YARBAY ALKAN

Bir Rant Alanı Olarak “Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu”

Hakaret suçu kanunda “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek” olarak tanımlanmış ve basit hakaret suçunun yaptırımı 3 ay hapis veya karşılığı olan adli para cezası olarak düzenlenmiştir. 

Birçok ayrışık durum yanında hakaret edilenin kamu görevlisi olması da cezayı ağırlaştırıcı sebep sayılmıştır. Zira halk arasında söylenen “ben memurum, düğmeme dokunmak 6 aydan başlar” söylemi bu bakımdan gerçek olup, kamu görevlisine hakaretin cezası 1 yıldan başlamaktadır. Çünkü bu ülkede sırtını devlete dayayanlar her daim vatandaştan üstün görülmüşlerdir. Onların şerefi haysiyeti vatandaşa göre daha fazla olsa gerek ki böyledir!

Yöneticiyi yaratıcının yeryüzündeki gölgesi ve her şeye muktedir görmenin esas olduğu padişahlık geleneğinden gelmenin de etkisiyle devletin başı olarak tanımlanan Cumhurbaşkanına hakaret suçu kanunun kişilere karşı suçlar değil millete ve devlete karşı suçlar kısmında düzenlenmiştir.

Bu yazımızda konu edilecek asıl husus ise Cumhurbaşkanına hakaret suçunun Akp ve onun başkanı R.T.Erdoğan döneminde bir rant alanına dönüştürülmüş olmasıdır. Ülkeyi bir şirket gibi yönetmeyi taahhüt edip her alanı paraya ranta çevirerek bunu gerçekleştiren Erdoğan rejiminde Cumhurbaşkanına hakaret suçuna ilişkin soruşturma ve davalarda adeta patlama olmuştur. 

Basında yer alan haberlere göre Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği 2014’ten bu yana soruşturma sayısı 194.142, açılan dava sayısı 44.675 olmuştur. Bu husus artık sadece yetişkinleri değil çocukları da tehdit eden bir sorun haline gelmiştir. Nitekim Adalet Bakanlığı verilerine göre 2014’te 18 yaş altındaki yalnızca bir çocuk hakkında dava açılırken bu sayı 2021’de 305’e yükselmiştir. Bu yazının kaleme alındığı günlerde 13 yaşındaki bir çocuk hakkında dava açıldığı basına yansımıştır.

Bu rant sistemi şu şekilde çalışmaktadır: 

Birinci yol, Akp iktidarının 2018’den bu yana İçişleri Bakanlığını yapan Süleyman SOYLU’nun yönetiminde, tarikatlara ve ülkücülere peşkeş çekildiğinden, kanuna göre teminatı olması gereken temel hak ve hürriyetler için en büyük tehdit ve tehlike olan bir kısım polis siber devriye adı altında muhalif kişilerin sosyal medya hesaplarını takip ederek ihbar etmektedir. 

İkinci yol ise “duyarlı-ayarlı” Erdoğanatapar iktidarısever bir kısım vatandaşlar yalakalık ve muhbirlik maksadıyla sosyal medya takibi yanında whatsapp gruplarında, toplu taşıma araçlarında vb. ortamlarda gördüğü duyduğu söylemleri CİMER üzerinden şikâyet etmektedir. Bir örnek vatandaşların getirildiği durumu ortaya koymak açısından ibret vericidir. 

Kanuna göre şikâyeti alan savcı suçun işlendiğine dair yeterli şüphe olduğunu düşünüyorsa dava açma izni için Adalet Bakanlığına başvurur. Zira her olaya dava açılmaması için bu suç bakımından dava açılması izne tabi kılınmıştır. Ama gelin görün ki Bakanlık “söz konusu Tayyip babamızsa vatandaş suçludur, yargılanmalıdır” mantığıyla hemen her olaya izin vermektedir. Uygulamada bazen ayrıca üst düzey hukuksuzluklara da rastlanmaktadır. Örneğin; bazı savcılar şikayeti incelemeden ve şüphelinin ifadesini almadan Bakanlığa göndererek izin talep etmektedir. İzin verilirse dava açarım verilmezse zaten açamam ve takipsizlik (Kovuşturmaya Yer Olamadığı) kararı veririm diyen bu savcılar savcılıklarını görev ve yetkilerini inkar ve reddetmektedir. Bazı durumlarda ise şikayet üzerine soruşturmaya başlayan savcı şikayet edilen söylemin suç olmadığını görünce takipsizlik kararı vermek yerine kişinin sosyal medya hesabını inceleyerek şikayet tarihinden sonraki, bazen de yıllar önceki, paylaşımlar hakkında dava açmaktadır. Oysa soruşturma ancak geriye doğru işlenmiş bir suç hakkında olur ileriye doğru olmaz.

