Ikinci Yılında Ohal'in Toplumsal Maaliyetleri Rapor Sonuçlarının Değerlendirilmesi Paneli'nde konuşan psikatrist Prof Dr Hasan Herken'in çarpıcı değerlendirmesinin tam metni ve videosunu sizler için yayınlıyoruz.

Çok dikkat çekici noktalara değinen Herken; öncelikle ebeveynleri cezaevinde olması travmatik sürecinin çocuklar üzerindeki negatif etkilerini ve bu etkilerin toplumsal maliyetlerini, psikiyatri ve sosyal psikoloji disiplinleri altında mercek altına aldığı konuşması daha sonra kendisi de dahil OHAL sürecinde mağdur edilen KHK lılara yönelik dramatik açıklamalarla devam ediyor.

Meridyen haber olarak bu panelin, tüm konuşmacılarının konuşmalarını kamuoyunda farkındalık oluşması için haber dizisi şeklinde yayınlamaya devam edeceğiz.

*****
"Öncelikle bu toplanıtıyı organize eden Sayın Milletvekili Ömer Faruk GERGERLİOĞLU’na, Bu salonu Tahsis eden Mimarlar Odası yöneticilerine, değerli katılımcılara ve bu şartlarda bizi yalnız bırakmayan değerli basın mensuplarına ve uzaklardan buralara kadar gelen değerli katılımcılara teşekkür ediyorum. HOŞ GELDİNİZ
Başta Sayın Vekil olmak üzere bu toplantının konuşmacılarıyla burada tanıştım ve tanışacağım. Bu da benim ayrı bir onur olacak. 
İnsanların ihtiyaçlar hiyerarşisinde en temel olanı güvenliktir. Ailede baba , Devlette lider, Dinde ise Tanrı bu güveni sağlayan somut varlıklardır. Tam güvenlik hissi yaşayamadan tamamlanmışlık hissi yaşayamıyorlar. Bu tamamalanmışlık hissinin en önemli unsuru güvenliktir.
Din veya din yerine ikame edilen ideoloji ve inanışlar insana güven ve tamamlanmışlık hissi yaşatıyorlar. Nietcshe’nin tabiri ile tanrı öldüğünde batılı onun yerine sosyal devleti Tanrı’nın kapsayıcılığını yerine ikame etti. Vatandaşların temel ihtiyaçlarını garanti almaya başladı. Tanrı’ya duyulan şükran ve minnet duygusu devlete ve dolayısı ile devlet yöneticisine duyulmaya başlandı. 
Devleti yönetenler hizmetkar olmaları gerekirken bu gücü ve imkanları kendileri, yakınları ve yandaşları için kullanmaya başlayarak suistimal etmeye başladılar. 
Bizde kadimden beri Hakan’ı ululama geleneği vardır. Devlet bu nedenle bizde uludur. Koltuğun hakkını eremeyen liderler toplumlara hep sıkıntı vermiştir. Güç mücadeleleri de işe karışınca her grup, klan, aşiret, boy, sosyal grup ve hareketler, para ve gücün merkezi olan devleti ele geçirmek isteyegelmişlerdir. Ticaretin zayıf olduğu, katma değer üretemeyen ve orta gelir düzeyine hapsolmuş bir ekonomiye sahip toplumlarda para maalesef sadece devlette toplaşıyor. Paraya ve makama ulaşmak çalışmalarına dava denip kutsanarak gruplaşmalar oluşuyor. Bitmez tükenmez mücadeleler başlıyor. Bu kötü işleyiş çağın gerektirdiği zihinsel donanımla kuşanamaz, insanlık değerleri ile donanmaz, yönetim şeklimizi demokratikleştiremez, liyakate dayalı yönetim sistemini oturtamazsak devam edip gidecek gibi görünüyor.
