayetin suç ortağıdır.

Ülkemizin kalemşorları ekseriyetle, israili destekleyen firmaların ürünlerine boykot üzerinde duruyor. Mütemadiyen halkın yapması gerekenleri yazıp çizerken; hükümete dair bir eleştirilerine, bir yönlendirmelerine pek de rastlanmıyor. Asıl boykot edilmesi gerekenin; yurdumuza boykot ürünlerinin girmesine izin veren ve israile her gün ortalama 8 gemi gitmesini engellemeyen iktidar olduğu, kelimelerine hiç yansımıyor. Starbucks kahvesini içenlere saldıranlar, kahvelerini dökenler; israile fiili müdahale edilmesinin lüzumunu konuşmaktan ateşten kaçarcasına kaçıyor.

Kendilerine hoca denilen birtakım zatlar; aynen İstanbul fethedilirken meleklerin cinsiyetini tartışan Hristiyanlar gibi, sünnet sakalının boyunu tartışıyor. Rabıtanın ölen şeyhe mi, diriye mi yapılacağı hususunda detaylı sohbetler veriyor. Gazze can çekişirken, birileri tarikat magazini peşinde. Kim kime selam vermemiş, kim kimin selamını almamış derdinde. Bu hocaların bazıları da; Gazze’ye sahip çıkılmamasının tek müsebbibinin halk olduğu kanaatinde. Onların nazarında; sabah namazında cemaate gelmeyenler, dolar 100 liraya çıkarsa iktidara sırtını dönecek olanlar suçlu sadece. Kur korumalı mevduat hesabı uygulanırken, astronomik zamlar yapılırken, fabrikalarımız satılırken, israille normalleşilirken; millete fikri soruldu mu? Bu ekonomik şartlarda yaşayabilir misiniz denildi mi? Türk askerine İsrail bayrağı taşıtılırken, bunu insanlığınıza ve İslamlığınıza yedirebiliyor musunuz suali yöneltildi mi? Vatandaşlara sorulmaması bir yana; Allah’ın kitabı bu konuda ne diyor diye bakıldı mı? Cihat ayetlerinin gereği yapıldı mı?

Ah Gazze! İçimizin en ince sızısı. Ah Gazze! Kanımız akıtılmadan açılan yaralarımızın en çok kanayanı. 3 aya yaklaşırken, 26 bin şehidimiz var Gazze’de. Rakamlar büyüyor, acılar büyüyor; Müslüman halkların liderlerinin makam sevdası küçülmüyor. Açlık, susuzluk çoğalıyor, masumların gözyaşları çoğalıyor; Müslüman halkların liderlerinin güç ve otorite tutkusu azalmıyor.

Türkiye’den ve pek çok ülkeden 350 anne açlık grevi başlatıyor; ümmetin yöneticilerinin kılı kıpırdamıyor. Dağıtılan yemek bittiği için eli boş dönen bir çocuk: “Ölüm yaşamaktan daha merhametli” diyor; memleketimizde ise Filistin atkısıyla TBMM’ne girilmesine müsaade edilmiyor. Kansızların Gazze’de döktüğü kan iktidarın canını sıkmıyor da, Filistin’in atkısı mı sıkıntı oluyor?

İkinci savaş başladı Gazze’de. Açlık ve soğuk savaşı. 5 aylık bebek bile açlıktan öldü. Aşırı soğuk nedeniyle iki şehit verildi bir gecede. Yağmur suyuyla abdest alan bir Filistinli yansıdı kameralara. Çamurun içinde yatan çocukları gördük fotoğraflarda. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa: “israile karşı dava açmamıza riskli diyorlar. Ülkemize saldırabilir veya iç karışıklık çıkarabilirlermiş. Ne olursa olsun ilkelerimize bağlı kalacağız. Filistin özgür olana dek, hiçbirimiz özgür olamayacağız.” derken, ümmetin lideri dedikleri cumhurbaşkanımız, saldırıların durdurulması için çağrıda bulunuyor.

Susuz kalmış bir çocuk, bir damla su akar diye hortumun altında ağzını açıp bekliyor. Açlıktan ölmemek için hayvan yemleri öğütülüp ekmek yapılıyor. “AKP düşerse Kudüs düşer” sloganıyla seçim propagandası yapan iktidara; israile yaptırım uygulayın, deniz ve hava sahalarımızla birlikte İncirlik ve Kürecik’i kapatın, ticareti durdurun diye aylardır neredeyse yalvaran halkımız, şimdi de Gazze’ye havadan yardım gönderin diye yalvarıyor. Lakin, hükümet cenahından tek ses çıkmıyor. İsteyen; havadan, denizden, karadan yardım ulaştıracak bir yol bulur. İstemeyen; bir yolunu bulup kapıdan, pencereden, bacadan savuşur.