Bakanlığın otomatiğe bağlanmış hiçbir eleme ve incelemeye tabi olmayan izninden sonra savcı iddianame düzenleyerek dava açmaktadır. Davanın açıldığı asliye ceza mahkemesi “böyle bir dava var takip etmek isterseniz haberiniz olsun” minvalinde davayı Cumhurbaşkanlığına bildirmektedir. Cumhurbaşkanlığı mevcut Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürü Hakkı SUSMAZ mahkemeye “davayı takip etmeyeceğiz ama özel avukat takip edebilir” şeklinde cevap verirken Erdoğan’ın özel avukatına bildirim yapmaktadır. 

Davayı haber alan özel avukatlar, karşılaştığımız dosyalarda Av.Hüseyin AYDIN, 10 sayfalık matbu dilekçesinin dosya numarası ve ad soyad kısmını değiştirerek dosyaya Erdoğan adına katılma talebinde bulunmaktadır. Eğer dosyada mahkumiyet kararı çıkarsa özel avukat kişinden, 2023 avukatlık ücret tarifesine göre, en az 9.200 tl almakta ardından kişinin ceza almış olması gerekçe gösterilerek aynı olaydan kaynaklı olarak tazminat davası açılmaktadır. Bu davada da kişi özel avukatlara mahkemenin belirlediği miktarda hem tazminat hem de avukatlık ücreti ödemektedir. 

Buradaki rantın güncel ve gerçek miktarı bilinmemekte beraber 2020 yılı aralık ayında basına yansıyan haberlere göre ortada 38 milyon liralık bir vekâlet ücreti söz konusudur. Bu paranın miktarı ne olursa olsun, iddiamız odur ki, bu özel avukatlar tarafından hak edilmeyen bir paradır ve haksız kazançtır. Dini hassasiyetlerinin çok fazla olduğunu ileri sürenlerin, her haltı ve hakkı yiyip domuz eti yemeyenlerin, deyimiyle bu para “haram paradır.”

Zira genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve özel bütçeli idarelerin hukuk hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname Cumhurbaşkanlığını da kapsamaktadır. Diğer taraftan 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin, Hakkı SUZMAZ’ın genel müdürü olduğu Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğün görevleri arasında;

7/i maddesinde “26.09.2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre hukuk birimlerine verilen diğer görevleri yapmak”,

7/h maddesinde ise “Türk Ceza Kanununun 299’uncu maddesi kapsamına girmeyen ancak yargı mercilerince Cumhurbaşkanlığına gönderilen ve Cumhurbaşkanının taraf olarak gösterildiği evraka ilişkin işlemleri takip etmek” hususları yer almaktadır. 

Bu konu günümüzde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturmaktadır ve acilen çözülmesi gereklidir. Zira muhalif olan herkes bir gün bu suçtan soruşturmaya uğrayacaktır. Bu sebeple yaşanılan mağduriyetlere iki örnek vermek gerekirse Yılmaz ÖZDİL’in “Bu dava tarihe geçecek” ve Müyesser YILDIZ’ın “Astsubayı Öldüren Dava” başlıklı yazılarını okuyabilir.

Vatandaşlar için somut ve sürekli bir tehdit ve tehlike halini alan bu sorunun çözümü için üç yol vardır:

Birinci çözüm yolu özel avukatların bu davayı takip etme haklarının olmadığının yargı makamlarınca ortaya konularak rant düzenine son verilmesidir. Rant sona erince davalar da sona ermese de minimum sayıya düşecektir. 

İkinci çözüm yolu bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesidir. Bu düzenlemenin gerekçesi “Cumhurbaşkanının Devleti temsil etmesi ve Anayasada belirtilen görev ve yetkileri göz önüne alınarak onun kişiliğine yöneltilen hareketin bir bakıma Devlet kuvvetleri aleyhine cürümlerden sayılması gerektiği düşüncesinden hareketle bu madde kaleme alınmış ve Cumhurbaşkanına karşı hakaret müstakil bir suç hâline getirilmiştir” şeklinde izah edilmiştir. 

