Karar'da yer alan Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Çemrek, 14 Mayıs ve 28 Mayıs’ta gerçekleştirilecek ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin değerlendirmede bulunuyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasının netleşmesiyle Umberto Eco’nun “Ne yani böylesi korkunç bir dünyanın bir de cehennemi mi var?” sorusu* aklıma geldi ve kendimi “Bu seçimlerin bir de ikinci turu mu olacak?” demekten alamadım.

Seçimler öncesinde kendi tahminlerini sunan (ki bu tahminlerinde yarıştan çekilen İnce’de bir puan, diğerlerinin de her birinde sadece yarım puan sapma gösteren) bir arkadaşım benim tahminimi sorduğunda, kendisine tahminimin olmadığını lakin ilk turda muhalefet lehine bitmesi temennimi bildirmiştim. Beklentim gerçekleşmediğine göre en azından züğürt tesellim parlamento seçimlerinin ilk turda sonuçlanmış olmasıdır. Zira 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrasındaki istikşafi görüşmeler olumsuz sonuçlanırken güvenoyu alabilecek bir hükümetin kurulamayacağı ortaya çıkması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erken seçim kararı almasıyla 1 Kasım 2015’te genel seçimler yenilenmişti. Böylece Türkiye’nin bu gibi tecrübeler ve özellikle zayıf koalisyon hükümetlerinden şikâyeti Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişte oldukça iltifat gören argümanlara dönüşmüş ve atı alanın Üsküdar’ı geçtiği 16 Nisan 2017 referandumu sonucunda da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmişti.

İşin özü, 14 Mayıs 2023 genel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları itibarıyla Cumhur İttifakı parlamentoda sayısal üstünlük yakaladığı gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna da Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu’nun oyundan yaklaşık yüzde on daha fazla oy alarak oldukça avantajlı bir şekilde giriyor. Bu durumu da Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan kişisel sosyal medya hesabında “… Şimdi 14 Mayıs’ta elde ettiğimiz başarıyı daha büyük bir zaferle taçlandırma vakti…” ifadesiyle dillendirildi. O yüzden lafı hiç eğip bükmeden söylemek gerekirse Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun birinci turda zaten seçilmesi zor iken ikinci turda seçilmesinin daha da zorlaştığı hatta bir mucizeye dönüştüğü ortadadır. Eğer Kılıçdaroğlu başarılı olursa zayıf hipotezin gerçekleşmesi ya da güçlü hipotezin yanlışlanması gibi devrimsel bir sonuç olacak. Elbette bu çerçeve seçimleri analiz etmemize mâni olmadığı gibi hatta daha da gerekli kılmaktadır.

‘FAREYİ YAKALADAĞI SÜRECE KEDİNİN AK MI KARA MI OLDUĞU ÖNEMLİ DEĞİLDİR’

1978’de iktidarı ele almasından 1990’ların başına kadar ülkesinin de facto lideri ve bugünkü Çin’in mimarı olarak bilinen Deng Xiaoping, ülkesinin Maocu sosyalizmden küresel kapitalizme yönelişini betimlerken artık bir deyim haline gelen “Fareyi yakaladığı sürece kedinin ak mı kara mı olduğu önemli değildir” ifadesini kullanmıştı. Elbette farenin rengi ne kadar önemliyse en azından yazarken beni tebessüm ettirdiği üzere Çin’in resmî adı Çin Halk Cumhuriyeti ve ülke yönetimindeki yegâne parti de Çin Komünist Partisi’dir. İşin özü, sadece teori ve pratik arasındaki makasın reel ve nominal arasında da su yüzüne çıktığı anlar vardır. Küçücük bir gerçek canım teoriyi mahvedebildiği için isimlere değil öze itina göstermek esastır.

Bu bağlamda, parlamento seçimlerinin sonuçlarına göre en beklenmedik başarı anketlerde kendisine atfedilen oy oranının oldukça üzerine çıkabilen MHP’nindir. Bunu en son 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde oyunu bir önceki genel seçimlere göre iki katından fazla arttırıp yüzde 17,98 aldığında görmüştük. İktidardaki Cumhur İttifakı beka meselesini işledikçe bundan MHP’nin kazançlı çıkmaması zaten şaşırtıcı olurdu. Zira yaşadığımız coğrafyada bir ülkenin komşusunu işgal ettiği bir savaş devam ettiğine göre (her ne kadar bugün o işgal eden ülkeyle aramız doğalgaz borcunu öteleyecek kadar iyi de olsa, Cumhuriyet öncesi uzun savaş geçmişimizi de akılda tutarsak hatta NATO’ya giriş sebebimizin de yine bu ülke olduğunu hatırlarsak) beka sorunsalının işlevselliği ortadadır.

