TÜM TABULAR TABUTA MI?

Bismillahirrahmanirrahim

Allah’a  hamd, Resul-i Ekrem efendimize, âline ve ashabına salat-ü selam ederiz.

Esselamü Aleyküm;  Muhterem Okuyucu kardeşlerim.        

Soğuk Savaş 1990'ların başında bitmişse de iki kutuplu dünya sisteminin tesirini toplumların hafızasından atmak, bir türlü mümkün olmadı. Yeni dünya düzeni 1990'ların başında doktriner olarak ilan edilmişse de, bizim gibi okuma oranı düşük, sorgulama melekesi gelişmemiş toplumlarda, 2017 referandumuna kadar ve hatta ve hala sağ-solun bittiği, tek kutuplu dünya sisteminin kurulmaya çalışıldığı bir türlü anlaşılamadı.

Yalnız şu oldu. 2018 Haziran seçimleri ile girilen güya başkanlık sistemi, ilk önce 2018'de, devamında 2019 yerel seçimlerinde ve bugün 14 Mayıs seçimleri öncesinde, ittifaklar sistemi insanları değişime zorladı. İdealizmden taviz vermeyen, kimlik üzerinden siyaset yapan partiler, dava partileri, ideal değil, rasyonel düşünmeye başladılar.  Satırlarımın başında bunu yadsımadan öte anlamaya çalışmayı denemek istiyorum.  Ortalık öyle toz duman oldu ki; 20. yüzyıl şehrinin mahalle takımlarında sokak futbolu oynayan çocukların; top, kale ve adam paylaşmaları gibi, bir sana, bir bana misali, takımlar ve ittifaklar oluştu. Ünlü Türk büyüğü Çokomelli damadın da dediği gibi, at izi, it izine karıştı.  Millet ittifakını 28 Şubatçı  olmakla suçlayan Püskevitçi cenaha, 28 Şubat'ın partileri DSP, ANAP, MHP üçlüsü üşüştü. CHP liderliğindeki Millet İttifakı sol eğilimci olmakla suçlanırken, yanında 4 sağcı liberal partinin ve bir de bir Milli Görüş’ün asıl temsilcisi Saadet Partisi’nin olduğu gözlerden kaçıyordu. Türkiyem güzel ülkem kuruldu kurulalı böyle cümbüş görmemişti vesselam. Keşke cümbüş olarak bu işin renkliliğini ve tadını çoğulculuğunu çok sesliliğini ağız tadıyla yaşayabilseydik. Yine Konsololidasyon hazretleri! devreye girdi en renkli! elvan elvan küfür ve hakaretler havada uçuşmaya başladı.

‘’Biz iki kişi kalsak, birimiz diğerine oy verir’’ diyen teşkilat yerine ‘’Def-i Mefasid, Celb-i  Menafi’den evlâdır’’ Mecelle kaidesi ve yorumları zihinlere işlenmeye başlandı. Her seçim bölgesinde, her beldede amblemi ve adayı ile seçime girmeyi kutsayan bir parti, hatta bir beldede hiç aday yoksa, çakma aday koyma cihetini bile tercih eden bir parti,  oy vermenin imani bir mesele olmadığı yorumuna geldi. Dedim ya; bu satırları henüz karalarken hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu şimdilik yargılamayacağım. Fotoğraf çekme, teşhis koyma amelesini ifa ediyorum halen.  Aslında tüm mesele şu ilk çıkarım olarak; bir konuda insanları ikna etmek etmeye çalışırken, bizleri bağlamaması gereken kelam-ı kibar kabilinden sözlerle kendimizi bağlarsak, bir müddet sonra yol tükeniyor. Mübah olan ve aslında çok esnek olan karar verme  alanını, bugün tersine davranarak kendi kendimizi zora sokuyoruz. Dün imani olmayan ama vebal ifadesi ile izah edilecek bir konuyu imani mesele diye ortaya koyarken, bugün imani mesele değil demek tezatına tüm veryansınımız. Dün yolun tam sağına bugün tam soluna dümen kırarak yolun ortasını bulamıyoruz.

Dün niçin ayrı aday ve amblemle seçime gitme zorunluluğumuzu izah için pek de gerekmeyen -derken bizi bağlamadığı halde bağlıyormuş gösterilen-  argümanları bugün yine aynı amblem ve adayın şart olmadığı konusunda son gaz rastgele kullanırsak, yarın yerel seçimlerde, oldu ya seçime yalnız girmeyi tercih edip rasyonel değil de ideal davranmamızı nasıl izah ve ikna edeceğiz merak ediyorum. Verdiğiniz kararlara dini kılıf bulma ihtiyacı neden hissediyorsunuz.  Bir konu dini vecibe ise zaman onu sizin yorumunuz değiştiremez, konjoktür onu esnetemez. Şayet dini bir vecibe değil, inancımız bizi bu konuda muhayyer kılmışsa ve biz inandırıcılığı artırmak için kisve icat etmişsek, kusura bakmayın bizim aklımızla alay edemezsiniz.

