Can Bula Cananını Bayram O Bayram Ola…
Bayram denilince aklınıza gelen ilk şey nedir?
Eski Bayramları bu kadar özel kılan sizce nedir?
Neden eski bayramları çok özlersiniz?
Çocukken bayram sabahının heyecanını hatırlıyor musunuz?
Şu an yaşanan bayramları seviyor musunuz?
Eminim bu sorulara vereceğiniz cevaplar sizde L acı veya zaman zaman J tatlı tebessümler bırakacaktır!
Neden mi? Gelin bunu nedenselliğini beraber irdeleyelim J L
Öncelikle Bayramları aldığım dini, pedagojik, psikolojik ve sosyolojik eğitimlere göre inceleyeceğimibelirtmek isterim. Dördü bir arada…
Hepimizin bildiği gibi, Bayram bir sevinç ve neşe günüdür. Yüce ve manevi duyguların coştuğu, sevgi ve saygı, hislerinin mü’minler arasında alabildiğine canlandığı güzel günlerden biridir. O günde yardımlaşma ve kaynaşma son sınırına varır.
Bayram insanları kaynaştırıp bir araya getiren en güzel vesilelerden biridir. Öyle ki, Ramazan ayı içerisinde coşan ve bayramda adeta şahlanan yardımlaşma ve hediyeleşme ruhu yalnızca hayatta olanlara bağlı kalmaz, dünyadan gidip kabirlerinde bir Fatiha bekleyenlere kadar uzanır. Onların bu dileğini yerine getirmek için mü’minlerbayramda kabirleri ziyaret ederler; ruhlarına Kur’ân’lar, Fatihalar ve dualar okuyarak onları bile sevindirmek isterler.
Ramazan Bayramının mü’minler arasında ayrı bir yeri vardır. Çünkü Ramazan Bayramı, her gün tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibi, tutulan bir aylık orucun toplu bir iftar sevincini ifade eder. Bir ay gibi uzun bir süreyle, özellikle Ramazan’ın yaz mevsimine denk geldiğinde sıcak günlerde nefislerine oruç tutturan mü’minler, sabır imtihanını vererek manevi sorumluluktan kurtulmanın sevincini Ramazan Bayramında yaşama imkânına kavuşurlar.
Ramazan ve Kurban bayramları Hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren mü’minler sonraki ayın (şevval ayı) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı denmiştir.
"Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır" mealindeki hadise dayanarak Ramazan ve Kurban bayramları, esas bayram namazlarının kılınmasıyla başlar.
Hz. Peygamber, "Arefe günü, Kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir" buyurmuştur.
Ramazan Bayramı da bu manada bir gün olarak kabul etmiş ve bu bayramı Ramazan orucunun iftar günü olarak nitelendirmiştir. Bu sır içindir ki, Ramazan ve Kurban Bayramlarında oruç tutmak haram kılınmıştır. Bir gün önce oruç bozmak haramken, bir gün sonra oruç tutmanın haram olması, mü’minlerin psikolojik düşünce, duygu ve davranış dünyasında nimetlerin gerçek sahibi Yüce Allah’ı hatırlatan en etkili bir pedagojik yöntemdir.
Hemen herkes bir gün önce kimin emrine uyarak oruç tutuyorsa, bugün de O’nun rızasına uyarak orucunu açar. Ve Onun gerçek nimet Sahibi olduğunu hakkıyla idrak ederek, gerçek bir şükre yol bulur.
Bayram bir aylık orucun toplu bir iftarı olduğu için, günlük iftarların sünnet türünden âdabı bayramda da yerine getirilir. Nitekim orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı ile bir aylık oruçlarını açmadan evlerinden ayrılmazlardı.
Her vesile ile bizleri ibadete ve ahiret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi. Bunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdi:
"Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez."
Bayramlar saadet asrında da bambaşka bir hava ve neş’e içinde yaşanırdı. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram sabahında namazgaha çıkardı. Peygamber hanımlarının da, diğer hanımlar ve kızlarla birlikte namazgaha çıkması istenirdi. Kadınlar cemaatin arka tarafında yer alırlardı. Kılınan Bayram namazından sonra Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam cemaate hitaben bir hutbe okuduğunu anlatır îbni Mes’ud (r.a.)
Ramazan Bayramı, bağışlanmış olmanın bir sevinç işaretidir. Bu bağışlanma müjdesini insanlara melekler veriyor.
Sa’d bin Evs el-Ensârî anlatıyor: Resulullah Sallal-lahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.
Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler: "Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz, mükâfatınızı alınız.
Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle seslenir:
"Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize doğru yola ermiş olarak dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir."
Bayram günleri sevinç günleri olduğu için, bu sevincin açıkça gösterilmesine vesile olacak meşru oyun ve eğlencelere de müsaade edilmiştir. Bu hususta Müslim’de ayrı bir bab ayrılmış ve misaller verilmiştir. Bunlardan birinde Hazret-i Âişe (r.a.) şöyle anlatır:
"Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla gösteriler yaparken raks eder gibi oynuyorlardı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım. Bu vaziyette onların harp oyununa bakmaya başladık. Ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya kadar."
Ancak bayramdaki sevincin gaflete dönüşecek kadar taşkınlığa varmaması lazımdır. Eğlence meşru dairede olmalı ve günah unsurlarını taşımamalıdır. Esasen bayram Allah’ın bize verdiği İlahi bir ziyafettir. Bu bakımdan, bayram gününde en çok Allah’ı hatırlayıp şükretmeye ihtiyacımız vardır. Zaman şeridi içinde bayram yeni bir değişimin başı, bir dönüm noktası ve bir muhasebe vaktidir. Ömürden bir yılın daha geçip gittiğini, kabir alemine doğru bir adım daha yaklaşıldığını hatırlatan vesilelerden biridir.
"Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istila edip gayr-i meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha (Allah’ı zikretmeye) ve şükre azim tergibat (büyük teşvikler) vardır. Ta ki, bayramlarda o sevinç ve sürür nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır."
Ramazan Bayramı neden önemlidir?
Nitekim büyük cemaatler halinde kılınan Bayram namazları esnasında getirilen tekbirler, gafletin giderilmesine ve şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Sadece bir ülke halkının değil, yeryüzünde sayısı milyarlara varan Müslümanların hep beraber aynı anda tekbir getirdiklerini hayal ettiğimizde, karşımıza çıkan muhteşem tablo, bayramlarımızı kâinat çapında bir manaya kavuşturur. O anda adeta yeryüzü tek bir ağız olur, tekbir getirip namaz kılar gibi bir hale bürünür. Misâl âleminde birleşen o seslerin bir anda yeryüzünden yükselişi, adeta muhteşem bir koro halinde dünyamızın göklere doğru tevhidi haykırmasıdır.
Bu muhteşem manaların yaşandığı Bayram günlerinde küçük meselelerden çıkan kırgınlıkların, dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için bayramda her mü’minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi, kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi lazımdır ki, o manalar yaşanan hayata geçsin.
Bayramların asıl süsü ve ziyneti tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır.
Ebû Hüreyre anlatıyor: Resulullah Resulullah SallAllahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: "Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.”
Bayramlara sünnet çerçevesinde hazırlanmak bu âdeti de ibadet haline getirir, bu sevinç günlerini biri iman şuuru içinde geçirmeyi temin eder.
Bunun için sünnette yer aldığı gibi bayrama önceden hazırlanmak, temiz ve güzel elbiseleri giymek, gusletmek, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak, güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak, namazdan önce Ramazan Bayramında hurma vb. tatlı bir şey yemek bugünlerimize ayrı bir mana kazandırır.
Asıl itibariyle fıtır sadakası olarak bildiğimiz fitre de bayram günü verilir. Ramazan ayı içinde verilmemiş ise fitrenin de o gün verilmesi gerekir. Zaten Ramazan Bayramının hadislerde geçen adı "ıydü’I-fıtr", yani Fıtr Bayramı demektir. Yaratılışın gereği olan kulluk görevleri yapıldığı için bu adı almıştır.
Bayramların en güzel şekli tanısın tanımasın mü’minlerin tokalaşarak, kucaklaşarak birbirleriyle bayramlaşması, bayramlarını kutlaması ve tebrikleşmesidir. Saadet Asrında Sahabiler birbirleriyle "Bârekâllâhü lenâ ve leküm" diyerek bayramlaşılardı, yani "Allah bizden de, sizden de kabul etsin" dedikleri rivayet edilir. Bu tebrikleşme bizim dilimizde "Bayramınız mübarek olsun, bayramınızı kutlu olsun, hayırlı bayramlar" gibi sözlerle ifade edilir.