Devletteki makamların çok güçlü dönüştürücü etkileri vardır. İbni-Haldun’un ve Şerif Mardin’in dolaylı olarak belirttikleri gibi dışarıdan(periferden) gelen dindarlar (İslamcılar) merkeze oturmuş ve merkeze oturanların müzmin hastalıklarına duçar olmuşlardır. Bu hastalık devletlu hastalığıdır. Birde bu koltukların dönüştürücü gücü vardır. Bir pseudo-comunity etkisi ikinci olarak tanrılık katı fenomenidir. Bu gücü kaybetmemek için her şeyi göze alabilirler. Ülkede olan da budur. Bu çatışma içinde galip gelip gücü ele geçiren kahraman, kaybeden hain olagelmiştir. 
Son 15 temmuz darbe girişimini de bu çerçevede değerlendiriyorum. Bu konuya siyaset bilimi, sosyal psikoloji ve sosyoloji biliminin gözlüğü bakılması çok daha isabetli sonuçlara ulaşılmasını sağlayacağını düşünüyorum. Uzmanlık alanım olmadığı için bu konuyu konunun ehline bırakıyorum.
Ruh sağlığına etkilerine gelince yayınlanan rapora bakınca durumun vehameti ortaya çıkıyor. Bu şartlardan ruh sağlığının bozulması değil bozulmaması anormaldir. 
Bu süreçte kliniğime danışmanlık veya tedavi amaçlı başvuran KHK’lar ve OHAL uygulamaları sonucu mağduriyet yaşamış kimseler ve birinci derecede yakınlarında gözlemlerim sonuçlarını sizlerle paylaşmak istedim. 
 En çok ruh sağlığı bozulan kesim bebekleri olan anneler. Bunu anne-babadan ayrılan çocuklar takip ediyorlar. Özellikle nesne sürekliliğinin gelişmediği dönemde olan çocuklar için ebeveyn ayrılığı telafisi imkansız hasarlara neden olmaktadır. Bilimsel çalışmalar ihmal, fiziksel veya cinsel travmalar çocukların hipokampüsünde tahribata yol açıyor ve tedavi ile dahi düzelmiyor. Benzer şekilde yetiştirme yurtlarında yetişen çocuklar ihmal travmasına maruz kaldıklarından (doğal olarak anne bakımı olmadığından) beyin gelişimleri sekteye uğramaktadır. 2 yaş altı çocukların anneleriyle ev ortamlarında büyümesi sağlanmalıdır. Bilimsel literatüre bakılırsa bunun yüzlerce örneği vardır.
Üçüncü en çok etkilenen çocuk grubu adölesan çağında olan kız ve erkek çocuklar. Rol model kaybı ve olması gereken ebeveyn gözetimi ve gereğinde otoritesi kaybolduğundan bu dönemde external ego işlevi gören ebeveyn gözetimi ve gereğinde yardımının olmaması yine geri dönüşümsüz kayıplara, intiharlara neden olmaktadır. Kitlesel tutuklamalar, tutuklu yargılamalar, ebeveynlerin her ikisinin birden tutuklu olması, emziren kadın tutukluluklar bu çağda insanlık ayıbıdır. Önemli bir kısmı kendi başına suçtur.  Tüm bunlara rağmen uygulamaların devam etmesi devlete karşı bir kin duygusu geliştirmelerine neden oluyor. Bunun sonuçlarını önümüzdeki on yıllarda görürüz. 
Ev kirasının başka şekilde ödeme yolları var denenler
KHK’lı olmayayım diye müdürünün cinsel talebini kabul eden 1 yaşında çocuk annesi
Hocasının cinsel taleplerini reddettiği için KHK ile atılan asistan örnekleri gibi iç sızlatıcı uygulamalar, insanlarda ağır tahribat yapmakta ve ruh sağlıklarını bozmaktadır.
Anna-babası tarafında kardeşi tarafında mektupla şikayet edilip tutuklattırılan ve mallarına kardeşleri tarafından el konan hastalarım var. (Cafe ve arabasını satıp kardeşinin eşine vermeyip el koyan kardeşler var.) Ne diyeyim elim kolum bağlı deyip ağlıyormuş. 
