Karar'da yer alan Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “FETÖ’nün kötücül karakterine ilişkin dönen resmi anlatının kendi başına bir anlamı var ancak çok sınırlı ve yetersiz olduğu bilinmeli. Yaşadığımız hadise ezoterik bir anlatı ve dizginsiz bir güç istenci üzerinden kafayı sıyırmış bir şahsın ve örgütünün akıl almaz eylemliliği gibi ele alınamaz” diyor.

Michel Foucault “aklın delilik üzerine bir monoloğu”ndan başka bir şey olmayan psikiyatri dilinin tarihini yazmaktansa, deliliğin sessizliğinin “arkeolojisini yapmak” istediğini belirtir ısrarla. Delilik, hapishane, cinsellik, psikiyatri gibi alanlara ilişkin çalışmalarının hepsinin neredeyse ortak ufkunu bu ısrarda buluruz. Bir anlamda bizi sokak lambasının altında aramaya yönlendiren egemen yaklaşımın yönlendirmesine çekince koyarak karanlıkta bırakılan, karanlıkta kalan yerleri de içeren geniş bir perspektifle hareket etme zaruretimizin altını çiziyor. 2016 yılı 15 Temmuz’unda yaşadığımız sıra dışı hadisenin yıldönümü vesilesiyle birbirimize ezberlediğimiz, akredite edilmiş bir söylemi kolektif olarak tüketmek yerine Foucault’un belirttiği üzere sessizliğe bırakılan, görmezden gelinen, görülmeyen hususlara değinmekte yüksek yarar görüyorum. 15 Temmuz hadisesi şüphesiz siyasi tarihimizin istisnai bir hadisesi. Milletin iradesine ipotek koymaya, devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla vesayet altına almaya kalkışan hadisenin sadece sıra dışı aktörleri değil aynı zamanda destekçileri, bağlantıları, iş görme tarzı da çok boyutlu bir okumayı zorunlu kılıyor.

Diğer taraftan hadisenin teknik detayları üzerinden devam edegelen tartışmaların, spekülasyonların varlığı da ortadadır ve konu bu yönüyle de ilgili olan araştırmacıların, tarihçilerin dikkatini, ilgisini ve merakını bekliyor.

15 Temmuz ihanetinin yıldönümünde bize bu ihaneti yaşatanları lanetlemek, destansı bir direniş gösteren, tarihi bir varoluş refleksi gösterenleri hayırla anmanın yanında yapılacaklar var. Daha doğrusu 15 Temmuz’u efsaneleştirerek, mitleştirerek görünmez kılan, ruhuna ve anlamına kasteden ve giderek yeni düzenin kurucu, meşrulaştırıcı anlatısına dönüştüren araçsallaştırmadan koparıp adil ve özgür bir Türkiye’nin inşası için taşıdığı kritik önemi, anlamı açığa çıkartmakla yükümlüyüz. 15 Temmuz’da elbette Türkiye bir ihanete maruz kalmıştır ve hiç şüphesiz toplum şanlı bir direniş ortaya koymuştur. Ancak 15 Temmuz hadisesini ihanet ve direniş dikotomisinde tutmak ve tüketmek başımıza gelen hadiseden hiç ders almamaktır. O yüzden “yaşadığımız şey”, “yaşadığımız şeyle nasıl baş ettiğimiz” hayati önem arz ediyor.

Ülke olarak bizi bu tür şeyler yaşamak zorunda bırakan veya bu tür şeyler yaşama konusunda açıkta bırakan genel görünümümüze dikkat çekmek istiyorum. Bu dikkati çekerken aynı zamanda iktidar pratiğinin kullanışlı bir enstrümanına dönüşen hadisenin bitmek bilmeyen bir mazerete, siyasetin akışını, yönünü ve iklimini çerçeveleyen bir dizayn aparatına dönüşmesinin problemli oluşunun da altını çizmek gerekiyor.

Gelelim meselenin kritik yönüne. Konu netameli ve nazik olduğu için tekrar etmek mecburiyetinde hissediyorum. İhanet kalkışması, aktörleri, kullandıkları yol ve yöntemler şüphesiz siyaseten, hukuken meşru olmadıkları gibi maşer-i vicdanda da karşılıkları yoktur. Ancak diğer taraftan bize kastedenlerin sıra dışı kimlikleri bizim saldırıya açık oluşumuza mazeret olamazlar. Bizim ne halde olduğumuza, işleyişimizin ne nitelikte olacağına karar verecekler bize kastedenler olamazlar. Türkiye tarihsel olarak düşmanlarının varlığını ve çokluğunu kullanışlı bir mazerete dönüştürerek kendi sorumluluk alanlarına karşı boyutlarını kestiremediğimiz bir kayıtsızlık-sorumsuzluk alanı oluşturuyor ve oluşturduğu bu alanda da keyfe keder hareket etmek istiyor. Kullanışlı mazeretler üreterek yürürlükteki düzenin kör topal ayakta kalmasıyla yetinen ve bunu zamanla siyasal bir pozisyona/stratejiye dönüştüren konforlu, imtiyazlı bir varoluşun bedellerini ödüyoruz esas itibariyle.

Türkiye’nin varlık iddiası kullanışlı mazeretlere sığınarak lakayt bir hayat organizasyonuyla sürdürülemez. FETÖ’nün kötücül karakterine ilişkin dönen resmi anlatının kendi başına bir anlamı vardır ancak çok sınırlı ve yetersiz olduğu bilinmelidir. Türkiye’nin bu tip hadiselerle bir daha karşılaşmaması devletin işleyişinin nitelikli, standartları yüksek bir hâl almasıyla doğrudan ilintilidir ve maalesef bu yönde ciddi bir çalışmamız olmadığı gibi ülkemizin kronik sorunları, sorun çözme tarzı aynıyla yürürlüktedir. Yapıyı, yerleşik tarzı ve ilişkiyi dönüştürmedik, 15 Temmuz’un açtığı fırsatı kullanarak bu yönde adım atmak yerine 15 Temmuz’u maalesef radikal bir tutuculuğun, statükoculuğun mazeretine dönüştürüyoruz.

