Karar yazarı Ahmet Taşgetiren ''Hukukta Rasyonalite Ne Zaman?'' başlıklı makalesinde gündemi sorguladı,
Peşin olarak söyleyeyim: Bu yazı bir ekonomi yazısı değildir.
Bütün ekonomi çevreleri, Lütfi Elvan - Naci Ağbal ikilisinin “ekonomide rasyonalite”yi yakaladığında hem fikirdi. Ağbal görevden alındığında Dolar kuru 7.52’den işlem görüyordu. Bugün 27 lira civarında. O da yükselmemesi için yürütülen arka plan işlemlerle.
Ağbal 4.5 ay görevde kaldı, 20 mart 2021’de görevden alındı, aradan iki yıl gibi bir zaman geçince, artık “Rasyonaliteye dönmekten başka çare kalmadı” diyen bir ekip ekonomi yönetiminin başına geçti.
Burada Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendine özgü ekonomi bilgisinden kaynaklanan bir iddiayı hayata geçirmekle uğraştı. Muhalefet çok çok seslendi. Muhalefetin içinde Erdoğan’ın ekonomiyi yöneten eski yol arkadaşları vardı. Uyaranlar içinde ekonomi profesörleri vardı. Erdoğan bilim adamlarına “Mandacı iktisatçı” yaftasını yapıştırmaktan kaçınmadı. Muhalefeti dinlemedi. Kendi doğrusunda ısrar etti. Ama sonunda diyelim ekonominin gerçekleri, onun da ayağını yere bastırdı. Deyim yerinde ise, bağrına taş basıp, faizleri yukarı doğru tırmandıracakları çok açık olan ve tabii “dış güçler”den kredi talep edecek bir ekibi, getirdi ekonominin başına oturttu.
Herkes ülkeyi yöneten tek irade gerçeğe geldiği için rahat bir nefes aldı. Kimse de seçimlerde geçen bu problemli dönemin yanlışlarının hesabını sormadı.
Bilmem sayın Cumhurbaşkanı, bu dönemde kendi yanlış kararlarının ülkeye ödettiği bedelin iç muhasebesini yapmış mıdır?
Şimdi bu burada dursun. Şu Kavala işine bakalım. Orada artık bir hukuk kalmadığını görmemek mümkün değil. Kavala’ya yönelik yargı sürecinin normal işlemediğini görmemek de mümkün değil.
Kararlar yalnız AİHM’den döndüğü iç in değil, sürece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kürsülerden yaptığı ve yargıyı etkilemek dışında hiçbir anlamı bulunmayan sözlerinden kurtulup çıplak gözle bakabilen herkes, Kavala’nın cezaevinde yıllarca bir iradenin özel hassasiyetiyle tutulduğunu, verilen beraat kararlarının zoraki yöntemlerle bozulup yeniden ağırlaştırılmış müebbetlere gidildiğini görür.
AİHM’in bozma kararlarının Türkiye’nin uluslararası planda hukuk devleti özelliğini tartışmalı hale getirdiğini, yargıya siyasallaşma damgası vurdurduğunu, Cumhurbaşkanı’nı yargıyı etkileme pozisyonuna soktuğunu, arkadan dolanma yöntemleriyle hukukun ayakl.ar altına alındığını görmemek de mümkün değil.
10 yıl önce meydana gelen bir olayı bir veya birkaç adamın boynuna ağırlaştırılmış müebbet hükmüyle asmanın Türkiye’ye bir şey kazandırdığını bilen varsa söylesin.
Bir başka olaya geçelim:
Şu FETÖ işine…
En başta Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yapıda “İbadet, Ticaret, İhanet kademeleri bulunduğunu” ifade etti. “At izi it izine karışmasın” sözü de ona ait.
Ama daha işin başında 100 bini aşkın insanı bir gecede Kanun Hükmünde Kararname ile işinden etme icraatı da ona ait. Bunu o zaman da “Yargısız infaz” diye niteledim, bugün de aynı kanaateyim. İnsanlar masum olduklarını ispat yükümlülüğü ile karşı karşıya bırakıldılar.
Ardından tutuklamalar, yargılamalar geldi. Yine on binlerce insan, içlerinde ev hanımları var, öğretmenler var, öğrenciler var, iş insanları var…. Terörle ilişkisi olmayan olamayacak insanlar, darbe girişimiyle alakası olmayan olamayacak insanlar… “Terör örgütünü yönetmek, üye olmak, irtibatlı olmak, iltisaklı olmak….” gibi kimi nev-zuhur tanımlamalarla tutuklandılar, içeri alındılar… Evet, cezaevleri çocuklu kadınlarla doldu, namaz kılan insanlarla doldu.
Bunları yazdığımda birileri bana kızıyor. “Ama onlar da…” diye başlayan cümleler kuruyorlar.
İktidarın bu “Camia” ile üstelik en muhataralı alanlarla “Yargı alanında, Emniyet alanında, belki askeri alanda” muhataralı ilişkiler kurduğunu görmezden geldiler.
İçeri alınanların dışardaki yakınları bir başka cehennemi yaşadı. Kızı cezaevinde olan dedeler, anne anneler önlerindeki torunların gözüne bakıp yandılar.
Bilmiyorum hiç düşünülmemiş midir Cumhurbaşkanı hanesinde bu acılar? Bu işte bir yanlışlık olduğu şüphesi hiç uyanmamış mıdır? Emniyet ve Yargı alanında biraz da Cumhurbaşkanı’nın özel hassasiyeti ile haksızlıklar, yanlışlıklar yapıldığı hiç akla gelmemiş midir?
Şimdi iş AİHM’e gitti ve oradan gelen kararlarla, içerdeki Yargı hataları tashih edilmek isteniyor. On binlerce adli hata… “Hak ihlali.” Ülkeye ödetilecek tazminatlar… İnsanları Türkiye yargısının adli hatalarından AİHM’in kurtarması içimize siniyor mu?
Bu iş buraya mı gelmeliydi?
FETÖ borsaları diye nitelenen bir ucûbe var. İlk FETÖ davasını açan hakim FETÖ borsasına iştirak etmiş… Şu faciaya bakın…
Hadi gelin başa dönelim…
Bu işte “Rasyonaliteye dönmekten başka” ya da “Hukukun üstünlüğü ilkesine, gerçek adalete, gerçek yargıya dönmekten başka çıkar yol kalmamıştır” diyecek bir ekip ne zaman devreye girecek?
Mehmet Şimşek’in “Para gelmesi için hukuk lazım” gibi bir rasyonalite hatırlatması ihtimalinden bahsediyor herkes… Dramatik değil mi?“Üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü” diyerek siyaset yolculuğuna başlayanlara “Para için hukuk” hatırlatması yapılması…