Karar yazarı Taha Akyol ‘Vur de vuralım...’ başlıklı makalede şunları ifade etti:

İçimizdeki şiddet eğilimi sadece kadın öldürmekle kalmıyor, siyasetteki şiddet dili de içimizdeki aynı şeytanın dışa vurumudur. Siyasi tarihimize bakın, “bizden” olanların da “onlardan” olanların da medeni rekabet ve rasyonel eleştiri dili pek zayıftır.

Ama öfke, nefret, şiddet duygularımıza gelince hepimizin dili pek uzundur…

“Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganı böyledir. Yeni değil. Meydanlarda ilk ne zaman patlak verdiğini hatırlayamayacağım kadar eski… PKK teröründen önce de 1970’lerde bu slogan vardı. Başka sloganlarımız da vardı, “Faşizme ölüm” gibi… “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” gibi…

Piyasada Latin Amerika devrimcilerinden çevrilmiş terör kitapları satılırdı!

Keşke 1970’lerdeki şiddet dili ve psikolojisi hakkında akademik araştırma yapılsa... Niye 1970’ler diyorum? Çünkü bugün herkes nefretini kutsuyor; ben istiyorum ki bunun eski hastalığımız olduğu görülsün.

‘HAİN’ KÜLTÜRÜ

Son olarak AK Partili Bakan Hulusi Akar’ın aday tanıtım toplantısında patlak verdi; vur de vuralım, öl de ölelim.”

Akar, “çarpıtıldı” diyor. Terörle mücadeleyi anlatırken bu sloganın atıldığını hatırlatıyor. Doğru. Fakat bir eski asker olarak terörle fiili mücadelenin sadece Mehmetçiğin ve polisin görevi olduğunu hatırlatmalı, gençlerin “vur de vuralım, öl de ölelim” diye bağırmalarını “onun da zamanı gelecek”diyerek onaylamaktan sakınmalıydı.

Gençlere ülkeye hizmet yolunun bilgi ve beceri kazanmak olduğunu söylemeliydi.

Akar’ın ‘farklı’ olmasını beklerdim fakat o da pek ‘politikacı’ oldu. Terörle mücadele gibi ülkenin en haklı olduğu bir konuyu siyasallaştırmaktan sakınmıyor; o da propaganda diliyle konuşuyor.

Karşısındakine kolayca “hain” damgası vurmaya yatkın bir toplum olduğumuz hiç akıldan çıkmamalı.
1930’larda Falih Rıfkı eleştirel basını “düşmana satılmış basın” diye suçluyordu. Yunus Nadi “vatan hainlerine hürriyet yok” diye manşet atıyordu… CHP propagandasına göre Demokrat Parti’yi Ruslar kurdurmuştu, halbuki kurduran İnönü idi. Sonra DP iktidarı güçlendi, İnönü’yü hainlikle suçladı… 27 Mayıs Darbesinin lideri General Gürsel, Menderes ve arkadaşlarının “vatanı Ruslara satmaya kararlı olduklarını” söyledi…

Nasıl bir siyasi hastalık, görüyorsunuz.

HAİN KÜFFAR

Zamanımızda Erdoğan’ın mesela Ağustos 2014’teki şu sözlerine bakın:

“Şu anda CHP, MHP, onlarla birlikte bazı kesimler ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ diyerek bu vatan hainleriyle birlikte iş görüyorlar.”

Liste çok uzun, “hain, alçak, namussuz, dış güçler, emperyalistlere hizmet edenler” falan…

Merhum Erbakan da AK Partililere “Bizans’ın çocukları” dememiş miydi?

Hepsi yanlıştır bunların. Temelinde, sağcı olalım, solcu olalım, siyasi rakiplerimize nefretle bakma ve “hain” görme/gösterme hastalığımız vardır.

Nasıl da hemen sirayet ediyor!

DSP Genel Başkanı Aksakal, AK Parti listesinde milletvekili adayı yapılmanın heyecanıyla nasıl konuşmuştu?

“Bu seçim geçmiş dönemlerdeki gibi bir sağ-sol seçimi değil, vatan millet seçimidir. İnşallah 14 Mayıs’ta vatanımızı küffara teslim etmeyeceğiz.” (14 Nisan)

Muhalefeti düşman ya da hain diye damgalama hastalığının yeni örneği…

DEBELENİP DURUYORUZ

İşte uzun yıllar içinden gelen bu mariz siyasi kültür yüzünden, sorunlarımızı tahlil etme, çözümlerini araştırma yeteneğimiz her zaman öfkelerimizin yanında cılız kaldı. Hiçbir devirde Uzak Doğu performansını gösteremeyişimizin sebeplerinden biri budur.

Böyle ateşli duygular içinde “hainler”le mücadele ederken aklımıza eğitim, bilim, uzmanlık, hukuk, karşılıklı saygı gibi değerler gelmiyor.

Dikkatinizi çekerim, AK Parti iktidarı, Kemal Derviş’ten devraldığı programı AB katkısıyla yürütürken işler iyi gidiyor, Erdoğan kimseye “hain, alçak”demiyordu, “dış güçler” yoktu. Kendi yanlışları yüzünden sorunlar büyüdükçe “hain, üst akıl, alçak, dış güçler” diye konuşmaya başladı.

Bu dil, yüzyıldır bizi rasyonellikten uzaklaştırıyor. 21. yüzyılda “orta gelir tuzağı”nda debelenip duruyoruz.

Hainlere ne hacet!

Yirmi beş yıl önce ilk baskısı çıkan “Hayat Yolunda” adlı kitabımda şöyle yazmıştım: “İnsanın kalitesi, insanın fikrinden önemlidir! Fikrin kalitesi de fikrin renginden önemlidir.”

Kaç arpa boyu yol gitmişiz?