KARPUZ ÇEKİRDEĞİ İLE DEMİR KUBBEYİ DELMEK

Takvimler 7 Ekim 2023’ü gösteriyordu. İlk bakışta her yıl olan, son derece olağan bir gündü. Lakin kimseler bilmese de; bütün sıra dışılıkları sıradanlaştıracak bir dönüm noktasının, nokta konulamayacak cümlesinin ilk harfleri yazılıyordu. 

 “Oku” diye başlıyordu Kuran-ı Kerim’in ilk inen ayeti. Kitabı okuyan, kitabı anlayan, kitabı yaşayan bir millet; “oku” emrinin gereğini yerine getiriyordu. Okumak dediğimiz; dille terennümden, kalp ile tasdikten ibaret değildi. Kuran-ı Kerim’i hakkı ile okumak; Kuran’ı Kerim hudutları dışında kalan her şeye meydan okumaktı. Okumak; Allah’tan başkasına baş eğmeye baş kaldırmaktı. Esaretin ve işgalin her çeşidinin; modern Latcıkların, Uzzacıkların, Menatçıkların her birinin; kabbalist öğretilerin; sürrealist ideolojilerin; illegal konjonktürün; emperyal politiğin canına okumaktı. İnsaniyetsiz insan olmaya, vicdansız vicdan taşımaya son verme aksiyonuydu okumak. Haysiyet ve özgürlüğe uzanan ellerin kırılması, dinle aldatanların illüzyonlarının bozulmasıydı. 

 Takvimlerde sadece 7 Ekim 2023 yazıyordu. Oysa ki; bütün imkansızlıklarından oluşturdukları imkanla, bütün imkanlara sahip olanların bütün imkanlarına kafa tutan bir avuç yetimin destanı yazılıyordu. Dünyadaki kan ve gözyaşının baş müsebbibi siyonizmin bitişinin başlangıcıydı 7 Ekim 2023. Haksızlıklara ve baskılara karşı yıllardır masaya yatırılan fikirlerin ayağa kalkması idi. Öyle ya, hayat; zulüm ve haksızlık karşısında kıyamete dek kıyam etmekti. Durağan değildi İslam, hareketti, eylemdi. Asırlardır yaldızlı kılıflar içerisinde duvarda asılı bir cisim halinde kalan kutsal kitabımız, asr-ı saadetten sonra yeniden, ayetlerindeki yıldızlı manaların bütün hacmiyle hayatın merkezine iniyordu. İslam’ın vücut bulmuş haliydi Filistin halkı ve “Ey iman edenler; iman edin.” diye haykırıyordu lisanı hal ile. Namaz, oruç ve zikir gibi ibadetlerden ibaret değildi İslam. Bir yaşam biçimiydi ki; İslam akidesi dışında hiçbir kaideyi içine almayan. Eğitim sistemlerimiz kasten müfredat dışı bıraksa da, Müslümanın kapsama alanı içinden hiç çıkmaması gereken cihat farzınındı artık meydan. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hoşgörüsünü, yumuşak huyluluğunu anlatıp da; zulme tahammülsüzlüğünü ve zalimlere hiddetinin tonunu saklayanların suratına inmişti hakikatin şamarı. Kuran-ı Kerim’de en çok geçmesi hasebiyle, Müslümanlar için en hususi husustu cihat emri. Edebiyat kürsülerinde, miting meydanlarında esip gürleyenlerin, müteahhitlik ile mücahitlik arasında bir tercihe zorlandığı gün gelip çatmıştı. Açılmıştı, dünyanın en büyük imtihanının sınav kağıtları. Kimsenin tarafsız kalma lüksü yoktu. Bütün saatler, imanlarımızı sorgulama vaktini gösteriyordu. “Filistinliler insansa, ben neyim? Onlar Müslümansa, ben kimim?” sualleri, beyinlerin en ince kıvrımlarına, kalplerin hücre zarlarına nüfuz etmişti. Kendimizi mi kandırmıştık, İslam’ı yaşadığımızı düşünerek? Nefesimizin bir gün muhakkak kesileceğini bile bile, nefsimize hitaben bir din mi uydurmuştuk bilmeden? Sırf ins taifesinden doğduğumuz için insan kaldığımızı mı sanmıştık, insandan başka her cins ile bağdaşabilecek bir hayata gömülürken. 

