Yeniçağ yazarı Ahmet Takan ''TBMM Başkanı’nın kabul ettiği bölücü rapor!...'' başlıklı makalesinde terörsüz Türkiye ile TBMM'nin kabul ettiği raporla ilgili şunları kaleme aldı:

“Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” adıyla kurulan bana göre bebek katili Abdullah Öcalan’ı meşrulaştırma komisyonuna üye veren siyasi partilerin raporları dalga dalga geliyor!..

O tarafın, öbür tarafın yandaş medyalarından raporlarını TBMM Başkanlığı’na teslim edenlerin neler dediklerini sansürden geçmiş, gayet iyi süzülmüş bir şekilde okuyorsunuz. Formatlanmış “çözüm süreci”nin koçbaşları DEM Parti ile MHP’nin raporlarının tamamını okusanız kafayı yersiniz. O, şer raporlarından DEM Parti’nin tarihe geçecek -bana göre- ihanet raporunun en can alıcı bölümlerini aynen alıntılayarak sizlere sunacağım. Yoruma da hiç girmeyeceğim. Sadece, raporda, bebek katili Abdullah Öcalan’a övgüler yağdırıldığını, serbest bırakılması istendiğini, ulusal devlet yapımızın altına dinamit lokumları yerleştirildiğini, Türkiye Cumhuriyeti ve kurucularına alenen hakaretler yağdırıldığının, federasyon, Kürtçenin resmi dil olması, Türklük, Cumhuriyet düşmanı isyancı hainlere iade-i itibar taleplerinin altını çizmekle yetineceğim…

İşte, DEM Parti raporu;

-Bu koşullarda Kürtlerle barış hem küresel hem bölgesel düzeyde stratejik bir önem kazanmıştır.

-1923 yılında Lozan Anlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte deyim yerindeyse rüzgâr tersten esmeye başlamıştır. Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen öncesi ve hemen sonrasında kurucu siyasal özne olan görece demokratik yada muhalif eğilimler,1923 yılıyla birlikte ulus devletçi eğilimlerin müdahaleleriyle gerilemeye ve mevzi kaybetmeye başlamıştır. Ulus devletçi eğilimler tahakkümcü anlayışı derinleştirmeye çalışırlarken, demokratik eğilimler ise özgürlük, demokrasi, eşitlik değerlerini hâkim kılmaya çabalamışlardır. Nihayetinde erken dönem Cumhuriyet’in serüveni bu şekilde bir seyir izlemiştir.

Erdoğan'dan Yasa Dışı Bahis Açıklaması: Hayretlere Düştüm, Kumarın “Bir kısmı”yla Mücadele Kararı
Erdoğan'dan Yasa Dışı Bahis Açıklaması: Hayretlere Düştüm, Kumarın “Bir kısmı”yla Mücadele Kararı
İçeriği Görüntüle

-1925’te ilan edilen Takrir-i Sükûn Kanunu ve hemen ardından devreye sokulan Şark Islahat Planı ile Kürt meselesi, rejimin gözünde münferit bir asayiş sorunu olmaktan çıkarılmış ve ulus devletçi istemin karakterinin belirginleştirildiği çok daha sert bir iklime alınmıştır. Tekçi ulus anlayışı, Türkçe merkezli bir dil ve kültür rejimi, Sünni-Hanefi yorumu esas alan bir yurttaşlık tarifi ve merkezileşmiş bürokratik yapı; Kürt varlığını ya “terbiye edilecek” ya da tasfiye edilecek bir fazlalık olarak kodlamıştı.

-Kürtlerin siyasal ve hukuki varlığının inkarında direnen geleneksel devlet aklının 90’lı yıllarda başvurduğu “düşük yoğunluklu savaş stratejisi”, “derin devlet yöntemleriyle bastırma”, “faili meçhul ve köy boşaltma politikaları” da yeniden ayağa kalkmayı hedefleyen halk hareketinin önüne geçememiştir.

-102 yıllık Cumhuriyet ve özellikle son 23 yıllık AK Parti iktidarında hukuk, adalet ve yargı bağımsızlığı ciddi biçimde zayıflamış; Kürtlerin yoğun yaşadığı bölge kentlerinde hukuksuzluk rejimi olağanlaşmış, bu uygulamalar ülke geneline yayılmıştır.

-Çatışmanın sonlandırılması ve toplumsal entegrasyon kapsamında örgüt üye ve yöneticileri ile destekleyenlerin cezai, hukuki, mali ve idari durumlarına ilişkin hükümlerin ayrıntılı biçimde düzenlenmesi gerekmektedir.

-Yasa, çatışma sürecinin tarafı hâline getirilmiş tüm kesimleri kapsamalı; “suç işleyen-işlemeyen” gibi öznel ve ayrıştırıcı kategorilere dayanarak yeni dışlama alanları yaratmamalıdır.