Bunlar ‘’cami avlusuna bırakılmış çocuk sendromu’’ yaşıyorlar.
Yönetici elitin önceden ötekileştirdiği kesimler KHK’lılara en sıcak davranan kesim olduğu için bu grupta hem yönetici elit hakkında hem yönetici elitin önceden mağdur ettiği kitleleler için söyledikleri hakkında ezberleri sorguluyorlar. Mağdur kitlenin ezberleri önemli oranda bozuluyor. Umarın bu ilerde toplumsal barışa hizmet eder.
Ülkeden eğitimli genç kesimin ve göç istatistiklerine bakılırsa varlıklı kesimin yurt dışına göç etmesi ve dışarıdan Suriye ve Afgan göçmenlerin imkanları dar ve eğitimsiz kesiminin bize göç etmesi evrimsel gerilemeye yol açacak bir gelişmedir. Konuyu açmayacağım burada belirtmiş olayım. 
İnsanlar inandıkları ve güven duydukları değerler sistemi dahil her şeyi sorguluyorlar. Aile, akrabalar, millet, devlet, kutsal bildikleri değerler sistemi, aidiyet duyguları ve son olarak Tanrı’yı sorguluyorlar. Bu sorgulama yetişkinlerde bir miktar ölçülü ise de, özellikle ergenlere, daha sonra ise gençlerde çok daha şiddetli yaşanıyor. 
Ergenlerde ve gençlerde bu daha çok söze dökülüyor, yetişkinlerde ise bu daha ölçülü ama hemen hemen herkeste bu bir şekilde veya bir ölçüde var. 
Niye dualarım kabul olmuyor?
Tanrı beni, bizi sevmiyor mu?
Devletimiz, askerimiz, polisimiz bize niye kötü hatta düşmanca davranıyor? 
Bunları hakkedecek ne yaptık diyorlar.
Hani sevdiklerimiz, değer verdiklerimiz, ailelerimiz, dostlarımız yakınlarımız diyorlar?
Ummadıkları veya beklemedikleri kimselerden gördükleri manevi desteklerden çok etkileniyor ve durumlarını sorguluyorlar.
Çoğunluğu itibarı ile Tanrı devlet geleneğinden geldikleri için terörist muamelesi görmek çok dokunuyor.
Bu süreç üzerine gidilen insanların din algılarını dönüştürdü. Önemli bir grubun aidiyet duygularını azalttı. Daha büyük miktarda grubu ise başka bir dayanışma grubu haline getirdi ve başka bir aidiyet duygusu ortaya çıkardı (KHK’lılık veya Hapishane arkadaşlığı). 
Siyasal tercihlerinde ve laiklik algılarında ciddi dönüşümler gözlemliyorum. Sol ve sosyalist çevrelere, kürtlere, alevilere ve bütün azınlıklara karşı empati duygularının geliştiğini gözlemlediğimi söyleyebilirim. Ben Türk ve Müslüman iken beni bu kadar şeytanlaştırabildiklerine göre azınlık gruplarına kimbilir ne yalanlarla şeytanlaştırmıştır diye düşünüp inanmama eğilimi içindeler. 
Hz. Peygamber sonrası olan olaylara dair okumalarının arttığını ve siyaset ve yönetim hırsının o zamanda bile çok muhterem bildikleri insanları dönüştürmüş olmasının şaşkınlığını yaşıyorlar. O dönemi okuyup, kendilerine yapılan muamele ile karşılaştırmalar yapıyorlar.  Hutbeleri çok siyasi buluyorlar, bu önceden de böyleydi ama şimdi bunu farkettiklerini ifade ediyorlar.
Bu konuları detaylı sosyal psikoloji ve siyaset bilimci meslektaşlarımızın araştırması için verimli bir alan olduğunu düşünüyorum. 
