‘Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye: Kediler, Köpekler, Kargalar’ kitabıyla günümüz hayvan hakları tartışmalarının geçmişine ışık tutan Ömer Obuz: “Osmanlıların hedefledikleri katliam değil toplumsal nizamla ilgiliydi. II. Mahmud döneminde bir imaj kaygısı belirdi, sokak köpeklerine yaklaşım politikleşti. İstanbul’dan köpekleri göndermek istiyordu. Kendisinden sonrakilere böyle bir yolu göstermiş köpekleri sokaklardan arındırarak kamusal alanı steril hale getirme fikrini yeşertmişti

İletişim Yayınları, Ömer Obuz'un geçtiğimiz yıl günümüzün de önemli tartışmalarından birinin geçmişine dikkati çektiği, II. Mahmud döneminden erken Cumhuriyet dönemine kadar olan süreçte hayvanlara karşı uygulamaları kaleme aldığı 'Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye: Kediler, Köpekler, Kargalar' kitabını okura sundu.

Karar"dan Sedat Bulut"un haberine göre, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr Obuz kitabında söz konusu dönemde 'arıza' olarak görülerek medeniliğe aykırı olduğu gerekçesiyle damgalanıp bir imha politikasına tâbi tutulan kedi, köpek ve kargaların izini sürüyor. Bu izi sürerken, esasen hayvanların Osmanlı toplumunun daha önceki dönemlerinde ne kadar değerli kabul edilip himaye edildiklerine de eğilen yazar ile KARAR okurları için konuştuk.

kitap-kapak.jpg

Kitabın kapağında, dönemin Fransız gazetecisi Robert Gillon'un arşivinde bulunan, 1910’da Le Petit Parisien dergisinde yayımlanan, tarihe ‘Hayırsızada Katliamı’ olarak geçen, adaya sürülen sokak köpeklerini resmeden çalışma yer alıyor.

screenshot-20230404-191349-2.png

Doç. Dr. Ömer Obuz

'AVRUPALILAR HAYVAN ÖLDÜREREK EĞLENİYORDU'

Ömer Bey, “Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları-Kediler, Köpekler, Kargalar” kitabınızda Batı ile İslam dünyasını kıyaslıyorsunuz ilk sayfalarınızda. Avrupa’nın İslam dünyasına göre hayvanlara yaklaşımının daha negatif olduğunu belirtiyorsunuz. İki kültürü kıyaslarsanız, hayvanlara yaklaşımlarındaki temel farklılık nelerdir?

Temel fark Müslümanların hayvanlara daha merhametli olması. Elbette bunun nedeni de İslam inancının her canlıya şefkat ve sorumlulukla yaklaşılmasını tavsiye etmesidir. Doğrusu Osmanlılar hoşgörüyü emreden dinlerinin hükümlerini kurumsallaştırma hususunda özenliydi ve kimi istisnalara rağmen temel başarıları, bunu kolektif bir olgu haline getirebilmiş olmalarıydı. İslam medeniyeti, özelde Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bir his toplumuydu. Osmanlılar ister dindar olsun isterse de olmasın akıl ile his arasında uzun yıllar bir ahenk kurabilmişlerdi. Oysa Avrupalılar, yaşadıkları ve karşılaştıkları bütün zorluklar karşısında hislerinden gittikçe uzaklaştılar. Tarihleri de bize hayvanları öldürerek eğlendiklerini, onlara işkenceyi yakın geçmişe dek günlük bir rutin haline getirdiklerini gösterir, üstelik edebi metinlerinde sık sık bu acımasızlıkları yer alır. Robert Darnton o etkileyici kitabı Büyük Kedi Katliamı’nda buna atıfla bu edebi versiyonların “sadistçe fanteziler” değil, bilakis kültürdeki yerleşik eğilimi gösterdiğini söyler. Uzun lafın kısası İslam toplumlarının aksine onlar hayvanları kimi zaman Tanrı’nın cezası, kimi zaman eğlence nesnesi olarak görmüşlerdi. Bugün özgürlükler diyarı olarak anılsalar da ve belki aralarında geçmişlerinin kefaretini ödemek isteyenler varsa da tekraren söylemeliyim ki tarih, Avrupa medeniyetinin başta kadın ve hayvanlar olmak üzere kan ve kemik üzerinde yükseldiğini anlatır. İki medeniyet arasındaki farkın sağlamasını yapabileceğimiz onlarca bilgi arasında 1836’da yaşanan küçük bir anektod ilgi çekicidir. Buna göre İstanbul’da avdan eli boş dönen bir İngiliz, kayıktayken durduk yere uçan bir martıyı vurunca, buna şahit olan yabancı tanık, kayıkçı Türklerin İngiliz’i “sanki bir cinayet işlenmişçesine, dehşet içinde“ ayıpladıklarını söyler. Nihai olarak Avrupalıların tamamının hayvanlara acımasızca; İslam toplumlarının da merhametle yaklaştıklarını iddia etmek doğru olmasa da resmin bütünü, iki medeniyet arasında bir ayrım yapabilmenin mümkün olduğunu gösterir.