-Sayın Öcalan, sürecin gereklilikleri ve barışın toplumsallaşması açısından dilediği heyetlerle, kişilerle ve basın mensuplarıyla görüşebilmelidir. Bu aşamada ve umut ilkesi hayata geçirilinceye kadar özgür çalışma, erişim, barınma ve iletişim koşullarının sağlanması gereklidir.

-Çatışma döneminde atanmış olan vali, kaymakam, emniyet müdürü, jandarma komutanı gibi kamu yöneticileri ile güvenlik bürokrasisi personeli, barış sürecinin gereklerine uygun olarak gözden geçirilmeli; barış iklimine aykırı tutum ve uygulamalara son verilmelidir. Aynı şekilde, özellikle siyasi mahpusların tutulduğu cezaevlerinde görev yapan cezaevi müdürleri de denetlenmeli; keyfi uygulamalar ve mahpuslar üzerindeki baskılar ortadan kaldırılmalıdır.

-Kendini fesheden PKK’ye mensup grupların geri çekilmesi ve çatışmasızlık ortamının kalıcılaşmasıyla birlikte, bölgeye çatışmalı dönem için sevk edilen özel harekât birlikleri, operasyon timleri ve batıdan gönderilen askeri birliklerin geri çekilmesi sağlanmalı; günlük yaşamın normalleşmesi temin edilmelidir.

-AİHM’in Umut Hakkı İlkesi çerçevesinde, ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezalarının hayat boyu sürmesine ilişkin düzenlemeler kaldırılmalıdır.

-Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğini güvence altına alan temel bir uluslararası belgedir. Türkiye’nin bu Şart’a koyduğu çekinceler, yerel kararların demokratik meşruiyetini zayıflatmaktadır. Bu nedenle:

  • Şart’a konulan tüm çekinceler kaldırılmalı,
  • Yerel yönetimlerin mali ve idari özerkliği güçlendirilmeli,
  • Yerel demokrasi uluslararası standartlarda kurumsal güvenceye kavuşturulmalıdır.

-Anadilinde eğitimin önündeki yasal engeller kaldırılmalı; anadilinde ve çok dilli eğitim modelleri geliştirilmelidir.

  • Milli Eğitim Temel Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Yabancı Dil Eğitimi Kanunu, Özel Öğretim Kurumları Kanunu ve Yükseköğretim Kanunu, anadili hakkını tanıyacak ve örgün eğitimde Kürtçe başta olmak üzere diğer dillerin eğitim dili olabilmesini mümkün kılacak şekilde değiştirilmelidir.

-Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde kamu hizmetleri çok dilli olarak sunulmalı; yerel yönetimlere bu konuda geniş yetki tanınmalıdır.

-TBMM Genel Kurulu’nda Kürtçe ifadelerin tutanaklara “bilinmeyen dil” şeklinde değil, Kürtçe olarak kaydedilmesi,

-Türkiye’nin çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı ve çok kimlikli toplumsal gerçekliği tanıyan yeni bir anayasal düzene ihtiyacı vardır.

-MESELENİN ADI KÜRT MESELESİDİR: MESELE KÖK NEDENLERİ İLE BİRLİKTE ÇÖZÜLMELİDİR.

-Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanmalı, Umut Hakkı ilkesi uygulanmalıdır. Sürece dair baş aktör olması hasebiyle çalışma ve yaşama koşulları elverişli hale getirilmelidir.

-Kürtçe hutbelere izin verilmeli, medreselere resmî statü tanınmalıdır.

- Barışın kalıcılaşması ve toplumsallaşması için açık yaraların kapanması ve süren yasın bitmesi gerekmektedir. Şeyh Said, Seyit Rıza, Said-i Nursi gibi tarihsel şahsiyetlerin mezar yerlerinin bilinmemesi, Kürt halkı için bir nevi açık yara ve bitmeyen yastır. Yaranın kapanması, yasın bitmesi için mezar yerleri açıklanmalı ve cenazeler ailelerine teslim edilmelidir.

SONUÇ;

-Sayın Abdullah Öcalan’ın barış sürecindeki konumu ve hakları “Umut Hakkı”kapsamında değerlendirilmelidir.

-Adalet ve Hakikat: Barış içinde yaşamanın şartlarından biri geçmişle yüzleşme ve hakikat arayışıdır. Geçmişte yaşanan acıların görünür kılınması, acıların paylaşılması, hakikatle yüzleşme ve adalet mekanizmalarının güçlendirilmesi, kalıcı barışın ön şartıdır. Böylece barış süreci, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla şekillenen, bugünü ve geleceği inşa eden bir toplumsal mutabakat süreci olarak kalıcı hale gelecektir.

***

Yarın, bebek katli Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmenin MHP’nin raporuna yansıyan satırlarını yazacağım. Tutanağı çok merak ettiğinizden eminim!

Bu Bir İlandır