Gelelim Psikoloji/Psikiyatri literatüründe konulmayan ama ele alınması gereken bir sendrom “eski bayramlar”. Hele de orta yaş ve üstü bireylerde çok daha belirgin bir şekilde yüzünü gösteren bir sendrom. Daha bayrama girmeden kendi aile bireylerinizden tutun da çevrenizde ki birçok insandan şunu duyacaksındır: “Bayram geliyor gelmesine de, hiçbir tadı, anlamı yok. İçi boşaltılmış gibi. Nerede o eski bayramlar?” Bu cümleler hepiniz için çok tanıdık değil mi? Çünkü istisnasız her ailede duyabileceğiniz kolektif bir tavır.
Paylaşmanın, dayanışmanın, bir araya gelmenin, hoşgörünün, sevginin Nirvana yaptığın günler olarak kabül görülen bayramlar, son dönemlerde amacından çıktığı nedeniyle çok tartışılıyor, çok eleştiriliyor. Dünyanın tümünde git giden artan bireyselleşme geleneksel, kolektif yaşamları ile bilinen Ortadoğu coğrafyasının da kendini ciddi şekilde göstermeye başladı. Doğal olarak da bireyselleşen bir araya bile gelinemeyen Bayramlar da doğmaya başladı. Her geçen zaman bireyselleşen, bencilleşen birey bayram gibi çok özel günlerde aile ile bir arada olmak yerine tatili ya da gözden uzak olmayı tercih edebiliyor. Çoğu Bayramlaşma telefonla, internet üzerinden görüntülü bazen de sadece mesajla kutlanıyor…
Hepimizin gözünün önünden kısa bir film şeridi gibi geçmiştir eski bayramlarımız. Derin oyuklar oluşmuşsa da çoğu net bir şekilde görülebiliyor hala. Bilinçaltımız bunu bir yerlerde her zaman saklı tutuyor. Yeri geldiği zaman gün yüzüne çıkıyor böylelikle…
Eski bayram ile yeni bayram olgularını oluşturan aslında biziz, var ettiğimiz değerler! Kapitalist düzen bu kadar çarkını döndüremiyorken, para gücünü bu kadar hissettiremiyorken, çıkar, yalan çatışmaları bu kadar dominant değilken, tüm bunların toplamı olarak duygularımız daha safken çok daha özel ve anlamlıydı bu özel günler.
Hislerde, gülümseyişlerde yapaylık. Sahte sevgi gösterisinden yorgun düşmüş yüzler, bedenler var artık. Bireyler mutsuz, sevgisiz, gergin, hüzünlü. Ama bunu yapan da yine biziz başkaları değil. Para ve güç hırsıyla yoğrulmuş karakterleriyle yaşamı birbirlerine zindan eden kendi kendileri için çekilmez kılan da yine kendileri ne yazık ki. Bayramlar bile vesile olamıyor dolayısıyla da dostlukların yenilenmesine, sevgilerin yeni baştan filizlenmesine. Sevgi tohumu atılmış toprakların suyu çekildi, tohumlar çürüdü çoktan…
Yabancılaşıyoruz kendimize ve değerlerimize! Yabancılaştırılıyoruz birbirimize ve en yakınlarımıza. Yaşamlarımız kendimiz olmaktan sıyrılıyor. Kendimiz olmaktan vücudumuza yerleşen bir virüs gibi yavaş yavaş uzaklaşıyoruz.
Bayramın yaklaştığı günlerde, özellikle de bayram günlerinde orta yaş ve üstü insanlarda çok belli etmeseler de depresif bir ruh hali, umutsuzluk, geçmişe duyulan derin bir özlem, bir daha o duyguları hissedemeyecek olmanın verdiği stres, kendilerinden sonraki nesillerin kaybetmekle yüz yüze kaldığı bu değerleri yaşamayacağı kaygısı bireyden bireye değişmekle beraber kendilerinde bir sendrom meydana getiriyor.
Gelin beraber küçük bir zaman tüneline girip eski bayramlara bakalım:
Bayram; tatile gitmek değil, ziyaret etmek demekti.
Eş, dost, akrabalardan başlanır, tanıdık tanımadık, dargınlık olsa dahi onlarca eve bayramlaşmaya gidilirdi. Bu durumun meydana getireceği toplumsal birlikteliği ve sinerjiyi düşünebiliyor musunuz?
Çocuklar için bayram; yatağının başucunda sabah giyeceği kıyafetlerle uyumak demekti.
Bunu yaşayan nesillerden biri olarak kendimi inanılmaz şanslı hissettiğimi söylemeliyim. Çünkü belki de hiçbir şey o kadar saf duygularla sabahın heyecanını verememişti.