'OSMANLI'DA KÖPEKLERE YÖNELİK İLK GİRİŞİM VEBA İLE BAŞLADI'

Osmanlı’nın son dönemdeki hayvan katliamlarının temel sebebi olarak modernleşme, şehirlerin modern görünüme kavuşması olarak görünüyor. Bu katliamlar şehir yöneticileri tarafından kısa sürede tertiplenip hayata geçen bir plan mı, yoksa üzerinde uzun süredir düşünülüp uygulanmış bir yaklaşım mı?

Osmanlı’da sokak hayvanlarının durumunun, hem de sokağın kendine has durumunun da etkisiyle her daim iyi olduğu söylenemez. Ancak veriler toplumun baskın karakterinin bu hayvanlara iyi niyet ve merhametle yaklaştığını anlatır. Osmanlı’da köpeklere yönelik ilk girişimler, popülasyonlarının artması, tebaayı korkutmaları ya da veba gibi hastalıklar nedeniyle yapılmıştı. Yani erken dönemlerde Osmanlıların hedefledikleri katliam değil, tamamen toplumsal nizamla ilgiliydi. Gelgelelim II. Mahmud döneminde baskın bir imaj kaygısı belirdi ve bu yüzden sokak köpeklerine yaklaşım giderek politikleşti. II. Mahmud, iktidara geçtiği andan itibaren İstanbul’dan köpekleri göndermek istiyordu. Kemalettin Kuzucu’nun da çalışmasında belirttiği gibi onun öteden beri böyle bir isteği vardı. Osmanlı/Türk tarihinde köpek katliamları konusunda en kritik dönem, bu yüzden II. Mahmud’un iktidar yıllarıydı. O, kendisinden sonrakilere böyle bir yolun açılabileceğini göstermiş, köpekleri sokaklardan arındırarak kamusal alanı steril hale getirme fikrini yeşertmişti. Sonrası malum: 1910’daki köpek sürgünü ve bu sürgünden sonra da doğrudan imha safhasına geçilmesi.

'II. BAYAZİD KANUNLA HAYVANLARA MERHAMET BUYURMUŞTU'

Arşiv taramalarınızda Osmanlı’da hayvanlara eziyet edenlere devletin verdiği cezalar ile ilgili nelerle karşılaştınız, birkaç örnek verebilir misiniz?

Kimi seyyahlar ve bazı kaynaklarda hayvanlara eziyet edenlere verilen cezalarla ilgili bilgiler mevcut. Özellikle ulaşım ağının önde gelen unsuru olması hasebiyle malumdur, binek hayvanlarına eziyet edilmesine rıza gösterilmiyordu. II. Bayezid’in İstanbul İhtisâb Kanunnâmesi’nde, bu tür hayvanlara merhametli olunması buyrulmuştu.

İstanbul’a gelen bir kadın seyyah da köpek öldürenlere Türklerin şöyle bir ceza verdiğini söylemişti: “Ölü köpek burnu yere değecek şekilde asılıyor ve katilinin onu baştan aşağı darıya örtmesi şart koşuluyor: Daha sonra salahiyettar merciler bu darıyı alıp fakirlere dağıtıyorlar.”

Zaten toplumun pek çok kesimi özellikle kedi, köpek ve kuşlara eziyet edildiğini gördükleri an, buna yeltenen kişiye düşünmeden müdahale ediyorlardı. Yine dönemin yabancı tanıkları, eğlenmek adına hayvanlara eziyet edince Türklerin kendilerine müdahale ettiğini söylemişlerdi. Bu yüzden de bilhassa sokak hayvanlarına kötü muamele etmeye, Müslümanların tepkilerinden çekinildiği için pek de cesaret edilemiyordu.

