Bireysel ve Toplumsal Barışın Anahtarı

“Kendimiz için istediğimizi başkası için de istemek; bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi
başkasına yapmamak.”

Günümüzde bireyler, aileler, komşular, akrabalar, kabileler, kavimler, ırklar ve hatta
devletlerarası düzeyde gerginlik, şiddet ve çatışmaların sayısı her geçen gün artmaktadır.
Peki, bütün bu bireysel ve toplumsal huzursuzlukların temel sebebi nedir?
Aslında sorun oldukça basittir: İnsanların kendileri için istediklerini başkaları için
istememeleri; sadece kendi kabilesi, ırkı, dili veya devleti için hak, adalet ve çıkarlarını
savunmaları; kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri başkalarına yapmalarıdır.
Oysa bütün insanlar, farklılıklarıyla birlikte yüce Allah tarafından yaratılmış ve aynı temel
haklara sahip kılınmıştır. Her insan için, “can, mal, akıl, nesil, inanç, adalet, hak, hukuk,
barış, huzur, güvenlik, refah, beslenme ve barınma” temel birer haktır. Bu haklar, ırk, renk,
dil, din, makam, servet veya sosyal statüye göre değişmez.
Dolayısıyla bireysel ve toplumsal barışın anahtarı, İslam’ın şu evrensel ahlak prensibinde
gizlidir:

“Kendimiz için istediğimizi başkası için de istemek; bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi
başkasına yapmamak.”

Nitekim Enes (R.A)’den rivayet edilen bir hadisi şerifte Resûlullah (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe,
gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”
Bu temel prensibi birkaç somut örnek üzerinden açıklayalım.
Kürt Meselesi Üzerine

Yaklaşık bir asırdır Türkiye’nin gündeminde yer alan Kürt meselesi, bu ilkenin ihlal
edilmesinin en somut örneklerinden biridir. Zaman zaman “barış süreci” veya “terörsüz
Türkiye” söylemleri gündeme gelse de kalıcı bir çözüm sağlanamamıştır.
Bu meselenin temelinde, Kürt halkının hak ve hukukunun uzun yıllar boyunca inkâr edilmesi
yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde egemen olan ırkçı zihniyet, kendisi
için istediğini Kürt Halkı için istememiştir. On yıllar boyunca inkâr, asimilasyon, baskı,
işkence, köy boşaltmaları ve kayyum politikaları uygulanmıştır.
Bugün hiçbir Türk vatandaşı, aynı uygulamaların kendi ırkına, milletine veya diline yapılmasını
kabul eder mi? Elbette etmez. O hâlde, aynı yasakların Kürt halkına da uygulanmasını
istememeli; kendisi için istediği tüm hakları Kürt halkı için de istemelidir.

Türkiye ve Türk halkı, sınır ötesindeki Türkmenler için istediği bütün hakları, sınır ötesindeki
Kürtler için de istemelidir. Gerçek ve kalıcı barış, ancak karşılıklı empati ve eşit hak anlayışı
üzerine inşa edilebilir.

KHK Mağdurları Üzerine

Bir diğer toplumsal yara ise KHK mağduriyetleridir.
Olağanüstü hal döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yaklaşık 152 bin kişi
görevlerinden ihraç edilmiş, herhangi bir mahkeme kararı olmadan suçlu ilan edilmiş,
yüzbinlerce insan aileleriyle birlikte doğrudan veya dolaylı olarak mağdur edilmiştir.
Oysa Anayasa’nın 15. maddesi açıkça der ki:
“Suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar

kimse suçlu sayılamaz.”

Bu anayasa maddesine rağmen on binlerce kişi mahkeme kararları olmadan ve mahkemeleri
devam ettiği halde peşinen suçlu ilan edilmiş ve yine on binlerce kişi mahkemeler tarafından
beraat veya takipsizlik kararı aldığı hâlde görevine iade edilmemiştir.
Bu insanlar büyük bir çoğunluğu, berat ettiği veya kesinleşmiş herhangi bir suçları olmadığı
hâlde, aileleriyle birlikte toplumdan dışlanmakta; ekonomik ve psikolojik olarak ağır baskılar
altında yaşamaktadır.