İşinden olan, mahkemelerden beraat edip görev bekleyen pek çok insanımızın kurumsal ve toplumsal intibakı ülkemizin temel meselelerinden birisine dönüştü. En az bunun kadar önemli olan diğer husus ise devletin bir tüzel kişilik olarak yapılanması, işleyişi, toplumla ilişkisinin günümüz dünyasının standartlarında regülasyonu ki bu yönde maalesef ne toplumsal bir talep ne de devletin/siyasetin günümüz dünyasının yönelimine uygun bir konumlanışı söz konusu.

Dikkatleri çekmek istediğim hususun bir daha altını çizmek istiyorum: Yaşadığımız hadise ezoterik bir anlatı ve dizginsiz bir güç istenci üzerinden kafayı sıyırmış bir şahsın ve örgütünün akıl almaz eylemliliği gibi ele alınamaz. Meselenin sosyal, siyasal boyutu yokmuş gibi cari sistemi ısrarla gözden kaçıramayız. Sistemin yapılanması, ilişki ağı ve biçimi tartışılmadan, vesayetçi niteliği vs. dikkate alınmadan tartışma yapılamaz. Kalkışma, FETÖ’nün kötücül karakterinden kaynaklandığı gibi aynı zamanda bir türlü yüzleşemediğimiz mevcut sistemin sonucudur. Bu açıdan mevcut sistem muhafaza edildikçe yaşadığımız darbe girişimi ne ilk ne de son olacaktır. Dolayısıyla bilinmelidir ki hangi görünüm altında olursa olsun varoluşumuzu tehdit eden unsurlar, esasında sistem kaynaklı bir sıkıntı olarak kıyılarımıza vuruyor. Bu tartışma düzeyi ne darbeyi anlamamızı sağlar ne de kimi dönemler alevlenen olası tehditleri görmemizi ve engellememizi sağlar. Ne hazindir ki bu çapta bir hadisenin akla getireceği reformlar ve devletin yeniden inşası gibi başlıkları öne çıkarmak yerine köhnemiş bir düzene can suyu taşıma, bugüne kadar hiçbir aktüel soruna cevap üretemeyen bir düzeneğe methiyeler düzme girişimleri ile karşı karşıyayız. Eğer tüm bunlar şartların zorladığı ittifaklara ödemek zorunda olunan bedel ise bilinmelidir ki ittifak yapılacak yer; adil ve özgür Türkiye idealidir. Bu ideale halel getirecek her ittifak arayışı Büyük Millet Direnişi’nin istismarı ve destansı mücadelenin sulandırılmasıdır. Büyük bedeller pahasına kazanılmış şanlı bir zaferin yağmalanmasıdır.

NASIL BAŞ EDELİM Kİ BİR DAHA BAŞIMIZA GELMESİN?

FETÖ, bir ihanet şebekesi olma yanında aynı zamanda usûle, edebe, erkâna riayet etmeyen, amaç için aracı meşru gören bir iş/ilişki tarzı ve zihniyetidir. Bu husus çok önemli! “Düşmanlarımız öğretmenlerimiz olamaz” diyen Aliya’nın ve Ömer Muhtar’ın şanlı direnişlerine bir kez daha selam olsun. Başımıza gelen şeyin bir daha başımıza gelmemesi için yapılması gereken iki şey var. Birincisi; bu ihanet kalkışmasında rol almış olanlardan “Düşmanımıza adalet borçluyuz.” şiarına uygun hesap sormak. Bu hesabın sorulması olmazsa olmazdır ve Türkiye’nin darbelerle mücadele tarihinin önemli bir göstergesidir.

İkincisi ise kısa ve net bir şekilde mevcut sistemi hak ve özgürlükler temelinde dönüştürmek, sivil siyaseti güçlendirmek, genişletmek dolayısıyla katılıma ve çoğulculuğa imkân tanımaktır. Bu amaçlılığı “Usûl, esasa mukaddemdir.” ilkesi uyarınca titizlikle yürütülecek bir mücadeleyle sürdürmektir. O yüzden cari sistemin sorun üreten yapısı ile hesaplaşmak, toplumun talep ve beklentilerini ilke ve değerler üzerinden görmek, gözetmek ve ‘zamanın ruhu’nu, tarihsel-toplumsal yönelimi dikkate almaktır. 15 Temmuz ihanetinin failleri maşeri vicdanda ve adalet önünde zaten mahkûm ve gayrı meşrudurlar. Anma/hatırlama çabamız özü itibariyle bize ve bugünümüze/yarınımıza dönük bir duyarlılıktır ve sorumlusu olduğumuz hak ve adalet mücadelesini yükseltmek ile ilintilidir. Evet, 15 Temmuz FETÖ’nün milleti hedef alan hain saldırısıdır. Ancak aynı zamanda 15 Temmuz, bu ihanet ve şer şebekesi için mümbit bir zeminin, yapının, ilişki ağının ve iklimin varlığının da işaretidir. Bizim anma ve hatırlamamızda önemli olan 15 Temmuz şanlı direnişi ve hain FETÖ kadar bu zeminin, yapının, ilişki ağının ve iklimin sorun edilmesidir. Aynı zamanda FETÖ ile mücadelenin esas zemini; yapıyı, ilişki ağını, zihniyeti, felsefeyi, sorun çözme tarzını ve iklimi dönüştürme mücadelesi olduğunu bilmek ve ona göre davranmaktır.