Tek Adamİktidarı Hepimizi Yordu

Değerli araştırmacı Osman Aydoğan’ın ‘Herkes ve Birkaç Kişi’ başlıklı (20 Ağustos 2021-Şehriyar)
makalesinde Murathan Mungan’ı anlatırken şu tespitini de aktarır:
"Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak,
iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum!

Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış
gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden
gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek,
katlanmak, beklemek yorgunuyum.

Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak
yorgunuyum..."

Gerçekten M. Mungan’ın sözleri, ''sanki hayatımı özetlemiş'', ''içimden geçenleri anlatıyor'', ''sanki,

sanki beni anlatıyor'' diyorum.
Belirtmek zorundayım ki mevcut iktidar uygulamaları ve hamasi politikaları birçok insan gibi beni de
çok yordu.

Bu uygulamalar karşısında elbette susmadık, yılmadık, korkmadık, teslim olmadık ancak çok yorulduk.
Üzülüyoruz çünkü uyarılarımız, itirazlarımız, eleştirilerimiz sadece iktidar nezdinde değil, muhalefet
nezdinde de karşılıksız ve etkisiz kalıyor.

Feryadımız ülkemiz için.

Çığlığımız insanımız için.

Çabamız hak-hukuk-adalet için.

Arapça bir deyim olan “Kellim kellim la yenfa” (Konuş, konuş, fayda vermez) misali bizim de
yazdıklarımız ve konuştuklarımız karşısında yöneticiler, politikacılar, iktidar ve muhalefet ilgisiz ve
duyarsız kalıyor.

Ne yazık ki sorun sadece iktidar uygulamalarında ve politikalarında değil, söz konusu uygulama ve
politikalara toplum olarak sorgusuz bağlanmak ve lidere teslim olmak da büyük sorun
oluşturmaktadır.

Aydınlanma, teknolojik gelişmeler ve hızlı bir değişime rağmen itaat ve sadakat kültürümüz
neredeyse hiç etkilenmiyor. “Puta tapar” gibi partilere, liderlere, din adamalarına köle ve kul
sadakatiyle itaat etmeye devam ediyoruz!

Bir siyasi görüşe ve partiye sorgusuz bağlanmak da aşırılık ve radikalizm değil midir?

Biliyoruz ki "herhangi bir toplulukta "öncü" sayılan "hasta" ise, hezeyanları "hikmet", "keramet"
olarak görülüyorsa, hastalık o grubun tamamına bulaşır."

Tek başına bir parti kitlesi değil, toplum olarak “hasta” durumdayız. Akıl tutulması yaşıyoruz.
Ülkemizin rotası 21. Yüzyılda muasır dünyadan 20. Yüzyıl ideolojisine çevrilmesine aldırış etmeyecek
kadar duyarsızlaştık.

Daha kötüsü bunu gerçekleştiren bir iktidarın tutsağı olduk. Bizi ve ülkeyi, ortaklarıyla birlikte dilediği
gibi yönetiyor. Denetleyen bir parlamento, sorgulayan bir seçmen ve işleyen bir hukuk sistemi yok.

Muhalefetin iddiaları, soruşturma önergeleri dikkate alınmıyor ve her defasında reddediliyor.

Aşağılanan sadece muhalefet partileri değil, toplum olarak iktidar tarafından aşağılanıyoruz.
Açıkça belirtmeliyim ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile inşa edilen otoriter yönetimi,
“demokrasi” olarak tanımlayanların bizi ve toplumu açıkça aşağıladıklarını düşünüyorum.

Sadece yürütme yetkisi değil, yargı ve yasamaya doğrudan müdahale yetkisi de tek kişiye verilmiş bir
sistemde “demokratik hukuk devleti” tanımlaması toplumu, aydınları, hukuk adamlarını ve siyaset
bilimcileri aşağılamak, değersizleştirmek, yok saymak değil midir?

Ortada bir hukuk sistemi, işleyen bir anayasal düzen kalmadığı halde gözlerimizin içine bakarak
“hukuk” diyen bir Adalet Bakanı’nın olması aşağılanmak için yeterli bir neden değil mi?

Örnek olarak; KHK ve Kayım uygulamalarına aldırış etmeyen bir siyaset için hukuk “sopa” dışında neyi
ifade ediyor?

İktidarın tek elde toplandığı OTORİTER yönetimin politikacılar tarafından “demokrasi” olarak
tanımlanması, bizleri yeterince aşağılamıyor mu?

Kendi adıma açıkça belirmeliyim ki yalancıların, riyakarların, dinbaz ve düzenbazların bizleri
aşağılamalarından yoruldum.

Aklımızla, inançlarımızla, değerlerimizle, insanlığımızla alay ediliyor!