Bu kararları alan yetkililer, aynı muameleye maruz kalsalardı, buna razı olurlar mıydı? Elbette
hayır. Burada hem anayasanın 15. Maddesi ve hem de evrensel ahlaki temel bir kural olan
“bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi başkasına yapmamak” prensibinin ihlal edildiğini
görüyoruz.

Elbette biz burada suçluları değil, suçsuz olduğu halde mağdur olanları savunuyoruz.
Huzur ve Barışın Şartı: Adalet
Bir toplumda huzur ve barışın hâkim olması, birlik, beraberlik ve iç cephenin güçlenmesi için
adalet şarttır. Gerçek adalet, güçlünün hukukunu değil, hukukun gücünü esas alır.
Adaletin olmadığı bir yerde barış ve huzurun kalıcı olması, birlik ve beraberliğin sağlanması
mümkün değildir.

Ekonomik Adaletsizlikler

Toplumsal barışın bir diğer boyutu ise ekonomik adalettir.
Bugün milli gelirin dağılımında ciddi bir dengesizlik bulunmaktadır.
2022 verilerine göre, Türkiye’de en zengin %1’lik kesim milli gelirin %39.5’ini, en zengin
%5’lik kesim %59.2’sini ve en zengin %10’luk kesim ise %69.8’ini almaktadır.
Son 23 yılda uygulanan ekonomik politikalar, zengini daha zengin kılarken halkın büyük
çoğunluğunu daha da yoksullaştırmıştır.

Ülkeyi yönetenler, vatandaşlarının yaşadığı sıkıntıları yaşasaydı, aynı politikaları sürdürürler
miydi? Elbette hayır. Eğer toplumda herkes aynı empatiyle hareket etseydi, gelir adaletsizliği
bu kadar derinleşir miydi?

İşin üzücü ve garip tarafı, bu yöneticiler vatandaşlara fakirliğin faziletlerinden bahsederken
kendileri servetin, porsiyonları küçültün, tane ile domates alın derken kendileri lük ve
şatafatın içinde yaşıyorlar. Bu yöneticiler, Resullullah (S.A.V) “Sizden biriniz, kendisi için arzu
edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş
olmaz.” Hadisine ne cevap verecekler?

Ülkeler Arası Savaşlar

Benzer şekilde, uluslararası düzeyde de barışın yokluğu, aynı bencil anlayışın bir sonucudur.
Bir devlet, kendi vatandaşları için istediği güvenlik, refah ve huzuru başka ülkelerin halkları
için de isteyebilseydi, dünyada savaşlar, işgaller ve kitlesel yıkımlar olur muydu?

Elbette olmazdı.

ABD ve diğer emperyalist ülkelerin başta İslam coğrafyası olmak üzere fakir ve zayıf ülkelere
karşı uyguladıkları işgal ve sömürü politikaları,
ABD ve İsrail’in Gazze ve Filistin’in tamamında uyguladığı işgal ve soykırım politikalarını
hepimiz görüyoruz. Bu zihniyetin bölgeye ve dünyaya barış getirmesi mümkün mü?
Barış, ancak karşılıklı hakkaniyet ve merhamet duygusunun egemen olduğu bir dünyada
mümkündür. Yani küresel anlamda da gerçek barış yine;
“Kendimiz için istediğimizi başkası için de istemek; bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi
başkasına yapmamak.”

Özetle

Bireysel, toplumsal ve küresel düzeyde yaşanan bütün sorunların kökeninde, insanın yalnızca
kendi çıkarını öncelemesi yatmaktadır.
Oysa kalıcı barış, huzur ve adaletin yolu, bir bütün olarak İslam’da olmakla beraber insanlık
tarihinin en temel ahlak yasası olan;
“Kendimiz için istediğimizi başkası için de istemek; bize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi
başkasına yapmamak.” Prensibini uygulamakla mümkündür.
Bu prensip yalnızca İslami bir tavsiye değil, aynı zamanda toplumsal barış, huzur ve adaletin
temelidir.

Her birey, her toplum ve her devlet bu ilkeyi içselleştirdiğinde, hem iç barış hem de dünya
barışı mümkün hale gelecektir.
Vesselam.