Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri “Marifet Name” adlı eserinde kıyamete yakın ortaya çıkacağı ve dünyayı çekirge sürüsü gibi kemireceği haber verilen yecuc-mecücün Çin olduğuna işaret etmiştir.

Çerden çöpten imal ettiği mamulleri ile dünya piyasalarını ele geçirip adeta “Çin çöplüğüne çevirdiği düşünülecek olursa bu ifade yerinde olmuş kanaatindeyim. Değil mi ki Kabe’nin yanındaki dükkanlarda ve tezgahlarda satılan tespih ve takkemiz bile ‘madein Çin’ dir..

Ucuz, sağlıksız, kalitesiz ürünleri ile dünya piyasalarının tozunu attırıp yerel esnafa kepenk indirten bu çekirge sürüsünün, hareket eden her şeyi yemek gibi bir marifeti de var malum..

Coronayı yarasa yiyerek mi edinip dünyanın başına sardılar yoksa komplo teorilerinde yer aldığı gibi bu bir egemen olma ve yönetme taktiği midir bilemiyorum doğrusu. Ne tababet ilmini bilirim ne de küresel hesaplara akıl erdirebilecek zekâya sahibim. Tüm dünyaya bulaştırdığı virüsün zayiatları Çin’in yanına kar kalır mı? Bu sorunun cevabını da bilmek isterdim, lakin biliyor veya öngörebiliyor değilim..

Bildiğim bir şey varsa o da Çin’in Doğu Türkistan zulmünü alabildiğine devam ettirdiği gerçeğidir. 

Evet, tam olarak 72 yıldır Çin İşgalindedir Doğu Türkistan.. Üstelik her geçen gün Uygur halkına uygulanan zulmün dozu da artmaktadır.

Doğu Türkistan Çin’in Kuzey Batı bölgesinde yer almakta olup geçmişte tarihi ipek yolunun merkezinde yer almış, günümüzde ise doğu-batı arasında hem ekonomik ve hem de kültürel köprü konumundadır.

1330’lu yıllarda İslam’ı kabul etmiş olan Uygur Türklerinin Anavatanı olan bu kadim topraklar Altay Bölgesini de içine almaktadır. Tarihi sürecini daha önceleri de pek çok makalemde kaleme almaya çalıştığım Doğu Türkistan konusunda bu kez ısrarla “zulüm” gerçeğine dikkat çekmek istemekteyim..

Keza Doğu Türkistan İşgal edildiği tarihten bu yana “Çinlileştirme politikaları“ çerçevesinde pek çok baskı ve zulme maruz kalmıştır.Çin rejimi tarafından yönetilen ”Sincan özerk Cumhuriyetine” sıkıştırılan koca bir tarih ve medeniyet yok edilme tehdidi ile karşı karşıyadır.

Uygur halkı işgal edildiklerinden bu yana kendi dilleri ile eğitim alamıyorlar. Kimliklerinde Çin Rejiminin uygun gördüğü isim ve soyadlarını taşımak zorunda bırakılıyorlar. Dini vecibelerini yerine getirmeleri kesinlikle yasaklanıyor. 2’den fazla çocuk sahibi olmak da öyle..Ucuz iş gücü olarak görülen Uygurlar çeşitli fabrika ve iş alanlarında kötü şartlarda ve karın tokluğuna çalıştırılıyorlar.

Binlerce yıllık medeniyete sahip Doğu Türkistan’ın Dünya Haritasından çıkarılmış olması Komünist Çin Rejimine yeterli gelmediği gibi, Uygur halkını sahip olduğu bütün değer ve kültürleri ile beraber ortadan kaldırma çabası güdüyor. Bunu gerek asimile ederek gerekse katlederek gerçekleştiriyor.

Nitekim son yıllarda en çok gündeme gelen ve dünya kamuoyundan saklandığı halde bir şekilde sızan toplama kampları bu asimilasyonun en bariz öreğidir.

Hatırlanacak olursa bu anlamda ilk olarak hafızalarımıza kazınan isim Guandong toplama kampı olmuştur.

