ASGARİ ÜCRETLİ ZOR DURUMDA, YA KÖYLÜNÜN HALİ?
“Köylünün Hakkını Vermezsen Şehir Aç Kalır!”
Ben, çiftçilik yapan ve hayvancılıkla uğraşan bir ailede doğmuş, yıllarca tarlada çalışmış bir vatandaş olarak size biraz da köylünün sıkıntılarından bahsetmek istiyorum.
Günümüzde asgari ücret sıkça tartışılırken, köylünün durumu çoğu zaman göz ardı ediliyor. Oysa bu mesele yalnızca köylüyü değil, tüm ülkeyi ilgilendiriyor. Tarım, bir ülkenin ekonomik bağımsızlığının temelidir.
Ancak içinde bulunduğumuz sistem köylüyü yalnız bıraktı. Kanuni Sultan Süleyman, “Köylü milletin efendisidir.” demişti ama bugün köylü, kendi emeğinin bile efendisi olamıyor.
Köylünün hayatı zordur. Mesai, gün doğmadan başlar; horoz ötmeden önce uyanır. Toprağın sesini dinler, hava durumunu koklar, rüzgârı hisseder. Çünkü onun takvimi doğadır, saati güneşin yönüdür.
Köylünün çalışması, bir makinenin düzenli işleyişine benzemez. Toprağı sürmek, tohumu ekmek, sulamak, gübrelemek ve sonunda mahsulü toplamak, zahmetin yalnızca görünen kısmıdır. Her mevsim ayrı bir zorluktur: Yazın kavurucu sıcağında ter dökülür, kışın dondurucu ayazında çatlayan ellerle odun taşınır. Bahar aylarında umut filizlenir ama kaygı da büyür: “Bu yıl ürün tutacak mı?”, “Ya dolu yağarsa?”, “Pazar fiyatları ne olacak?”
Köylünün emeği yalnızca bedensel değil, ruhsal bir çabadır. Borçla alınan tohumun, krediyle doldurulan mazotun, aylarca beklenen yağmurun stresi hep köylünün omuzlarındadır. Bir traktörün tekerleği dönsün diye ödenen faizler, sabahlara kadar düşünülen borçlar köylünün görünmeyen yüküdür. Oysa şehirde tüketilen her lokma, bu emeğin bir parçasıdır.
Ancak bu bitmek bilmeyen çabanın, gecesiyle gündüzüyle verilen emeğin karşılığı artık alınamıyor. Maliyetler çok fazla arttı; gübre, mazot, su faturası katlandı. Ekilen tohumlar ithal ve kendi ayırdığın tohumu artık ekemiyorsun, çürüyor. Çünkü tohumlar suni ve tek kullanımlık. Ata tohumu ise bulmak neredeyse imkânsız...
Pazara gidildiğinde ürünün değeri, emeğin büyüklüğüyle orantılı değil. Aracılar ve tüccarlar kazandı ama gerçek üretici, yani köylü, hep kaybeden taraf oldu. Evet, mahsul para etmiyor ama bu, o emeğin tamamen boşa gittiği anlamına gelmez. Çünkü köylü yalnızca ürün değil, bir kültürü ve yaşam biçimini de ayakta tutuyor.
Köylünün mücadelesi sadece geçim değil, bir var olma savaşıdır. Toprakla olan bağ, hem bedensel hem ruhsal bir yük getirir. Artan maliyetler, borçlar ve düşen ürün fiyatları üreticiyi ayakta durmakta zorlaştırıyor. Oysa sofralarımıza gelen her lokma, bu emeğin ürünüdür.
Bununla birlikte gençler artık tarlada çalışmak istemiyor. Bu durum, “Sen ağa, ben ağa; inekleri kim sağa?” sözünü hatırlatıyor. Köylü, topraktan elini ayağını çekince, beraberinde birçok sıkıntı da geliyor. Taşı sıksa suyunu çıkaracak bu gençlerimiz, biraz daha iyi bir yaşam ümidiyle büyük şehirlere göç ediyor.
Peki, bunun zararları nedir?
Bu durum, tarımsal üretimin azalmasına ve gıda fiyatlarının yükselmesine yol açıyor. Şehirler kalabalıklaştıkça işsizlik ve yoksulluk artıyor. Aynı zamanda suç oranları yükseliyor, konut sıkıntısı ve kira artışları gibi birçok sorun da beraberinde geliyor.
Hayvancılıkta da durum farklı değil.
Zorluk sadece hayvan bakımında değil; verilen emeğin karşılığı alınamıyor. Sürekli artan yem fiyatları, katkı maddeleriyle dolu yemler ve hayvanlara zorunlu hale getirilen aşılar, hayvanların doğasını bozuyor. Yılda iki kez yavrulaması gereken küçükbaşlar çoğunlukla boş gebelik yaşıyor ya da ölü doğum yapıyor. Tüm bunlar da et fiyatlarının artmasına neden oluyorken birçok eve maalesef kırmızı et girmiyor.
Unutmayalım ki bu sadece köylünün sorunu değil. Tarım üretimi düşerse, gıda fiyatları artar, ithalata bağımlılık yükselir. Oysa bir ülkenin gücü, kendi toprağında üretebilmesindedir. Bu nedenle tarım, yalnızca köylünün değil, tüm toplumun ortak davasıdır.
Köylünün çalışması boşa gitmez. O emek, bir ülkenin bağımsızlık tohumudur. Bu yüzden alın terinin karşılığını vermek yalnızca ekonomik değil, vicdani bir sorumluluktur. Köylü çalışmaktan vazgeçmez çünkü toprağından vazgeçmez. Ama bizler bu emeğe sahip çıkmazsak, toprağın bereketi bir gün sessizleşir. Ve o sessizlik, sofralarımızda açlık olarak karşımıza çıkar.
Bu yüzden köylünün bitmeyen mücadelesi, aslında hepimizin mücadelesidir. O mücadeleyi desteklemek, emeğe değer vermekle başlar. Çünkü toprak çalışkan elleri sever, ama o ellerin kıymetini bilmek de bizlere düşer.
Sonuç olarak:
Köylünün emeği karşılık bulamazsa, bir ülkenin gıda güvenliği ve ekonomik bağımsızlığı tehlikeye girer. Üreticiyi destekleyen uygulamalar yalnızca köylü için değil, tüm toplumun geleceği için zorunludur.
Üreten kazanmalı ki, toprak da bereketini sürdürebilsin.
Peki siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizin bu duruma çözüm önerileriniz var mı?
MEDİNE YÜKSEL, SAYGILARIMLA.