Aşağılandıkça, küçümsendikçe otoriterliği “demokrasi”, keyfiliği “yasal” ve hukuksuz uygulamaları
“meşru” zannederek kanıksayan bir kesim oluştu. Ne yazık ki bu kesim içinde küçümsenmeyecek
sayıda politikacı, akademisyen, yazar, entelektüel, iş adamı, ilahiyatçı, hukukçu vb olması sorunun
vahameti açısından oldukça düşündürücü..!
--

Mevcut iktidar ve toplum ilişkisini düşündüğümde aklıma hep Kur’an’da geçen bir kıssa gelir.
Kur’an, yönetim konusunda Firavun ve toplum ilişkisini şöyle tanımlar:

“Firavun, halkını (aldatarak, küçümseyerek, aşağılayarak,) aptallaştırdı ve onlar da sonunda boyun
eğdiler, çünkü onlar aldatılmış, ayartılmış bir halktı!” (Zümer/43:54)

Günümüzde de halkı ayartmanın, aldatmanın ve aptallaştırmanın en büyük silahı algı yönetimi,
hamaset ve medyadır.

Bu silahların mevcut iktidar tarafından etkin ve sonuç alıcı olarak kullanıldığını inkâr mı edeceğiz?
Bununla da yetinmiyorlar. Diyanet ve yandaş din adamları marifetiyle devlet ve iktidar Müslümanlığı
oluşturdular.

İktidarları için araçsallaştırdıkları bir dini; parti, dernek, vakıf ve din adamları aracılığıyla topluma
dayatıyorlar!

Kendilerini İslam’ın ve Müslüman aleminin koruyucusu ve temsilcisi görüyorlar. Sünni toplumun

çoğunluğu da inanıyor ve sınır ötesinde inananlar da var.

Oysa İslam; kişiler, partiler, cemaatler tarafından temsi edilemeyeceği gibi hiç kimseye ve hiçbir
kurum, kuruluş, örgüt, grup veya partiye temsil hakkı ve yetkisi de vermez.

Buna rağmen geniş bir kitle tarafından “İslam” adına mevcut iktidar desteklenmeye devam ediliyor.

Muazzez İslam’a reva görülen bu iftira ve yalanların önüne geçmek imkânsız hale geldi. Direnecek,
itiraz edecek 3-5 aydın ve münevver alim dışında bilginler, ilahiyatçılar, İslamcılar sessiz ve tepkisiz.

Dini kullanmak ve araçsallaştırmak konusunda bu denli cüretkâr bir kitleyi ve siyasi bir grubu
tanımlamakta zorlanıyorum.

Mevcut iktidar; doğru-yanlış, haklı-haksız, liyakat sahibi-liyakatsiz ayırımı yapmadan devlet ve siyaset

kurumlarında ehliyetsiz yandaşlarını etkin ve yetkin hale getirdi.

Bu durum, ülke için bir felaket değil de nedir?

Vahim ve yaralayıcı olan da bütün bu uygulamaların dini referanslarla desteklenmesidir. Bu
cüretkarlık karşısında dehşete kapılmamak ve yorgun düşmemek mümkün mü?
Muazzez peygamberden (s.a.s) şöyle bir hadis rivayet edilir:

“Her kim, Allah’ın razı olacağı daha liyakatli birisi varken, adam kayırmak maksadıyla kendi,
Müslümanların işini deruhte ederse onların üzerine gösteriş için birini seçer, resmi görev verirse,
Allah’ın laneti onun üzerindedir. Allah, onu cehenneme sokuluncaya kadar ne farz ne nafile hiçbir
ibadetini kabul etmez.”

Konuyla ilgili onlarca ayet ve hadisi kaynak olarak göstermek mümkün. Ancak bunların iktidar ve
yandaşları için bir anlam ifade etmeyeceğini biliyorum.

Benim önemsediğim samimi dindarların yaşadığı travmadır. Müslümanlıklarından utanır hale geldiler.

Hepimiz çok yorulduk. Algı yönetimi, hamaset ve istismar kimyamızı bozdu. Artık iktidarı konuşmak,
eleştirmek dahi bizi yoruyor.

Değişim hem ülkemiz hem de sağlığımız için zorunlu hale geldi. Bir iktidar değişikliği gerçekleşmeden
ülke ve toplum olarak normale dönmemiz mümkün görünmüyor.

Adalet ise her şeyden önemli.

Her alanda söz konusu olan adaletsizlik, yaşam inancımızı sarsıyor, yarına ilişkin umutlarımızı yok
ediyor.

Din istismarını, dinbazlığı, hamaseti, otoriterliği, hukuksuzluğu ve keyfiliği seçim sandıklarına gömmek
zorundayız. Aksi halde cezaevlerine ilave olarak akıl hastanelerinin inşa edilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Abdulbaki Erdoğmuş