'AVRUPA'YA ÖZENEN ENTELEKTÜEL KESİM KATLİAMLARI DESTEKLEDİ'

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde hayvan katliamlarına aydın, entelektüel kesimlerin de destek verdiğini öğreniyoruz kitabınızdan. Bu kesimin katliamları desteklemesini modern şehir görüntüsü arzusu dışında nasıl açıklarsınız? Neden hayvanların şehirlerde olmasına bu kadar karşılar?

Bunu modern şehir arzusu olarak ifade ediyoruz ama altında çok derin nedenler aramak lazım. Her şeyden önce büyük bir imparatorluğun mensubu olarak devletlerinin yıkılışına şahit olan bu isimlerin yaşadığı pek çok travma var. Üstelik müthiş bir özgüven kaybı yaşadıklarını düşünüyorum. Kuşkusuz kimisi gürültülerinden rahatsızlıkla, kimisi ise sağlığa tehdit oldukları gerekçesiyle sokak hayvanlarına karşıydı fakat kısm-ı azamı tam tekmil Avrupa’ya, yani güçlü olarak gördüklerine benzeyerek modernleşebileceklerini düşünüyorlardı ki bu kendine yabancılaşmayı doğurdu. Yani bir tür hipnoz içerisinde kalakalmışlardı, haliyle bu hal kolaylıkla hata yapmalarına olanak sağladı: Şark medeniyetini büsbütün yanlışlar; Avrupa’yı ise doğrular kümesi olarak anladıklarından her tercihlerinin makul olduğunu zannediyorlardı.

'TOPLUM ACIMASIZLIĞA RAĞBET GÖSTERMEDİ'

İstanbul’daki hayvan katliamlarında belediye, halkı da bu sürece dahil etmeye çalışıyor. Kedi ve köpekleri getirenlere belirli bir ücret bile veriliyor. Fakat bu halk tarafından yeterince rağbet görmüyor, neden?

Her şeyden önce bu tavrın hem çok sakıncalı ve acımasız hem de kurnazca bir hareket tarzı olduğuna şüphe yok. Sadece hayvanları da değil, mesela kuyruklarını, kargaların kafasını falan istiyorlar. Küçük çocukların köşe başlarında sıkıştırdığı bu hayvanların kuyruğunu kestiklerini, yakaladıkları kargaların kafalarını kopardıklarını düşünün, bunu hem de resmi bir kurum teşvik ediyor. Çok ürkütücü değil mi? Günümüzde sokak hayvanlarına yönelik şiddet sarmalının vebalinin biraz da bu uygulamalar olduğuna kaniyim. Şunu da ilave etmek istiyorum. Bu uygulamaya, maalesef çoğu çocuk olmak üzere katılanlar oluyor. Tabii açlık ve yoksulluk insan için dünyadaki en zorlu sınavlardan biri, nitekim toplum erken Cumhuriyet yıllarında çok yoksul. Bu yöntemin kurnazlığı da bundan ileri geliyor, zira onların yoksulluğundan fayda devşirilerek sokak hayvanlarının ardına düşülüyor. Buna rağmen toplumun dikkat çekici kısmının bu tarz bir acımasızlığa rağbet göstermemesi belirttiğim üzere hayvanları bir topluluk olarak gören, onları Tanrı’nın dilsiz kulları olarak kabul eden inançları ve tarihi geleneklerine olan bağlılıklarından kaynaklıydı.

'AHMET RASİM'DEN 'MERHAMETİN EN ASRİ PALAVRASI' ÇIKIŞI

Kitaptan öğrendiğimize göre hayvanlara yaklaşım günümüze yaklaştıkça olumsuzlaşıyor. Hayvanlara karşı soykırım uygulandığını bile söyleyebiliriz. Öğrendiğimize göre köpekler havagazı ile öldürülüyor. İster istemez akla Hitlerin Yahudilere yaptıkları geliyor. Neden böyle bir usul kullanılıyor köpeklere karşı?