Nitekim Anayasa Mahkemesi 14.12.2016 tarihli ve 2016/25 Esas numaralı kararıyla 299’uncu maddenin Anayasa’ya aykırılık iddiasını reddederken “Cumhurbaşkanının kişiliği yanında Devletin saygınlığı da korunmak istenmekte” diyerek cumhurbaşkanının partiler üstü, tarafsız ve devleti temsil etme niteliklerine atıf yapmıştır. Oysa Cumhurbaşkanı artık yürütme organının başı olarak siyasi bir aktördür. Karşımızdaki kişi cumhurbaşkanından önce bir siyasi parti başkanıdır, devlet adamı değil politikacıdır. Artık yasanın/yasa koyucunun hukuki değer olarak korumayı amaçladığı, bir “cumhurbaşkanı” yoktur, hukuki ve maddi anlamda mevcut değildir. Cumhurbaşkanına Hakaret, hukuki varlığını, her durumda hukuki meşruluğunu ve geçerliliğini yitirmiştir. Bu şekilde zımnen ilga olmuş bir düzenlemenin kanunilik ilkesi karşısında uygulanması mümkün değildir. Kararın verildiği sırada mevcut olan kurallar 2017 yılında 6771 sayılı Kanunla değişmiştir ve yeni düzenlemenin mutlaka anayasa yargısı denetiminden geçmesi gerekmektedir. 

Üçüncü çözüm yolu ise düzenlemenin Meclis tarafından iptal edilmesidir. Anayasaya göre iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (Sözleşme) uygulayıcısı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hakaret konusunda bazı kişilere özel yasal düzenlemeyle daha fazla koruma sağlamanın Sözleşme’nin ruhuna uygun olmadığını; cumhurbaşkanı ya da diğer devlet görevlilerini korumak için özel bir yasa maddesi bulunmasının aşırı koruma olarak düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlali sonucu yarattığını defalarca ifade etmiştir. (Colombani ve Diğerleri-Fransa; Pakdemirli-Türkiye; Artun ve Güvener-Türkiye Kararları). AHİM’in, Eon/Fransa kararı üzerine, Fransa’nın yasal değişikliğe gitmesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan dışında “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçu nedeniyle “hapis cezası” uygulayan Avrupa Konseyi üyesi ülke bulunmamaktadır. Mahkeme, özel koruma içeren bu tip kuralların, ifade muhatabının şahsiyetine yönelik zararın dikkate alınmasıyla değil, muhatabın statüsünün aşırı ölçüde korunması yoluyla yapılmasını da eleştirmektedir.

AİHM Vedat Şorli kararı hakkında:

Karara konu olay şu şekilde gerçekleşmiştir: Bir vatandaş emniyet müdürlüğüne şikâyette bulunmuş, kolluğun açık kaynak araştırmasının ardından, Terörle Mücadele Şubesi memurları araştırma raporu hazırlamıştır. Şikâyete konu paylaşımlardan ilki ABD başkanı Barack Obama’nın kadın kıyafetleriyle tasvir edildiği Erdoğan’ı öptüğünü gösteren bir karikatürden oluşmaktadır. Cumhurbaşkanı, Kürtçe yazılmış bir konuşma balonunda “Suriye’nin tapusunu benim adıma yapacak mısın kocacım?” demektedir. İkinci paylaşımda Cumhurbaşkanı ile eski Başbakan’ın fotoğrafları eşliğinde şu ifadelere yer verilmiştir:

“Kandan beslenen iktidarınız yerin dibine batsın

Can aldıkça sağlamlaştırdığınız koltuklarınız yerin dibine batsın

Çaldığınız hayallerle yaşadığınız lüks hayatlarınız yerin dibine batsın

Başkanlığınız da, iktidarınız da, hırslarınız da yerin dibine batsın”

Soruşturmanın başlamasından sonra kişi Cumhurbaşkanına hakaret etme ve örgüt propagandası yapma suçlarını işlediği şüphesiyle gözaltına alınmış ve ertesi gün Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğince bu iki suça ilişkin iki ayrı davada iki kez tutuklanmasına karar verilmiş ve nihayetinde kişi hakkında hapis cezası verilmiştir. AİHM 19.10.2021 tarihinde verdiği kararda öncelikle şu hususlara değinmiştir:

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi 1577 (2007) sayılı Kararında; üye ülkeleri hakaret sebepli hapis cezalarının gecikmeksizin kaldırılmasına, ceza kovuşturmalarının kötüye kullanılmamasına ve mevzuattan kamuya mal olmuş kişiler için güçlendirilmiş korumayı çıkarmaya davet etmiştir.

Venedik Komisyonu 831/2015 sayılı Görüşünde; Avrupa’daki gelişmelerin Devlet Başkanına hakareti suç olmaktan çıkarmak ya da bu suçu Devlet başkanlarına yönelik sözlü saldırıların en ağır biçimleriyle ve hapis cezası içermeyen yaptırımlarla sınırlanmak yönünde olduğu, Türkiye’de Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla gazetecilere, yazarlara, sosyal medya kullanıcılarına ve kamuoyunun diğer üyelerine açılmış ve hapis cezası, para cezası ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan çok sayıda dava olduğu dikkate alındığında Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinin Avrupa fikir birliği ile uyuşmadığını, AİHS’in 10. maddesinin daha fazla ihlal edilmesini önlemenin tek yolunun bu maddenin tamamen yürürlükten kaldırılması olduğunu düşünmektedir. 