Hani Şu 5 Temmuz olaylarının çıkmasına sebep olan kasabadan ismini alan kamp.2009’da Guandom eyaletinde zorla fabrikalarda çalıştırılan Uygur gençlere saldıran Çinliler onlarca genci hunharca katletmiş pek çoğu da kaybedilmiştir. Bu durumu protesto için Urumçi’de eylem yapan göstericilere 20 bin asker ve polis tarafından saldırılmış yüzlerce kişi öldürülmüştü.

2013 tarihli bir makalemde “Guandong benim için Guantanomodan farksızdır.
Çünkü Guandong’da tıpkı Guantanomu gibi Müslüman kardeşlerimin zorla tutulduğu, işkence gördüğü bir toplama kampıdır. Çin hükümetinin iş gücü fazlalığı bahanesiyle Uygur Türkü olan gençleri özelliklede genç kızları sürgüne gönderdiği ve Çin’in iç kısmalarında yer alan bir esaret- şehridir.” Şeklinde bahsetmişim.

Şimdilerde benzer kampların sayısını ve yerini bilebilmemiz, tahmin edebilmemiz mümkün değil. Toplama kampları ile ilgili dış dünyaya bilgi sızdığında “ıslah kampları” veya “eğitim kampları” şeklinde yumuşatılmaya çalışılmış “Çince öğretildiği” iddia edilmişti. Oysa insanların tıkış tıkış yaşadığı, bulundukları dar alanlarda nöbetleşerek uyudukları bu kamplar, baskı ve işkencelerle “zorla alıkonan” Uygurlara asimilasyon yapılan yerlerdir. İşkence ve gayrı insani muamelelerin uygulandığı söz konusu kampları sayış ise giderek artıyor.

Bir yandan toplama kamplarında işkenceye maruz kalan, diğer yandan suçsuz yere hapishanelere tıkılıp akıbetleri bilinmeyen çok sayıda genç, yaşlı, kadın, erkek görülmemiş şartlarda yaşam mücadelesi veriyor. Uygur ailelerin evlerine yerleştirilen Çin görevliler ahlak dışı bu uygulama ile yalnızca mahremiyeti çiğnemekle kalmıyor, aile bireylerini baskı altında tutmayı amaçlıyor. Dini ibadetlerin yapılmaması için her saniye gözetim altından tutulan aile bireyleri, kendi evlerinde birer Çinli ile yaşamak zorunda bırakılıyor. Ayrıca Çin rejimine muhalif olması bakımından bir araya gelinmesini engellemek maksadı ile Uygurlar tek tek takip ediliyor. Daha fenası gerek diasporada gerekse farklı sebeplerle yurt dışında bulunan Uygurlar çoğunlukla da aileleri ile tehdit edilerek kendi halkını fişlemek zorunda bırakılıyor. 

Uzun yıllardır yaşanan bu zulümlere şimdi bir de corona salgının eklendiğini işitiyoruz. Bulaşının kötü şartlardaki kamplarda yayılma tehlikesi ile beraber, salgın bahane edilerek çok sayıda insan katlinin üzerinin örtüleceği iddia ediliyor.

Hâsılı,  Uygur Halkına uygulanan bu asimilasyonu giderek etnik soykırıma dönüştüren Çin zulmüne karşı durmak Müslüman ve Türk Halkı olarak boynumuzun borcudur.

Bu zulme artık bir dur denmesi lazım gelir!

Çin’de yaşananlarla  ilgili olarak her kesimin üzerine düşeni yapması gereğinin bir kez daha altını çizmek istiyorum.

İçinde bulunduğumuz bu pandemi sürecinin tüm ağır şartlarına rağmen Uygur kardeşlerimizi unutmadığımızı, asla unutmayacağımızı bir kez daha ifade etmek lazım gelir.

“Zalimler Nasıl Bir İnkılaba uğrayacaklarını yakında bilecekler.”

*Şuara 227

Ayşe Müzeyyen Taşçı