MHP’nin 1999’daki başarısının da Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiği bir atmosferde yapılan genel seçimlerde olduğunu hatırlamak gerekir. Bu beka söyleminin frekansına bir de savunma sanayi yatırımları ve bir yıl boyunca konutlara ücretsiz olarak verilecek olan Karadeniz gazının ön plana çıkarılmasının seçim sonuçları itibariyle başarılı hamleler olduklarını görürsünüz. Kaldı ki 1699 Karlofça Anlaşmasından beri ricat halindeki bir imparatorluğun varisi olmak Sevres Sendromu’nu bütün siyasi cenahlarda kullanışlı kıldığı için her zamankinden daha çok milli birlik ve beraberliğe muhtacız.

Metaforlar ve sloganlar aslında hap teorilerdir. Seçimlerden önce kafamda acaba Demirel’in tenceresi mi yoksa Stalin’in tavuğu mu kazanacak şeklinde ikili bir önerme dönüyordu ve benim hipotezim Demirel’in tenceresinin kazanacağı yönündeydi. Fatih Özatay da seçimlerden üç gün önce “Boş tencerenin Yıkamayacağı İktidar Yoktur: Demirel haklı Çıkacak Mı?” başlıklı yazısıyla çeşitli veriler ışığında Demirel’in haklı çıkıp çıkmayacağını sorguluyordu.

Bir vakıayı açıkladıkları sürece Demirel’in tenceresi de Stalin’in tavuğu da birer teori olarak makbuldür. Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı isimli kitabında bir teorinin kendisine dair eleştirilere yamalarla da olsa cevap verdiği sürece devam ettiğini ancak bu yamaların boşa çıkıp cevap veremediği noktada bilimsel devrimin yaşanıp yerini yeni teorinin aldığını ifade eder. Bu dönüşümü de paradigma kayması (paradigm shift) olarak adlandırır. Örneğin, Aristo’nun fizik ve evren anlayışı iki milenyum tahtını korumuş, daha sonra Newton fiziği kabul görmeye başlamıştır. Bundan hareketle bilim insanı ne kendi hipotezinin ne de bir teorinin fanatiği olabilir; hangi teori çalışıyorsa onu kabullenir. Kaldı ki her teori “her şeyin teorisi” olmak ister ama ontolojisi, epistemolojisi, metodolojisi ve müktesebatı buna engel olur. Örneğin, bütün anahtarlar maymuncuk olmayı ister fakat mümkün değildir. Şehrin sembolik anahtarı şehrin sembolik kapısını açarken parmak iziyle çalışan kilidi açmaya kalkışırsa başarısız olur.

Bu minvalde, siyaseti metaforik olarak bir maratona ya da futbol maçına benzetmek âdettendir zira insanüstü bir eforla 42 km 195 m koşmak için meşakkatli antrenmanlar yapmak gerekir. Bir futbol maçı 90 dakikadır ancak uzatmalarda hatta penaltılarda bile skor değişebilir. Dahası maraton güzergâhı boyunca koştuğunuz şehrin iklimi ve o günkü hava koşulları kadar bireysel ekipmanınız ve en önemlisi yolda başınıza gelecek kazalar da maraton koşuculuğunun cilvelerindendir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ticaretle uğraşan insanlarda görürsünüz bunu örneğin. Birkaç kez iflas etmiş olsa da girişimcilikten vazgeçmez hatta çeşitli kazalardan ve/ya dolandırılmalarından dolayı ticarethanesini ya da fabrikasını kaybetmiş olsa bile rızkını aramaya devam eder.

Akademisyenler için de benzer bir durum söz konusudur: Yorucu bir araştırmayı bir yayına dönüştürüp gönderdikleri akademik dergiden editör veya hakem aşamasında ret gelebilir hatta hakemlerin istediği minör veya majör düzeltmeleri yaptıkları ve bunu da hakemler onayladıkları halde en son karar merci olan editörden olumsuz cevap gelebilir. Her ne olursa olsun Namık Kemal’in ünlü Vatan yahut Silistre oyunundaki Abdullah Çavuş karakterinin hasbi tevekkülü esas alınarak -kıyamet olmadığına sürece- yola devam edilmelidir.
Sosyal medyada bir kadın doktora öğrencisinin doktora tez savunmasına girerken kendisine doktora başvurularında gelen ret mektuplarından etek yaptığını ve bu etekle tez savunmasına girdiğini görmüştüm. Türk ve dünya siyasi tarihi benzer inatçılıklarla doludur ki hangi iktidar olursa olsun zafere ulaşanların hikayelerini bu inatçılıklar süsler. Ancak sadece zafere ulaşanların… Yoksa aynı inatçılık aptallıkla özdeşleştirilir. Yukarıda tenceresinden bahsedilen Süleyman Demirel altı kez gittiği başbakanlık koltuğuna yedi kez dönmüştür ki bu gidişlerin bir tanesi muhtıra diğeri de askeri darbe sonucudur.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri 28 Mayıs’ta tekrarlanacağına göre aradaki iki hafta, bir nevi dönem arası okul tatili gibi bir şey. Seçim sonuçlarında anket firmalarının kahir ekseriyeti başarısız olsalar da uzunca bir süredir zaten anket firmalarının işlevi seçimleri yönlendirmekten ibaret olduğu aşikâr olduğu için “fala inanma falsız da kalma” tadında takip ediliyordu. Bu Türkiye’ye özgü bir durum da değil. Zira anketi cevaplarken maruz kalınan çapraz sorularla kişinin anketi trollemesinin önüne geçmek istenirken anket uzadıkça oldukça sıkıcı olabiliyor ve bu sefer de anket bitsin de gideyim kabilinden cevaplar verilebiliyor. Halbuki seçimlerde tek başınıza -eğer yardıma ihtiyacınız yoksa- bir kabine girip perdeyi çekiyorsunuz ve mahremiyetinizde oyunuzu veriyorsunuz. İhtimal kendisine anket uygulanan kişiler seçimlerde tercihlerini değiştiriyorlar.