Bayram; eldeki naylon poşetlerle kapı kapı dolaşıp şeker hasılatı yapmak demekti.
Şu an bu satırları okuyan çoğu kişinin gözlerinin içi gülüyordur. Ne harika hatıralar ama! Şu an bunu kaç çocuk yaşayabiliyor ki?
Bayram; geleneksel aile kahvaltısı ve/veya aile yemeği demekti. Biz bu kültürü neyse ki hala yaşatmaya çalışan şanslı ailelerdeniz. Bunun verdiği kültürel haz yemeğin çok ötesindedir...
Bayram; samimiyetsiz toplu mesajlardan çok toplu bayramlaşmalar demekti.
Özellikle köy yerlerinde belli saatlerde buluşulup küçükler el öper, büyükler bayram harçlığı verirdi. Şu an samimiyetten uzak toplu mesaj ve gönderilen banka hesapları ve İban numaraları var.
Bayram; aynı zamanda çok büyük sembolik bir anlam demekti.
Yeni nesil şu an ne dediğimi haklı olarak apartmanlar arasında yaşadığı için tam olarak anlayamayacak olsa da orta yaş ve üstü bireyler ne söylemeye çalıştığımı, bayramın nasıl bir anlam taşıdığını çok iyi anlıyorlardır.
Bazı şehir ve yörelerimizde tüm bu olumsuzluklara rağmen eski bayramları yaşatmak adına çok kötü bir pozisyonda olduğunu söylemek haksızlık olur.
Sonuç olarak: Eski bayramlara psikolojik ve sosyolojik açıdan baktığımızda toplum ruh sağlığını iyileştirdiği, olumlu yönde etkilediği, dayanışmayı arttırdığı, paylaşma duygusunu pekiştirdiği, saygının ne denli önemli olduğunu, aile kavramını daha özel kıldığı ve her şeyden öte yapay olmayan duyguları barındırdığı için bu denli özleniyor ve bunları bir daha gerçek anlamda yaşamayacak olmanın vardığı kaygı kişilerde sendrom meydana getirebilir.
Bayram yazıma Alvarlı Efe Hazretleri’ nin “Can Bula Cananını Bayram O Bayram Ola” Şiiri’ nin orijinal haliyle son veriyorum. Anlamak için herkes biraz emek versin…
Mevlâ bizi affede
Gör ne güzel ıyd olur
Cürm ü hatalar gide
Bayram o bayram ola
Merhamet ede Rahîm
Dermanı ver Hakîm
Lutfede luf-i Kadîm
Bayram o bayram olur
Feyz-i mehabbet-i Hak
Nur-i hidayet siyak
Cennet-i â’lâ durak
Bayram o bayram olur
Hakk’ı seven merd-i şîr
Kalbi olur müstenîr
Allah ola destigîr
Bayram o bayram olur
Merhametin kânıdır
Afv ü kerem şânıdır
Hep ânın ihsânıdır
Bayram o bayram olur
El tuta kitâbını
Dil tuta hitâbını
Can tuta şitâbını
Bayram o bayram olur
Mevlâ’yı candan seven
Rıza-yı Hakk’a even
Lüft-i Hüdâ’ya güven
Bayram o bayram olur
Hakk’ı seven dîl ü cân
Aşkı eden heyecân
Feth ola bâb-ı cinân
Bayram o bayram olur
Bahr-i keremden Hüdâ
Gark eden nûr-i Hüdâ
Afv ola bây u gedâ
Bayram o bayram olur
Ganîler ede kerem
Ref’ ola derd-i verem
Sahî ola muhterem
Bayram o bayram olur
Nûr-i hidayet dola
Dilde hidayet bula
Nâsırın Allah ola
Bayram o bayram olur
Tevhîd ede zevk ile
Hakk’ı seve şevk ile
Tasdîk inerse dile
Bayram o bayram olur
Dilde ki Rahmân olur
Dertlere dermân olur
zâde fermân olur
Bayram o bayram olur
Lutfî’ye lutf u kerem
Dâhil-i bâb-ı harem
Dâima Allah direm
Bayram o bayram olur”
Hepinizin Bayramını tebrik eder; büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim… Değerli okurlarım ve takipçilerim; eğer büyüğünüz olarak Sizinle bayramlaşırsam harçlık veririm, eğer küçüğünüz olarak bayramlaşırsam harçlığımı alırım ona göre J
Her şeye rağmen hep beraber; inanç, örf adet ve geleneklerimizi koruyabildiğimiz heyecan dolu nice Bayramlara…!