BATI GÜDÜMÜNDEKİ SİYASETTE KİRLİ OYUNLAR!

Özlü Söz: İnsanlar dünyalarını düzene sokmak için dinlerine ait bir şeyi terk ettilerse, Allah onları ondan daha zararlı bir şeyi uğratır.

                                                                              Hz. ALİ (krm. vech)

_____________ 0 _______________

Mustafa Kemal’in Osmanlı Devletini yıkıp yerine Türkiye Cumhuriyetini kurması ile birlikte İslam dinine ait imani ve ameli konularda zaman içinde büyük değişim ve algılar meydana getirdiler. Allah’ın koruması altındaki İslam dinini kendi sistemlerinin bekası için kontrolü altına alan Mustafa Kemal ve arkadaşları 3 Mart 1924 yılında İslam’ın ana temellerinden olan Hilafeti kaldırarak (=ilga etti?) yerine milleti susturmak adına aynı yıl Diyanet İşleri Başkanlığını kurdular. 

Geçen yıllar içinde Diyanet İşleri Başkanlığının vesayeti altında ve sistemin müsaadesi ile dini anlatımlar halka anlatıldı. Bu anlatımlar din görevlilerinin camilerde gerek Cuma hutbelerinde gerekse vaazlarda “kutsal devlet” ima edilerek anlatıldı. Bu vaat ve hutbeleri dinleyen halk devletin kutsal olduğu inancıyla hareket ederek buna karşı çıkmanın dinin emirlerine karşı çıkmak olduğuna inandırıldı. 

100. yılını dolduran sistemin içinde yetişen ve kendilerini Müslüman olarak bilen büyük çoğunluk Allah’ın gerçek dinini bilmekten çok uzak olduğunu bilemeyecek kadar sisteme bağlanmış bir durum arz etmektedir. Kuranda ve Sünnette anlatılan din ile halkın Diyanet İşleri Başkanlığının vesayeti altında olan dini anlayış birbiri ile örtüşmemektedir. 

Kuranda anlatılan temel kavramlar halk arasında asli hüviyeti ile hiçbir şekilde bilinmemektedir. İnsanlara Kuranın temel kavramları anlatıldığında ise tepki ile karşılık verilmesinin yanı sıra devletin kutsiyeti ön plana çıkarılarak “siz yeni bir din mi çıkarıyorsunuz” tepkisi gösterilmektedir.

Yıllarca Müslümanların siyasetle uğraşmamaları için “İslam’da siyaset yoktur” tezini işlediler. Ne zaman ki, İslam coğrafyasında kelle koltukta gezen korkusuz âlimlerin kitapları tercüme edildi ve İslam dininin ana temel kavramları net bir şekilde açıklandı o zaman sistemin bize diyanet vasıtası ile verdiği dinin Allah’ın gerçek dini ile örtüşmediğini anlayan bir nesil ortay çıktı.

Daha sonra Necmeddin Erbakan’ın İslam’ın siyasi yönünü “Milli Görüş” formülü ile ortaya koymasından sonra Türkiye’de Müslümanlar siyasetle tanışmaya başladı. Ancak Erbakan’ın önü gerek sistem tarafından gerekse dini sistemin kutsiyeti altında bilenler tarafından hep akamete uğratıldı. Birde tercüme kitapların etkisinde kalarak ve İslam’ın bazı temel kavramlarını yanlış yorumlayanlar da Erbakan’ın önünü kesenler safına geçtiler.

Bu sakat ve yanlış anlayışın İran İslam İnkılabının ortaya çıkmasından sonra yerini “Demek ki İslam’da siyaset varmış” konumuna getirdi. Türkiye’de bazı radikal guruplar zaman içinde kendilerini yavaş yavaş siyasetin içine dâhil ederek olumlu bir adım attılar.

Bu konuda en deneyimli okul “Milli Görüş” okuludur. Çünkü bu okulda ilk hedeflenen Allah’ın Kuranda Al-i İmran Suresinin 103. Ayetinde beyan ettiği emir doğrultusundaki “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılmayın” ilahi emriydi. Dağılan İslam ümmetini tekrar birleştirmek için bir lidere ve bu liderin ortaya koyacağı Kurana dayalı bir direktife ihtiyaç vardı. Ve bu ihtiyaç Erbakan ve onunu formüle ettiği “Milli Görüş” formülasyonu ile ortaya kondu.

