Karar yazarı Ahmet Taşgetiren ''Bu kadar Erdoğan...'' başlıklı makalesinde şunları yazdı:

Bilmem Ak Parti, 2015 Haziran seçimlerinde oylarının yüzde 47’den yüzde 40’a düşmüş olmasının sebeplerini araştırdı mı?

Bilmem Ak Parti, o yılın Kasım ayında oyların yeniden yüzde 49’a çıkmasının sebeplerini araştırdı mı?

Bilmem Ak Parti, 2019 mahalli seçimlerinde, İstanbul’da ilk turda 14 bin, YSK marifetiyle seçim yenilenmesinde 800 bin oyla kaybetmesinin sebeplerini araştırdı mı?

Tayyip Erdoğan tabii ki bir marka. Ve Tayyip Erdoğan tabii ki Ak Parti’nin seçim kazanmalarında en önemli, hatta tek faktör durumunda.

Ama acaba onun “aşırı kullanımı” ya da “yanlış, gereksiz yere kullanımı”nın kayıplara da sebebiyet verme ihtimali yok mu?

2015 Haziran seçimlerinde Erdoğan, “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla ama Ak Parti propagandası için meydanlara çıkmıştı. Toplum buna tepki gösterdi. Toplum, parti propagandası yapan bir Cumhurbaşkanı’nın, anayasal çerçevesini, “milletin birliğini temsil” hüviyetini ihlal ettiğini düşündü ve oy vermedi.

Kasıma doğru ise Erdoğan meydanlara çıkmadı. Seçim çalışmalarını Başbakan olarak Ahmet Davutoğlu yürüttü. Terör olayları da vardı ve bu sebeple, Ak Parti oyları yeniden yüzde 49’lara çıktı.

2019 mahalli seçimlerine gelindiğinde Erdoğan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Fiili olanı hukuki hale getirelim” diyerek açtığı anayasa değişikliği yolunda “Partili Cumhurbaşkanı” haline gelmişti. İstanbul “Aşkım” dediği şehirdi ve İstanbul kritik görünüyordu. İlçe Belediye Başkanlığından İstanbul Büyük Şehre aday olan, az tanınmış bir sima (İmamoğlu), eski Başbakan Binali Yıldırım’a karşı anketleri zorluyordu.

Erdoğan yine meydanlara çıktı. Kendisi adaymış gibi, hatta Binali Yıldırım’ı gölgelercesine, meydan meydan dolaştı, devleti kullandı, tvleri kullandı, her şeyi kullandı.

Ama sonuçlar sürpriz yaptı. Oylar sayıldı, sayıldı, sayıldı. Yoo ibre Tayyip Bey’den ve joker adayı Binali Yıldırım’dan yana dönmüyordu. 14 binlik fark, Tayyip Bey için hüsran rakamıydı.

Ama iş böyle kalamazdı. İstanbul verilemezdi. Bu işte bir yanlışlık olmalıydı. Tayyip Bey’in meydan meydan dolaşmasının karşılığı bu olamazdı. Eee, ne olacaktı?

Seçim yenilenmeliydi. Nasıl? Yüksek Seçim Kurulu ona da karar verdi. Herkes bu kararın arkasında doğru veya yanlış “Yüksek irade”nin etkilerini gördü. YSK, ilçeler için, belediye meclisleri için atılan oyları makbul saymış, Büyük Şehir için atılanları sorunlu bulmuştu.

Seçim yenilenmesine karar verildi. 23 Haziran yenileme tarihi idi.

Tayyip Bey yine meydanlara çıktı. 39 ilçesi vardı İstanbul’un, 39 ilçede miting yaptı. Yaptı yaptı yaptı.

Seçimler geldi, aaa, bu defa 800 bin fark atılmıştı Tayyip Bey’in iradesine…

Acaba çok mu çıkmıştı meydanlara Tayyip Bey? Bu kadarı fazla mıydı? Toplum iradesine tahakküm gibi mi algılanmıştı? Cumhurbaşkanı böyle olmamalı mıydı? Biraz tarafsız yerde mi durmalıydı?

Kimse Erdoğan’a “Reis bu kadarı fazla olabilir, toplum hazmedemeyebilir. Siz çok iyisiniz hoşsunuz ama, bir de toplumun hazım kapasitesi var”diyememiş miydi?

Belli ki denememiş ya da dense bile Tayyip Bey tarafından kabul görmemişti. Ama işte yenilgi yenilgiydi.

Gelelim bugüne….

Tayyip Bey seçimlere asılıyor, asılıyor, asılıyor. “Kader seçimi” bu ona göre. “Bir dönem daha” diyor.

Bunun için, evet, “bütün düğmelere basıyor.” Kullanıyor, kullanıyor, kullanıyor. Devletin bütün imkanlarını, medyanın bütün imkanlarını… Devlet onun için seferber olmuş durumda.

Eeee, buna ne der toplum, ne diyecek?

Elbet, “Reis aşkına” buna da evet diyecek, “Helal olsun Reis’e, bakın nasıl bastırıyor” diyenler olacak.

Ama toplumun bir kesimi de, mesela Z kuşağı denenler, mesela ilk defa oy kullanacak olanlar, mesela sesini yükselten Muharrem İnce’ye bile Babala tv’de “Daha şimdiden mevcutlara benzersen…” diye itiraz edenler, mesela içinde “Adalet duygusu” depreşenler “Bu kadarı fazla, diyecek. Devletin bu kadar kullanımı fazla, diyecek. Depremde geç kalan Devletin Tayyip Erdoğan için meydanlarda seferber olması yanlış, diyecek. Medyanın tepe kullanılması yanlış, diyecek.”

Yukarılardan duyulmuyor olabilir, Yukarılara giderken sesler bir yerlerde perdeleniyor olabilir, ama diyelim her akşam bir kanalda yayına sokulan tv mülakatlarıyla karşılaşan insanlar refleks halinde başka kanala geçiyorsa bir şeyler oluyor orada demek.

Adını değiştirip değiştirip karşısına çıkan bir yiyecek artık iştah uyandırmıyor olabilir mi acaba?

Bu ihtimali hatırlatan bir kişi yok mu oralarda?

Şöyle o mülakatlardan birisini izleyip de kimi konuşmalar için “Toplumu bu kadar aptal yerine koymak ters teper sayın Başkan” diyecek bir kişi yok mu?

Bin kere imar affı gerçekleştirdikten sonra “İmar affı katalog suçlar arasına alınacak, bu işin affı maffı olmaz” demek mesela… Buna ne diyecek insanlar?

Bakar mısınız, muhalefet partileri seçim propagandası olarak Erdoğan’ın konuşmalarının montajını paylaşıyor toplumla… Bu bile garip işler yapıldığının göstergesi değil mi?

İşin Cübbeli’ye kalmış olması da ne hale gelindiğinin göstergesi değil mi? Yazık.