Mahkeme bu tespitlerden sonra; “suç teşkil eden konularda Cumhurbaşkanına daha fazla koruma sağlayan özel bir hüküm kapsamında başvurucuya cezai bir yaptırım uygulanmasının Sözleşme’nin ruhuyla bağdaşmayacağını ifade etmektedir. Bu nedenle, Mahkeme, şikâyete konu olan tedbirin meşru amaçlarla orantılı olmadığı ve Sözleşme'nin 10. maddesi anlamında demokratik bir toplumda gerekli olma şartını karşılamadığı kanaatindedir” diyerek Sözleşmenin 10. Maddesinde yer alan İfade Özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir 

Sonuç olarak; Basına yansıyan haberlere göre, Erdoğan Birleşmiş Milletler Zirvesi kapsamında gittiği ABD’de CBS kanalına verdiği röportajda gazeteci Margaret Brennan'ın "İnsan hakları örgütleri, sadece size hakaret etmekten dolayı 100 bin vatandaşın soruşturulduğunu söylüyor" sözlerini, "Siz bunlara inanıyorsunuz yani. Sizin o uluslararası kurumlar dediklerinize ben güvenmiyorum. Benim hakkımda açılmış böyle davalar falan yok. Bakın sizi de aldatıyorlar, siz de bunlara inanıyorsunuz. Bunları kaynağında araştırıyor musunuz?” şeklinde cevaplamıştır. Bu durumdan iki sonuç çıkarabiliriz:

Birincisi olan bitenden Tayyip Erdoğan’ın bilgisi yoktur ve olay özel avukat başta olmak üzere diğer aktörlerce koordine ve takip edilmektedir ve daha önemlisi özel avukat ve hukuk müşavirliğince, davalar konusunda, Erdoğan’a yalan söylenmekte yani yine  aldatılmaktadır.  İkincisi ise Tayyip Erdoğan gazeteciye yalan söylemiştir.

Kanaatimizce konunun aslı, hemen her konuda olduğu gibi, devlet, millet değil ranttır. Rantın miktarına bakılacak olursa; CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir BAŞARIR bir diğer özel avukat Ahmet ÖZEL’in bu davalarda 38 milyon 980 bin lira avukatlık ücreti tahsil ettiğini açıklamıştır. Ahmet ÖZEL bunun üzerine yaptığı açıklamada “Sayın Cumhurbaşkanımızın vekaletnamesini aldığımız 2011 yılından bugüne kadar Cumhurbaşkanımız adına yüzlerce hakaret dosyasına katıldık. İlk günden bugüne kadar kazandığımız hakaret ve tazminat dosyalarından lehimize takdir edilen avukatlık ücretinin tahsili için 28 Aralık 2020 tarihi itibarıyla açtığımız icra takibi sayısı toplam 592 dosyadır. Bu durum UYAP kayıtlarında sabittir. 592 icra dosyasından toplam 285'i tahsil edilmiş ve kapatılmıştır. Bu dosyalardan bugüne kadar yaptığımız avukatlık ücreti tahsilatımız olan rakam 1 milyon 108 bin TL'dir. İcra işlemi açık olan 307 dosyadan da herhangi bir haciz işlemi yapılmamıştır. Kaldı ki Cumhurbaşkanımız adına kazandığımız davalarda lehimize takdir edilen avukatlık ücretlerinin tahsili için icra ve haciz işlemi yapmamak prensibimizdir" demiştir. 2020 yılında konuşulan rakamların milyonları çok çok geçtiği açık ve nettir. 

Konuya bir de Erdoğan açısından bakılacak olursa onun bu davalardan olan bitenden haberinin olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Bir başka deyişle davalara konu olan paylaşımların Erdoğan’a iletilmesi, onun şikâyetçi olun diye talimatının alınması pek mümkün değildir. Erdoğan’a yakın olmayı ve kamu gücünü kullanmayı ranta çeviren diğerleri gibi özel avukatlar da kolluk ve hukuk müşavirliği aracılığıyla bu güçlerini ranta çevirmektedir. Maalesef yargı da bu rant ve kötüye kullanma işlemlerine çoğu zaman aracı olmaktadır. Bu konuda yapılması gereken konunun yukarıda değinilen üç çözüm yollarından biri veya hepsine götürülmesi için çabalamaya devam etmektir. Unutmamak gerekir ki “Namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmalıdır” olmalıdır ki bir şeyler değişsin ve gelişsin!