Erbakan’ın yıllar içinde hep önü kesildi ve onun “İslam Birliği Projesini” cami cemaatleri dahi anlamasın diye akla gelmedik engellerle ilerlemesi engellendi. Kimi zaman partisi kapatıldı kimi zaman etrafındaki yetişen güzide siyasetçiler ondan koparıldı ve hep yalnızlığa mahkûm edildi. Ve nihayet hak vaki oldu ve Rabbine emanetini teslim ederek ahirete göçtü.

Erbakan’ın vefatından sonra siyasetteki kirlilik gittikçe arttı. Müslümanların İslam coğrafyasında Kurana dayalı bir birlik kurmamaları için ABD özellikle müdahil oldu. ABD’nin iki ana hedefi var ve bu hedeflerini artık dünyada bilmeyen yok. Birincisi Siyonist katil rejimin bekası, diğeri de İslam topraklarında bulunan enerji kaynakları. Bu ikisini elinde tutabilmek için akla gelmeyen her yolu deniyor.

Özellikle Türkiye’nin konumu ve stratejik durumu ABD için kaybedilmesine tahammül gösterilmeyecek kadar önemsenen bir ülke. Bundan dolayı bu ülkenin avuçlarında olması için Kemalistlerin yerine getirdikleri islamistlele yola devam ederek İslam coğrafyasına kontrolü sağlam peşinde…

Erdoğan’a destek vererek kurdurdukları akp 22 yıldır kesintisiz iktidardadır. Bu durum şimdiye kadar hiçbir lidere tanınmayan bir toleranstır. Çünkü içte dini konularda Erdoğan’a bağlı öyle bir taban ve bürokratlar yetişti ki bu hiçbir zaman bu denli bir anlayış ve bağlılık kimseye gösterilmemişti. 

Diyanetin verdiği İslami anlayışla yetişen Müslümanların geçmişte CHP’nin sistemi kurarken Müslümanlara gösterdiği zulüm yıllar sonra pişirilerek akp’nin yararına işlenerek siyasi arenada hedef tahtasına konarak halka CHP İslam düşmanıdır tezi işlendi ve ne yazık ki 22 yıldır bunu halkın önüne koyarak her seçimde galip geldiler. Bu anlayış ABD’nin toplum mühendisleri tarafından işlenerek Türkiye’de yürürlüğe kondu ve tuttu. İşte akp’nin 22 yıldır iktidarda tutan Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği İslami anlayışla birlikte CHP’nin geçmişteki zulmü bugün işe yaramış durumudur.

İşin en ilginç yanı ise son dönemlerde Erdoğan’ın etrafında toplanan ve İslami konularda hassasiyetleri ile tanıdığımız siyasilerin tutumlarıdır. Özellikle Erbakan Hocanın “akp’yi siyonizm kurdu” sözüne rağmen oğlu Fatihin 23 seçimlerinde Erdoğan’la birlikte hareket etmesi en hayret edilecek bir durum oldu. Şimdi de yerel seçimlerde farklı bir tutum sergileyen Fatih için Erdoğan’ın “şantajcı ve zübük” demesi çok ağır bir itham olduğu bir durumu ortaya koydu. İslam Birliği davası terk edildiğinde ortaya çıkacak kimlik erezyonu ve kirli siyasetin neticesi budur.

Siyaset öyle ayağa düşürülecek veya nemelazımcı şahsiyetlerin eline olacak bir oluşum değil. Çünkü siyasi arenada ortaya çıkan her siyasetçi şahsiyet çok iyi biliyor ki, siyaseten alınan kararlar insanların hayatlarını olumlu veya olumsuz yön vermeye yöneliktir. Onun için her siyasetçi konuşma ve eyleminde çok titiz davranmalıdır ki kimseye bir zararı dokunmasın.

Fakat ne yazık ki bütün siyasi partilerin bugün temsil edilmediği Türk parlamentosunda siyasi konuşma ve davranışlar ağırbaşlılık ve mükemmellik yerine sataşma, hakaret, küçük görme ve kargaşa şeklinde yürütülmekte. Yani açıkçası siyasi kirlilik diz boyu…

Parlamentoda bulunan siyasilerin tutum ve davranışları o ülkenin insanına verdiği kültür ve medeniyet ölçüleri ile değerlendirilir. Demek ki, mecliste eğer bu kültür ve medeniyet yerine insanları kirli bir siyasetin içine çeken bir siyasi anlayış hâkimse o ülkenin kültürü ve medeniyeti köklerinden kopmuş ve başka kültür ve medeniyetlerin vesayeti altına girerek özünden uzaklaşmıştır.

Siyasi ahlak ve kültürün hâkim olacağı bir meclisin ve siyasi arenada siyaseti gereği gibi yapacak kimlikleri olacağı bir düzene varmak istemi ile…

Selam ve dua…