Karar'da yazan Mustafa Çağrıcı'nın ''Zalim ekonomik yapıyla mücadele İslam’ın gereğidir'' başlıklı makalesi, Müslüman dünya olarak hukuksuzluktan ekonomik adaletsizliğe kadar devasa insanî sorunların içinde debelenip duruyoruz. Bir riba-faiz meselesini bile aşamadık. Bir “nas var” denildi, milyonların mutfağına ateş düştü. Batının İslam uzmanları, İslam’ın yoksullukla mücadelesini Müslüman âlimlerden daha çok incelemişlerdir. Mesela Goldziher, hadislere de yer verir. Mesela ‘İslam’ın en güzel şekli nedir?’ diye sorulunca Hz. Peygamber şöyle cevap verdi:

“En güzel İslam; aç olanı doyurmanız, tanıdık olsun olmasın tüm insanlar arasında barışı yaymanızdır.”


Yeni bir iman ve ahlâk toplumu inşa etme ideali taşıyan Kur’ân-i Kerîm, bilhassa o günkü Mekke aristokrasisi ve Kureyş tüccarlarının şahsında insanoğlunun aşırı maddeci ve bencil yönünü öne çıkarmış; bunu düzeltmeyi hedefleyen bir öğreti geliştirmiştir. Varlıklı insanları en genel anlamda infak ve ihsana, yani ellerindeki imkânları yoksullara faydalı olacak şekilde kullanmaya çağırmıştır.


Kur’an surelerinin nüzul sırasıyla ilgili yapılmış titiz çalışmaları inceleyen İskoç İslam uzmanı W. M. Watt, Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerin en ağırlıklı beş konusunu tespit etmiştir. Bunlardan biri de “Allah’a şükranın pratik göstergesi” olarak, “kişinin, servetini ihtiyaç içinde olan çaresiz kimseler uğruna kullanmaya hazır olması”dır (Hz. Muhammed’in Mekkesi, Kuramer, s. 124).

Sonraki surelerin de değişmez konularından olan bu sorumluluk için Kur’an’da en sık geçen kavram ‘infak’tır. İnfak ‘muhtaçlara nafaka sağlamak” anlamına gelir. Kuşkusuz bu, yoksullara karşılıksız mali yardım suretiyle olabileceği gibi, işsizlere iş vererek ailelere nafaka sağlamak, bu amaçla yatırımlar yapıp istihdam alanları oluşturmak ve böylece ülkede toplumsal refahın gelişip yaygınlaşmasına katkıda bulunmak suretiyle de olabilir. Hatta çağımızda en doğru infak şekli budur. Kur’an’ın bu meseleyi öne çıkarması, sonuçta bize adaletsiz gelir dağılımının insanlık için en büyük tehlikelerden biri olduğunu öğretir.


‘DEVASA İNSANİ SORUNLARIN İÇİNDE DEBELENİP DURUYORUZ’

İlginç ve ilginç olduğu kadar da üzücüdür ki, Kur’an’ın yoksullar lehine öne çıkardığı insan odaklı yaklaşımı ve bunun için koyduğu ilkeleri eski ulemamızın tamamı, günümüz ulemasının da kahir ekseriyeti fark edememiş; mesela fukahanın sisteminde bu konular helaya girip çıkma adabı kadar bile yer almamıştır. Her mezhebin derdi kendi fıkhını putlaştırmak olmuştur. İnsanî sorunlar ise camilerde vaaz ve nasihat konusu olmanın ötesine geçememiştir. Bugün bile ben bu konulardan bahsettiğimde “Hocam, bu mevzular sizin ilmî kariyerinize yakışmıyor” tarzında yorumlar yazılması ibretliktir.


O yüzdendir ki, Müslüman dünya olarak hukuksuzluktan ekonomik adaletsizliğe kadar devasa insanî sorunların içinde debelenip duruyoruz. Bir riba-faiz meselesini bile aşamadık. Bir “nas var” denildi, milyonların mutfağına ateş düştü. Oysa Batının en ünlü İslam uzmanları, ayet ve hadislere dayanarak İslam’ın o günkü şartlarda yoksullukla mücadelesini Müslüman âlimler ve ilâhiyatçılardan daha çok ve daha dirayetli incelemişlerdir. Mesela meşhur I. Goldziher, Le dogme et la loi de l’Islam (çev. Félix Arin, Paris 1920) şunları yazar: “Kur’an’da başlangıç halinde de olsa, gayet açık şekilde formüle edilmiş olan ilkeler vardır. Peygamber’e nispet edilen büyük bir hadis külliyatı ile gösterilmiştir ki, bunları dikkate almamız gerekir.” Goldziher konumuzla ilgili bazı ayet ve hadislere de yer verir. Mesela ‘İslam’ın en güzel şekli nedir?’ diye sorulunca Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “En güzel İslam; aç olanı doyurmanız, tanıdık olsun olmasın tüm insanlar arasında barışı yaymanızdır...”

‘HİÇBİR İBADET ŞEKİLDEN İBARET DEĞİLDİR’

İletişim ve ulaşımın böylesine geliştiği çağımızda ekonominin küreselleştiğini dikkate alırsak bugünün dünyasını o günün Mekke’sinin yerine rahatlıkla koyabiliriz. Yüce Kitabımızın Mekke örneği üzerinden verdiği mesajlar bize açık ve kesin olarak şunları gösteriyor:

a) Adaletli bir paylaşımın bulunmadığı zalim bir ekonomik yapı, İslâm’ın mücadele etmeyi gerekli gördüğü bir yapıdır.

b) Kur’an ilk günden itibaren bu konuyu hep gündeminde tuttuğuna göre, bu mücadele devletiyle toplumuyla Müslümanların en öncelikli görevlerindendir.

Önceki bir yazımda da değindiğim gibi, kuşkusuz oruç, bütün zamanlarda, bütün mekânlarda yükümlülük şartlarını taşıyan bütün Müslümanlarca formel şekliyle yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Bu, orucun fıkhî yönüdür ve zorunludur. Fakat dinimizde hiçbir ibadet ‘şekil’den ibaret değildir; bütün ibadetlerde ayrıca, bir Allah’a yönelik, bir de Allah’ın yarattıklarına yönelik geniş anlamda ahlâkî içerik ve öz vardır. Konumuz bağlamında bu içerik ve öz, orucun yukarıda sözünü ettiğim infak duyarlılığıdır.