Bu mağdur kitle için özellikle ama genel toplum için çoğunlukla şunu söyleyebilirim, Avrupa’da rönesans öncesi zor durumda bırakan kilise ile ittifak kurmuş ve halkı sömürmüş, mağdur geniş kitleler dini kiliseye hapsederek laikliği tercih etmişler yönetim şekli olarak da derebeyliklerden cumhuri yönetime geçerek kurtulmuşlardır. İleri yorum yapmak istememe ama insanımız bu sürçleri yaşadıktan sonra siyasi yaşamda din ve dine ait söylemlerden başta içselleştirilmiş dindarlar başta olmak üzere kaçacaklardır diye düşünüyorum. Kutsala ait ne varsa hunharca tüketiliyor. Hukukun üstünlüğünün ekmek olduğunu, hukukun üstünlüğünün hayat olduğunu, insanlar yaşayarak öğreniyorlar. Batı da bunu 100 yıl savaşları, 30 yıl savaşları, 1. Ve 2. dünya savaşı ve sonrası hukukun ve demokrasinin önemini öğrenmişti.
Muhafazakar KHK’lılar kendilerini ensete uğramış gibi hissediyorlar. Önceden devletle ilişkilerinde itilip kakılsalar da devrimler dönemi dahil hiçbir zaman bu denli ötekileştirilmemişlerdi. Emziren anne ve emziren bebelere varan bir ötekileştirme bu coğrafya’da görülmemişti. (En acı olaylar tarih’te benzerleri toplu olarak cezalandırma celali isyanlarında ve dersim’de görülmüştü). Bu süreçte Ülkemizde idam cezası olsaydı olacakları hayal etmek bile dehşet veriyor.
Bu süreçte amaçlanan bu muydu bilemiyorum ama, tanışmamış ve tanışmaması hemen hemen mümkün olmayan insanlar tanıştırılmış oldu. Yelpazenin bir ucunda barış imzacıları diğer ucunda emzikli bebelerin olduğu geniş bir yelpaze var. İki tür düşünce gözlemliyorum. Birisi bu toplumda bu kadar kötü insan var mıymış? Yine bu toplumda bu kadar iyi insan var mıymış? Şeklinde. 
İyi-kötü ayrımlarını bu süreçte KHK’lı olma veya hapse girme ile yapıyorlar. Sadece bu yorum bile yeterince ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı değil mi?
KHK ve OHAL mağdurları toplumun ötekileştirmesi, yönetici elitin şeytanlaştırması sonucunda mecburi dayanışma içinde olmak durumundalar yoksa hayatta kalamayacaklar. Aileleri, eşleri, kardeşleri, dostları tarafından terkedilmiş durumundalar.
İç muhasebe yapmak eğilimindeler, acıların büyüklüğü muhasebeyi engelliyor. Şimdi ayakta kalmak için yaşamsal desteğe ihtiyaçları olduğundan ve başka yardım eden veya edecek kimseler olmadığından iç muhasebe süreci işletilmiyor gibi.
Din-devlet-Tanrı, kardeşlik, dostluk kavramlarının yeniden anlamlandırıyorlar. Yeni anlamlar yüklüyorlar. Bir kısmı bu kavramları inkar derecesine varan reddiye içindeler.
Anglo-sakson tipi laikliğe eğilimleri fazlaca artmış gibi, Fransız tipi laikliğe uzak duruyorlar. Din devleti veya dinsel yönetimlerden neredeyse nefret düzeyinde uzaklaşma var. Bilemiyorum bu süreci kurgulayanların amacı neydi ama bu ise başarılı olmuş gibiler.
Hukuku yeniden keşfetmeye gibiler. Doğal hukuk kavramınının önemini iliklerine kadar hissediyorlar. Evrensel insan hakları beyannamesine önceki bakışları ile şimdiki bakışları arasında uçurum mevcut. Eskiden ne durumda olduklarını biliyorum ama şimdi özde anlamışlar diye değerlendiriyorum.