Yazılarımda iki beyin lobuma ya da rahmani ben ile nefsani ben'ime şeffaf ihaleye çıkar gibi ulu orta gözlerinizin önünde münazara yaptırıyorum. Sesli düşünerek sizleri de bir münazaraya şahit tutmuş oluyorum. Bugün bu mecburiyeti savunmamalımıyız Peki?  Derdim aslında bugünkü kararın doğru ya da yanlışlığında değil.  Olayları değerlendirirken aşırı coşkun ifadelerle kendimizi tutarsız konumuna soktuğumuzdan şikayetçiyim ve bu ittifaklar sistemi böyle daha çok devam ederse kendimizi daha sonra çok zorlara sokacağımızdan endişeliyim. ittifaklar sistemi ‘’tükürdüğün yüzde bir öpücüklük  yer bırak’’ sözünün ne kadar olduğunu, kapıyı çarparak çıkmamak gerektiğini öğretmeli herkese. Olumlu tarafından bakacaksak atomun parçalayamadığı önyargıları ittifak sistemi parçaladı vesselam. Herkes manevra alanını geniş tutmak için göbek yörüngesinde çekimsiz alan oluşturuyor ki her an her yere dönebilsin. Aslında değişmez hakikate kulak veremeyişimizden bu ızdıraplar. Sevdiğini ölçülü sevmeyi ve düşmanında olsa adil davranmayı öğreten öğütleyen yüce düsturu içselleştirebilseydik bu tür hezeyanik yollara başvurmak zorunda kalmayacaktık.

Şahsen ana fikrim şudur; değişmezlerimiz ve değişebilirlerimiz var bizim, bunları iyi tefrik edersek hem Saadet kaynağımızı değerlerimizi aşındırmamış hem de zamana ayak uydurmuş oluruz. Mürekkebini yaladığım kitaplarda araçların değişmesinin insanın değişmesi gibi yorumlanmaması gerektiği yazıyordu. Ve ekliyordu insanda hukuku fiil değişmez yani Adem Aleyhisselam devrindeki ya da Asr-ı Saadetteki insanla çağımız insanı taşıdığı umdeler anlamında aynı insan idi, dolayısıyla bu umdelere hitap eden  ilkelerin değişmesi mevzu bahis olamazdı.  İnsan dün de kan dökücü, haset, nefsine uyan, tamahkar ve muhteris bir varlıktı, bugün yine öyle, ve yine öyle olacak. Dolayısıyla insan değişmediği müddetçe, hukuki fiil değişmedikçe, evrensel hükümlerde değişmeyecektir. Konu maddi çevre ve vasıtaların değişmesi ise, oluşması normal olan örfi hukuk zaten içtihatlarla sisteme yeni fetvalar üretmeye devam edecektir. Aslında hadise bu kadar net. Biz bu çıkarımı bir türlü idrak edemediğimiz için sapla samanı karıştırmaya devam ediyoruz. Ya meramımızı ifade edecek edebi donanıma sahip değiliz ya da ilmi konuyu esastan anlamaya niyetli değiliz. Bunu anladığımız gün bu zamanda bu çağda 21. Yüzyılda ile başlayan aptallık eseri cümleler kurmamış olur dinin güncellenmesi gibi lügatlerde olmaması gereken bir ifade kendine yer bulamamış olurdu.

Insan davranışlarındaki değişimi de bir iki cümle ile ele alıp yazıyı nihayetlendirelim. Devletler hukukunda Rebus sic stantibus uluslararası andlaşmalar hukuku ilkesi vardır. Şartlardaki esaslı değişiklikler, andlaşmanın akıbeti üzerinde etkilidir. Bu etki, andlaşmaların sona erdirilmesi, askıya alınması ve andlaşmadan çekilme temelindedir. Bu konuyu bireye indirgeyelim. Şartlar hakikaten değişmişse yönetimin ve metodun değişmemesi çağa ayak uyduramamak, körleşmek, çağı yakalayamamak demektir. Ancak şartlar değişmediği halde değişmenin adı ise en basit ifadeyle döneklik, sözünde durmamak, fırıldak olmak, güçten yana dümen kırmak, rüzgâr gülü gibi olmak, menfaatine kul olmaktır. Bu ifadeleri sırf ikbal ve menfaati için dönenlere pekala kullanabiliriz. Şimdi günümüzde her alanda kimlerin niçin döndüğünü sorgulama ödevi de siz okuyucularımıza ait olsun. Bazen de insanoğlu ulvi amaç ve hedeflere hizmet edeceğim ediyorum diye kendini kandırır, egosuna konforuna hizmet eder. Şeytan onun ağzına bir parmak bal çalar ve yaptığı dünyalık çalışmaları cihad kisvesine sokturur. Şeytan bu konuda pek mahirdir, aman ha aman nefislerin dizginlerini sıkı tutalım.

Süslü püslü değişim mottosunun şahsen çok doğru olduğunu düşünmüyorum.  Bütün kurumlar ve liderler bu kelimeyi sanki efsunluymuş tılsımlıymış gibi bol bol kullanma hastalığına tutulur. Değişimin doğru mu yanlış mı olduğu son derece önemlidir halbuki. Değişim yanlış yönde ise bu bir dejenerasyondur, transformasyondur bazen de asimilasyondur, devrimdir yada bu şekilde tanımlanır. Değişimin müsbet olması ise İnkılabtır, ıslahattır, İnkişaftır, Fetihtir. 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin ülkemiz için en hayırlı değişime vesile olması temennilerimle hepinize hürmetlerimi sunuyorum.                                       

Vesselam Veddua…