Güzel insanlarımız katliamlara tepkisini göstermek istiyor; Beyoğlu’nda bir sinagogun önünde israili protesto eden bir vatandaşımız ters kelepçe vurularak ifadeye götürülüyor. “Müslüman bir yönetici, Kur’an-ı Kerim yakan İsveç’in NATO’ya girişini nasıl onaylayabilir? Müslüman bir yönetici, askerlerimizi şehit eden PKK’ya silah veren İsveç’i nasıl ödüllendirebilir? Müslüman bir yönetici, israilin Gazze’deki soykırımını destekleyen İsveç’e nasıl destek olabilir? Kur’an-ı Kerim’in, şehitlerimizin, Gazzelilerin hiç mi hatırı yok?” sualini iktidara yönlendirmeyenler; “kola ikram edilen düğünlere gitmeyin. Gazze’de ölen çocukları umursamayanları siz de umursamayın.” şeklinde ahkam kesiyor.

Filistinli Ayila’nın ilk önce evi bombalanıyor. Babası ve kardeşi şehit oluyor. Ağır yaralı olarak enkazdan çıkarılan Ayila, hastanede tedavi olamayınca, dedesinin evine gidiyor. O eve de baskın yapılıyor. Gözlerinin önünde dayıları ve kuzenleri öldürülüyor. Yanındaki kadınlarla birlikte bir odaya götürülen Ayila, tank topları tarafından vuruluyor ve tekrar yaralanıyor. Ayila 3 yaşında, sadece üç. Ancak, 100 yaşına kadar bile yaşanmayan acılarla üç yılda tanışıyor. Bu arada ülkemizde ise, israile elektrik veren Zorlu Holding’in önünde protesto düzenleyen bir grup gencimiz gözaltına alınıyor. israille ticareti durdurmayanlar, israili protesto edenleri durduruyorlar. Gazze’de elektrik yokluğundan bebekler ölürken, siyoniste elektrik vermekten utanmıyorlar. Tüm dünyada eylemler yapılırken, ülkemizdekileri, gözaltına alıyorlar. Niçin? israilli dostlarının zoruna mı gider, Zorlu Holding’in protesto edilmesi?

Gazzeli doktor Esma Hanım şehit olmadan önceki ses kaydında: “Rab’bim bizi satanlardan, bize ihanet edenlerden, israille ortaklık yapanlardan ve onlarla dostluk kuranlardan intikamımızı al.” diye dua ediyor. Maalesef; Allah’ın intikamını hak edenlerden olmamak için, iktidara ve bazı hoca takımına eleştirilerde bulunduğumuz anlaşılmıyor. Gazze’deki ölümlere ve zulümlere dayanacak takatimiz kalmadığından, böyle onursuzca yaşamakta çok zorlandığımızdan, tepki verdiğimiz düşünülmüyor. Hükümete yönlendirdiğimiz her eleştiri sonucunda; “Fetöcü, vatan haini, İrancı” gibi yaftalarla yaftalanıyoruz. Samimiyetle kardeşlerimizin derdiyle dertlendiğimize ve soykırım karşısında gereğini yapmayanın kimliği, aidiyeti fark etmeksizin herkese aynı tavrı takınacağımıza ihtimal verilmiyor. Muhalefet olsun diye karşı durduğumuza inanılsa da, Rab’bimiz niyetimizi bilmektedir ve herkes hakkında adaletle hükmedecektir.

Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Prof. Dr. Ali Muhyiddin el-Karadaği: “Müslüman ülke ve liderlerinin Gazze için ordularını harekete geçirmesi gerekiyor. Bu, Müslüman liderler için farzdır. Savaşa yol açsa bile Gazze’yi açlıktan kurtarmak dini bir zorunluluktur.” fetvasını ilan etti. Bizler gibi sade vatandaşların görüşlerine itibar etmeyebilirsiniz tabii ki. Ne olur, Karadaği’nin sözlerine teveccüh gösterin. Kudüs Tugayları Sözcüsü Ebu Hamza’nın, İslam ve Arap ülkelerinin yöneticilerine hitaben: “En büyük sorgu gününde Allah’a ne diyeceksiniz? Biz orucumuzu tuttuk, namazımızı kıldık ama Filistin’e yardım edemedik mi diyeceksiniz?” sorusuna cevap verememenin pişmanlığını gözünüzde canlandırmaya çalışın. Mahşer gününde o liderlerle birlikte sorgulananlardan olmayın.

Temennimiz odur ki; Gazze’yi yalnız bırakanları desteklemenin vebalini hiçbir kardeşimiz yüklenmesin. Bütün halklar yöneticilerine karşı öyle ciddi tepkiler ortaya koysun ki; israile fiili müdahalede bulunmazlarsa tek bir oy alamayacakları gösterilsin ve mecburen harekete geçirilsin.

Tüm içtenliğimle ne istiyorum biliyor musunuz? Gazze’ye ve Doğu Türkistan’a seyirci kalan tüm ülkelerin iktidarları ilk seçimlerde öyle bir hezimete uğrasın ki; zalimi durdurmayanın siyasi hayatının bittiğini hepsi anlasın. Anlasın ki; hiçbiri kınamakla kalamasın. Sandığa gömülen AKP’nin yerine gelen iktidar da, icraata Gazze ile başlasın…

Saygılarımla…