Kendilerini ağır bir ifade olacak ama devletsiz gibi vatansız gibi hissediyorlar.
Ötekilerin hakları konusunda uygulamalı eğitimden geçtiklerinden olacak daha hassas olduklarını insanlık kavramını din kavramının önüne çıkardıklarını söyleyebilirim.
Mağdur çocuklarında özellikle kedi olmak üzere hayvan besleme öncesi ile kıyaslanmayacak derecede fazlalaşmış.
Dinsel ve sekuler eserlerin okunma oranları çok artmış olarak görüyorum. Özellikle Hz. Peygamber sonrası, emevi dönemi uygulamalarına özel önem atfederek okuyorlar. Şii ve alevi söylemlerine kayma gözlemliyorum.
Seküler literatürü fazlaca okuyorlar. Bunun anlamlı sonuçlarını yaşamlarında görülebileceğini sanıyorum. Bunda kendilerine uzak hissettikleri kesimin bu süreçteki nisbi olumlu tutumunun etkisi var gibi.
Yönetsel aygıt olarak düşman yaratmayı kullanan yönetici elit iç düşman konseptine sarılarak değişik toplum kesimlerini sırayla ötekileştirerek evire çevire dövdüğü bir ülkede yaşıyoruz. Sıranın kendilerine hiç gelmeyeceğini düşünen kesimlere gelmesi büyük bir bilinç sıçramasına yol açabilir. Bu saptamam dilerim ki iflah olmaz iyimserliğimden kaynaklanmıyordur.
Bu tür travmaya uğrayan kitleler istenmez ama sosyolojik olarak kentlileşme, medenileşme anlamında bir ileri safhaya geçiyorlar. 
Bu travma atlatılırsa sosyal hassasiyetleri gelişkin, empati yetenekleri artmış, azınlıkları ve ötekileştirilenlere karşı duyarlı bir toplum katmanı oluşuyor gibi.
Düş kırıklığı yaşıyorlar çünkü islamcılığın yumuşak veya sert uygulamaların günümüz dünyasında ne gibi trajik ve karikatürel sonuçları olabileceğini canlı olarak görmenin üzüntüsü de düşünce dünyalarında var.
Zannım o ki bu süreç sonrası dinsel motifleri kullanan siyasal hareketler için kötü bir sonuç bekliyor. 
Sonuç olarak toplumda yardımlaşma duygusu azalmış bir görünüm seziliyor. Genel olarak insanlar yardım etmekten korkar oldular. 
İnsani hassasiyetler, islami hassasiyetlerin önüne geçmiş görünüyor. <önce insan olmak lazımmış sözünü sık duyuyorum. 
Her toplum kesimi bu süreçte anladı ki, sosyal kesimler monoblok değil, her kesim içinde vicdanlı ve dürüst insanlar olduğu gibi olmayanlarda varmış. Tanışmayacak kesimler birbirleri ile tanıştı ve anlamaya çalışıyor.
İslamcı çevrelerde din devleti tahayyülleri öyle ya da böyle ütopya olarak vardı. Ama şimdi mağdur kitlelerde bu kalmadığı gibi bir reddiye de oluştu. Pratikte laikliği savunacak kadar eski görüşlerinden uzaklaştılar. Önemli bir grupta bunu distopi olarak görüyor.
Bu süreç şimdi tamamlansa hukuk tamamıyla geri dönse KHK’lar iptal edilse bile gerçekleşen büyük travmaların etkisi on yıllar içinde ortaya çıkacak. Travmaların tamamen tedavisi imkansızdır. Etkileri çok çalışılırsa azaltılabilir. İşin en üzücü tarafı bu haksızlıkların yargı eliyle yapılıyor olmasıdır. Vicdan, adalet, merhamet, merhamet bu ülkeden göçeli epey olmuş. Sizleri tenzih edeyim, itiraf edeyim bunu bu süreçte öğrenmiş oldum.
Hepiniz saygı ile selamlıyorum."

Prof. Dr. Hasan Herken