BOYKOT VE HAC ARASINDA BİR VİCDAN MUHASEBESİ

Mekke’nin ortasında sade ama görkemli bir yapıdır Kâbe-i Muazzama, Beytullah yani Allah’ın evidir. Dünyadaki bütün Müslümanların namazda döndüğü yönü, kıblesidir aynı zamanda. Kuran’da inşa edilen ilk evin Kâbe olduğu bildiriliyor: Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan ev, Mekke’de, o, kutlu ve bütün insanlar (âlemler) için hidayet olan (Kâbe)’dir. (Ali İmran Suresi, 96) 

Bu ayetten; Kâbe’nin kendisi, taşı, duvarı değil onun sembolik anlamının önemli olduğunu anlayabiliriz. Şöyle ki; Allah bizlere evin, ailenin, şehrin, medeniyetin kısacası birlikte yaşamanın, ümmet olmanın, kardeş olmanın önemini anlamamız için Hac ibadetini bir sebep yapmıştır. Kuran’da Kâbe’nin, ev olarak nitelendirilmesi öylesine değildir. Bilindiği gibi ev, ailenin temelinin atıldığı, birlikte yaşayıp, eğitim aldıkları bir mekândır.

Şu kesin olarak bilinmelidir ki: Hac Müslümanların bir araya toplanıp istişare edebildiği dertlerini dinlediği toplanma alanı ve bu toplantıya bir vesiledir. Birbirlerinin sıkıntılarını istişare edip, dertlerine çözüm üretebilecekleri bir evdir.

Çünkü Allah-u Teâlâ: “İnkâr edenler birbirinin velisidir. Siz de birbirinize veli olmazsanız yeryüzünde fitne ve fesat çıkar.” (Enfal Suresi/73)

“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi/4)

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın…” (Al-i İmran Suresi, 103) ayetleriyle bildirdiği en büyük ibadetlerden olan, Allah’ın “birlik olma, birbirine veli olma” hükmü tıpkı namaz, oruç, zekât, hac gibi farz kılınan en büyük ibadetlerdendir. Hac ibadeti, bu birliği ve beraberliği sağlayan önemli bir fırsattır.

Tevhit inancının sembolü konumunda olan Hz. İbrahim’in yaşantısı, din için çektiği çileler ve fedakârlıkların bize örnek olabilmesi için oğlu İsmail ve eşi Hacer’in başından geçenler Haccın en önemli rükünlerindendir.

Haccın çok önemli ve temel bir amacı ise Hz. İbrahim’in bıraktığı mirasın korunması, onun hayatının örnek alınmasıdır (putperest bir kavmin içinden çıkıp Allah’ı araması ve sonrasında putlara karşı verdiği mücadele azmi vb.) Bu nedenle Hz. İsmail’in annesinin koştuğu Safa, Merve arasında koşulur, Hz. İbrahim gibi kurban kesilir ve Allah’ın evi ziyaret edilerek her ırktan müminlerle istişare ve hasbihal edilir.

Ancak son yıllarda hac bu bağlamdan çıkıp bambaşka bir şekle dönüştü. Maalesef hac ibadeti amacına uygun şekilde yapılmıyor. Zira uzun yıllardan beri Müslümanları saran acı ve sıkıntılara, İslam dünyasının üzerini kaplayan karanlıklara her geçen gün yenileri ekleniyor. Dünyanın dört bir yanında, Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Afganistan’da, İran’da, Libya’da, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da oluk oluk Müslüman kanı akıyor. Bütün bunlara rağmen hacılar umursuzca ibadetlerini yapıyor ve kimse ile muhatap olmadan dönüp geri geliyor. Adı üstünde hacı oluyor, o sükse de ona yetiyor. Varsın zülüm devam etsin, varsın bebekler açlıktan ölsün, kadınlar tecavüze uğrasın.

GERÇEĞİ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

İsrail mallarını boykot eden kardeşlerim hacı olmak için koşa koşa gittiğin Suudi Arabistan kimlerin kontrolünde biliyor musun?.. Allah’ın evine tepeden bakan Kâbe manzaralı lüks otelleri kimler ne amaçla inşa etti hiç düşündün mü? Orada harcadığın paralar kimlerin kasasına gidiyordu hiç sordun mu?..

Müslümanlara gitmediği ortada. Müslümanların cebine girse Filistin yerle bir olmazdı, yanı başındaki Yemen açlıktan kırılmazdı. Suriye başta olmak üzere birçok Arap ülkesi sefalete ve ölüme terk edilmezdi. Mülteci konumuna düşüp, Avrupa ülkelerinde horlanıp aşağılanmazdı.

Peki, Allah'ın misafirleri olarak gittiğiniz o kutsal topraklarda harcadığınız her kuruşun, mazlum coğrafyalara bir kurşun, bir bomba olarak geri dönme ihtimalini hiç düşündünüz mü?

Ey vicdan sahibi Müslümanlar, bu sorulara samimiyetle cevap vermek ve kendi nefsimizle bir muhasebe yapmak zorundayız. Aksi takdirde, boykotlarımız sadece birer kuru slogandan öteye gidemeyecektir. Bu durumda, İsrail mallarına yönelik başlattığımız boykotun etkinliğini ve samimiyetini bir kez daha gözden geçirip, daha kapsamlı ve tutarlı bir duruş sergilememiz gerekir. Kendi içimizdeki çelişkileri ve tutarsızlıkları gidermeden, dışarıya karşı anlamlı bir etki yaratmamız mümkün olmaz.

SONUÇ

Böylesi acıların ve zulümlerin yaşandığı bir dünyada, hac ibadeti biz Müslümanlar için sadece bireysel bir arınma vesilesi olmamalıdır. Aksine, omuz omuza verdiğimiz, aynı kıbleye yöneldiğimiz bu mübarek topraklarda, dünyanın dört bir yanından gelen kardeşlerimizle görüşmeli, tanışmalı, dertlerini dinlemeli ve ümmetin birliğinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha idrak etmeliyiz. Dönüşümüzde taşıyacağımız en büyük kazanım 'hacı' unvanı değil, o kutsal topraklarda kurduğumuz insani bağlar, duyduğumuz feryatlar ve bu birliği tesis etmek için göstereceğimiz çaba olmalıdır. Zira ancak o zaman, yapılan ibadetler gerçek manasına ulaşacak ve Allah katında makbul olacaktır.