Köpekleri çoğunlukla rastgele zehirleyerek öldürüyorlar. Köpekler, bir süre sonra zehirli etleri, köfteleri yemeyi bırakınca bu sefer de tüfeklerle katlediliyorlar. Fakat zehir, teknik olarak pratik ve ucuz bir yol. Köpeklerin peşinden gitmeye gerek yok. Sağa sola bıraktıkları zehirlerle onları öldürüyorlar. Sıklıkla uygulanan bu yöntem gerçekten de son derece acımasızca bir metod. Ayrıca bu zehirlerden evcil hayvanlar hatta sokakta oynayan çocuklar da etkileniyor. Acımasızlıklarını kamusallaştırmalarının bazı kesimleri rahatsız ettiği anlaşılıyor. Bilhassa Himaye-i Hayvanat Cemiyeti’nin eleştiri ve baskılarıyla hayvanların gözlerden ırak bir şekilde öldürülmeleri kararlaştırılıyor. Medenilik iddiası olanların sokaklarda hayvanları zehir ve tüfeklerle öldürerek şiddeti anonimleştirdiklerini düşün(e)miyor olmaları bir tarafa, havagazı metodunu dahi medenilik, fenni bir yöntem olarak görmüşlerdi. Ne var ki bu usul de hayvanlara eziyet veriyordu. 1920’lerden itibaren bu yöntem ara ara kullanıldı. Oysa, dediğiniz gibi Hitler’in de uyguladığı bu metod yani bir canlıyı sandıklar içerisinde gazla öldürme fikri baştan aşağı korkunçtu. Bundan rahatsız olanlar da vardı. Mesela Ahmet Rasim yöntemi “Merhametin en asri, en son palavrası”ydı sözleriyle eleştirmişti.

Gazete örneklerinden öğrendiğimize göre 1929’da “Kedi eti yenir mi, yenmez mi?” tartışmaları yapılıyor. Bu tartışmalar ne kadar yaygın, halk bu tartışmalara ne kadar dahil oluyor?

Bu konu kulağa ilginç geldiği için dönemin basını herhalde fırsat bu fırsat diyerek meseleyi kolaylıkla magazinselleştiriyor. Tartışmalar ise toplumsal tabakaların belirli bir kesimiyle sınırlı olarak ilerliyor. Yani çoğunlukla yazarlar, doktor, veterinerlerin fikirleri etrafında bir tartışma söz konusu. Halk yazılanları okuyan kısım olduğu için fikirlerini tam olarak öğrenemiyoruz ama şunu söylemeliyim, kuvvetle muhtemel büyük kısmı bu fikri ciddiye almamıştı/almazdı, önerenlere de tepki göstermiş olmalılardı.

'PADİŞAHLAR GÜCÜNÜ HAYVANLARLA SEMBOZİLE EDİYORDU'

Osmanlı döneminde çeşitli sebeplerle düzenlenen gösterilerde padişahlara ait vahşi hayvanların kullanıldığını görüyoruz. Bu yaygın bir uygulama mıdır?

Osmanlı ve çağdaşı diğer devletlerde nadiren gördükleri bu egzotik ve yabani hayvanlara büyük bir merak vardı. Bu hayvanlar aynı zamanda padişahların gücünü ve kudretini sembolize etmenin bir aracıydı. Çeşitli vesilelerle halka da gösterilen bu ürkütücü ve kimisi hayranlık uyandıran hayvanlarla, padişahlar tebaa üzerindeki gücünü, böylece hakimiyetini pekiştiriyordu. Erken dönemden itibaren adına arslanhane denilen kurumlarda başta aslan, zürafa ve fil olmak üzere türlü yabani hayvanlara bakılmasının bir nedeni buydu. Ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerine denk az ya da çok bu merak devam etti.

SOKAKTAKİ DOSTLARI ÖTEKİLEŞTİREN BİR 'CEMİYET'

Cumhuriyet döneminde hayvanlara yönelik katliamlarda “Himaye-i Hayvanat Cemiyeti’nin faaliyetlerini görüyoruz. İsmiyle yaptıkları arasında ciddi bir tezatlık var. Cemiyet hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Bu cemiyet, 1910 yılında gerçekleştirilen o hazin köpek sürgününden sonra İngiltere elçisinin eşi öncülüğünde 1912 yılının bahar ayında kurulur. Etkili olduğu yıllar ise 1920’lerden sonradır. Faaliyetlerini artırdığı bu yıllar, modernliği simgelere indirgeyen ve medeniliği sembollerle idrak eden politik-ideolojik tavrın egemenliğindeydi. Çelişkileri, mensuplarının söylemleri ve nihayetinde uygulamaları bu atmosferin koşullarıyla bağlantılıydı. Elbette kıymetli, takdire şayan hamleleri olmuştur ama yine de sokak hayvanlarını ötekileştiren çarkın en tepesinde konumlanmışlardır. Zira karşı oldukları, köpek ya da kedilerin öldürülmeleri değildi. Onlar menzillerinin dışında ve mümkünse acı çekmeden öldürülmelerinden yana olmuşlardı. Bu ne kadar himaye sayılırsa onlar da o kadar isimlerinin hakkını vermişti.