Karar yazarı Mustafa Çağrıcı ''Müslüman dünya ‘özgür bireyler’ yetiştiremedi'' başlıklı makalesinde şunları ifade etti:  Felsefî ve ahlâkî bir kavram olan ‘birey olma’, ‘kendini özgür insan bilme, kendine özgü kimlik sahibi olma, bilgilerini ve erdemlerini geliştirerek kendi bireyselliğini saygın kılma’dır. Birey, topluma katılır ama kimliğini eritip bireysel varlığını yitirmez. Müslüman dünyanın asırlardır aşamadığı ana sorunlarından biri özgür bireyler yetiştiren bir kültür geliştirmemiş olmasıdır.

Bunun da sebebi, Fıkhın ‘insan kural içindir’ anlayışını hâkim kılarak nesilleri değişmez kurallar zindanına kapatmasıdır.

Hz. Peygamber’in amcası Abbas, Câhiliye dönemini yaşarken kardeşi Ebû Tâlib’e şöyle akıl vermişti:

“Ebû Tâlip! Onlara (düşmanlarına) karşı insaflı olma sakın! Onlar insaf gösterseler de sen sonuna kadar insafsızlığı ve zulmetmeyi sürdür.”

Câhiliye şairi Mus‘ab b. Züheyr gibi daha beterleri de vardı:

“Baktın ki talih düşmanını tokatlıyor, sen tekmele! Hatta talihten kurtulsa da senden kurtulamasın!”

‘Câhiliye’ teriminin kültürel manası tam budur.

Yüce Kur’an Müslümanlara şu uyarıda bulunur:

“Ey müminler!.. Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına ve dinine) sımsıkı yapışın, bölünüp parçalanmayın… Hani siz vaktiyle birbirinize düşmandınız. Ama Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz…” (Âl-i İmrân 3/103).

Tâbiîn nesli müfessirlerinden Katâde bu ayetin son kısmını şöyle açıklamıştır:

“… Siz o dönemde birbirinizi boğazlıyordunuz; güçlüleriniz zayıflarınızı yiyordu.Nihayet Allah İslâm’ı getirdi ve aranızda kardeşlik ilişkisi kurdu; sizi birbirinize bağladı. Gerçekten… ülfet (kaynaşma) rahmet, tefrika (parçalanma) azaptır.”

Burada ve daha başka birçok ayet ve hadiste görüleceği üzere, Kur’an ve Peygamber ısrarla Müslüman toplumu inanç ve değerler ekseninde bir kardeşlik kurmaya çağırdı ve bu çağrı başarı oldu. Fakat bu birlik, cahiliye kabileciliğinde olduğu gibi ‘birey’in kişiliğini topluluk içinde eritme şeklinde değildir; aksine, din ve hukuk karşısında temel haklarda eşit bireyler olarak diğer kardeşlerle manevi ve maddi değerleri paylaşma, bağımsız ahlâkî bireysellikleri geliştirme amaçlıdır.

Kur’an ve Peygamber, dindarlığın ve dinî sorumlulukların bireysel olduğunu kesin bir dille ortaya koyarlar. Mesela cemaatle kılınan namaz tek başına kılınandan yirmi yedi kat daha faziletlidir. Ama sorumluluk bireyseldir. Kur’an, hiç kimsenin başkasının günah yükünü, dolayısıyla sorumluluğunu yüklenmeyeceğini tekrarlar. Kur’an’ın bildirdiğine göre, mahşer yerinde kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçacak; herkes kendinden sorumlu olacak (Abese 80/33-37). İnançlar da ameller de sorumluluklar da kişiseldir. “Dinde baskı yoktur” (Bakara 2/256). İbrahim Peygamber inkârcı babasını (Tevbe 9/114), Nuh inkârcı oğlunu kurtaramamıştır (Hûd 1145-46).

Ünlü Japon İslam ilimleri uzmanı T. Izutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar adlı kitabında (Pınar Yay., s. 90) bu türden bazı ayetleri aktardıktan sonra, “Ahlâkî bakımdan bu, bireycilik ilkesinin ilanından başka bir şey değildir” der.

***

Zamanımızda dünyada ve ülkemizde birçokları ‘birey olma’yı yanlış anlıyor, anlatıyorlar. ‘Birey olma’ sosyolojik değil, felsefî ve ahlâkî bir kavramdır. Birey olma, ‘kendini özgür insan bilme, kendine özgü kimlik sahibi olma, bilgilerini ve erdemlerini geliştirerek kendi bireyselliğini saygın kılma’dır. Bu anlamıyla birey, topluma katılır ama toplum içinde kimliğini eritip bireysel varlığını ve özgürlüğünü yitirmez. Toplumsal faaliyetleri paylaşıp toplumsal değerleri geliştirirken bunları kendi kimliğinin ve erdemlerinin bir parçası olarak yapar. İslam’a bütüncül baktığımızda görürüz ki, onda bireyin toplumsallığı bilinçlidir; edilgen değil etken toplumsallıktır.

Böylece gerçek birey, toplumsal değerleri reddeden değil, filozof Fârâbî’nin on bir asır önce dediği gibi, ‘köle tabiatlı’ ve ‘hayvanî insan’dan farklı olarak, ‘düşünce kapasitesi’ni ve ‘karar verme yeteneği’ni kullanan, bu sayede ‘özgürlüğü hak etmiş’ insandır (et-Tenbîh, Amman 1987, s. 218).

Müslüman dünyanın asırlardır aşamadığı ana sorunlarından biri, bu anlamda özgür bireyler yetiştiren bir kültür geliştirmemiş olmasıdır. Bunun da sebebi, –Kur’an, Sünnet ve Sahâbe neslindeki ‘kural insan içindir’ anlayışının aksine- İslam dünyasının asıl normatif ilmi olan Fıkhın ‘insan kural içindir’ anlayışını hâkim kılarak nesilleri değişmez kurallar zindanına kapatmasıdır.