28 Mayıs günü Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları bir anlamda şimdiden belli gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde 0.5 oyla ilk turda kazanamadığını hatırlarsak bu noktada Ata İttifakı adayı Oğan ile en fazla bir nezaket görüşmesi yapacağını varsayıyorum. Zaten MHP’den gelen ifadeler de Oğan ile görüşmeyi önleyici mahiyette. Kılıçdaroğlu ise şu anda yedi tane açıklanmış yardımcısının yanında bir tane daha yardımcılık vererek hatta belki bazı bakanlıkları da vererek kendini iyice zayıf duruma düşürmek istemeyecektir. Öte yandan, Oğan’a verilen oylar kendisini aday gösteren ittifakın oylarını çıkınca ve İnce’nin istifasıyla gelenleri akılda tutunca, kendisinin ikinci turda hangi adaya olursa olsun yönlendirmesine çok da itibar edilecek oylar olarak gözükmüyor.

Tarihten beklendiği üzere kendisinden mot-a-mot ders almayı engelleyen her olayın biricikliğidir ve bu yüzden Heraklitos’un dediği gibi aynı nehirde iki kere yıkanamayız çünkü çok fark etmesek bile her an biyolojik olarak değiştiğimiz gibi yıkandığımız nehir de debisiyle, akış hızıyla değişmektedir. Eğer tarih statik olsaydı, örneğin, insanlar bırakın boşandıktan sonra bir daha evlenmeyi, boşandıkları eşleriyle ikinci kez aynı evliliği denemezlerdi. İşte umut insanı ayakta tutan ve bundan dolayı Pandora’nın kutusunda en sona kalandır. Zaten umut bitince insan biyolojik olarak yaşasa da ruhen ölüyor. Ruhen ölmemek için kendimize yeni umutlar buldukça yaşama sevincimizi pekiştiriyoruz. Örneğin, yeni bir dil öğrenmeye veya yeni bir sanata veya spora başladığınızda onu profesyonel bir şekilde yapabileceğinizi düşünerek umutlanıyorsunuz.

Sonuç olarak, alınan riskler zaferle taçlanmadığında “ben demiştimciler” hemen belirir zira bütün zaferlerin akrabası ve hısmı (ve tabii ki de hasmı) çok iken başarısızlıklar hem öksüzdür hem yetimdir. Hepimizin bu kadar başarı odaklı olması belki kapitalizmle pekişmiştir ama insanlık tarihi başarısızlıkların uzun vadede başarıya dönüşmesiyle de doludur. Çarmıha gerilerek öldürülen Hristiyanlığın peygamberinin dini bugün yeryüzünde en yaygın müntesibe sahip olması buna örnek verilebileceği gibi sağlığında devlet kurarak vefat eden İslam peygamberinin dini de müntesip sayısında onu takip etmektedir. O yüzden fareyi yakaladığı sürece kedinin ak mı kara mı olduğu önemli değildir. Velhasıl kelam Yeni Türkü’nün eskimeyen şarkısı Aşk, Yeniden’den mülhemle başlıkta ifade ettiği üzere 28 Mayıs’ta sandık bizi yeni/den seçime çağırıyor. (Belki seçime giren adaylardan birisi bu yazıyı okur da “aşk” yerine seçimle ilintili tek heceli bir söz iliştirip seçim şarkısı yapar.)

MURAT ÇEMREK KİMDİR?

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Bilkent, Atatürk Alatoo (Kırgızistan) Selçuk, El Farabi (Kazakistan) Üniversitelerinde ve Polis Akademisi’nde dersler verdi. Ahmet Yesevi Uluslararası Üniversitesi’nin (Kazakistan) Avrasya Araştırma Enstitüsü’nün Kurucu Müdürlüğünü yaptı. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Bölüm Başkanlığı yürütmektedir.