 Belki de Necip Fazıl sağlığında dahi hiç kimsenin kulaklarını bu kadar gür sesle çınlatmamıştır: “Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız.” cümlesiyle. Mehmet Akif’in: “Gözyaşından ne çıkar? Neden ter dökmediniz?” sorusu, böylesine hiç kanatmamıştır belki yüreklerin derinlerini. 

Tanıklık ediyoruz tarihe. Gözlerimizin önünde cereyan ediyor sınır tanımayan vahşet de, karşısında hiçbir gücün duramadığı iman ve metanet de. Basiret, feraset, dirayet ve cesaretten yoksunların yok hükmünde olduğunu da gördük; siyonizm hezeyanlarının, inançtan alınan bir heyecanla tuz buz edilebileceğini de. Bir avuç yetim, düşmanlarının attığı füze parçalarından roket yaparken; karadan, denizden ve havadan palavra atan siyasetçileri de izledik. Tel örgülerin özgürlüğe engel olamayacağını da bildik; makam mukabilinde ruhunu satan işbirlikçi tutsakları da. 

Bir sebebi olmalı, bütün bunlara tanık olmamızın. Bir sebebi olmalı, bu çağda tüm bunlar yaşanırken yaşatılmamızın. 7 Ekim’den sonra bir şeyler değişti mi günlük rutinimizde? Hayatın Hakk-batıl mücadelesinden ibaretliğini öğrenebildik mi mesela? Gayri müslimler akın akın İslam’a koşarken, iman katabildik mi imanımıza? Malayaniyi terk edip dört elle sarıldık mı maneviyata? Dualarımızın ilk öznesi “ben”, ilk tümleci “bana” mı hala? Sonsuz mükafata nail olabilmek için; defaatle ittik mi dünyevi menfaat adına ne varsa? Razı mıyız; bugüne dek atalarımızın yiğitlikleri ile övündüğümüz gibi, bundan sonra da katkımız olmayan şanlı Filistin destanı ile iftihara? Canımızla, malımızla, kalemimizle, kelamımızla hazır mıyız cihada?  İzzetli bir ölümü tercih edebiliyor muyuz, zillet içinde yaşamaktansa? Alkış tutanlardan mıyız, buram buram hamaset kokan siyasi söylemlere? Öz eleştiri yaparken, söz eleştiri de yapabiliyor muyuz, etkili ve yetkili şahısların reelde hiçbir karşılığı olmayan konuşmalarına? Kaville yetinenlerden miyiz, kabil olan tüm fiillerin devreye girmesini isteyenlerden mi? Kocaman sıfatlar ithaf edilen şahısların, güneş çıktığı an eriyen kardan adamcıklar olduğunu fehmedebildik mi? Ayırabildik mi; sırtını Müslümanlara yaslayan, lakin ruhu ağlama duvarında ağlayan ayrık otlarını? Hissemizi aldık mı; soykırıma ve direnişe şahit olmamızın omuzlarımıza yüklediği sorumluluktan gereği kadarını? 

Ahzab Suresi 23. Ayet-i Kerime’deki: “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimi de şehitliği beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.” buyruğunu, canlı canlı yaşıyor Filistin halkı. Esirlere davranışlarıyla, en zor koşullarda merhametten taviz vermeyen duruşlarıyla yaşatıyorlar İslam ahlakını. 1400 yıl ötesinde kalmamış Müslümanlık. Tozlu kitap kapaklarının içine bırakılmamış kahramanlık. Korkuyu öldürmekten geçiyormuş, ölümden korkmamanın yolu. Öldürülemiyormuş, ölümden korkmayanların ruhu. 

Ey Hamas ve Filistin Halkı! 

Sizler; şuurları ölmüş, ruhları gömülmüş ümmetin medarı iftiharısınız.

Sizler; asr-ı saadeti ve sahabeyi bugüne taşıyarak İslam’ın izzetini ayakta tutanlarsınız. 

Sizler; yenilmez denilen ordular ve son teknoloji mamulü silahlar karşısında imanınızla destan yazan kahramanlarsınız. 

Sonuç ne olursa olsun, siz kazandınız.

Selam sana; elleri ile siyonistlere, sözleri ile işbirlikçi Müslüman yöneticilere füze atan adam.  

Bütün Ebu Ubeydelere, Hamas’a, Kassam’a, 7’den 77’ye Filistin’in yiğit evlatlarına selam…

       Fatma YAĞMUR