Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, AKP hükümetlerinde Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı gibi üst düzeyde görevlerde bulunan, ancak yetkilerinin tırpanlanması ve parti içinde yaşanan gerginlikler sonucu AKP'den ayrılıp kendi partisini kurdu.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, gündemde yer alan konulara ilişkin olarak T24'ten Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtladı. 

Siyasetçi, '90'lı yılların aktörlerinin önce iktidar partisini, sonra da devleti istila ettiğini' belirterek şunları kaydetti: 

"(...) Biz çekildik sahneden, sahneye Bahçeli ve Perinçek girdi. AK Parti’nin demokratik niteliğini koruyan isimler tasfiye edildi. AK Parti'yi 90'lı yılların mantığına götürecek olan Bahçeli ve Perinçek sahneye çıktı. 15 Temmuz darbe girişimi de bunun bahanesi oldu.
Haydi madem bu konuya girdik açık ifade edeyim. 17 Temmuz’da Sayın Cumhurbaşkanı ile bir görüşmem oldu evinde. Kendisine üç tavsiyede bulundum. Bir, Yüksek Askeri Şura'yı derhal toplayın ve askeri bir düzene koyalım. Silahlı Kuvvetler ciddi bir itibar darbesi yaşadı. Geciktirmeyin, bir an önce darbeye bulaşmamış isimlerle orduyu tekrar düzene koyun. İkincisi bütün siyasi muhalefeti de bütün partileri toplayın ve yeni bir demokrasi dönemi başlatın, Türkiye tarihinin en büyük demokratik hamlesini yapın. Askeri darbeyi yenmiş bir iktidar olarak şimdi elimizde büyük bir itibar var. Sayın Kılıçdaroğlu’nu, Sayın Bahçeli’yi, bütün liderleri çağırın ve yeni bir demokratik dönem başlatıyoruz deyin, yeni demokratik bir anayasa ruhunu devreye sokun.
Üçüncüsü de Türkiye’de çok karanlık dönemlerin işareti olan 90’lı yılların birtakım unsurları tekrar kendini göstermeye kalkışabilir. 90’lı yılların karanlık aktörlerinin tekrar siyasete, demokrasiye ve devlete sızmalarına asla izin vermeyin. Bunları kendisine samimiyetle ifade ettim çünkü görüyordum tabloyu.

'ERDOĞAN'IN ÖNÜNDE İKİ YOL VARDI'

Sayın Erdoğan’ın o zaman önünde iki yol vardı. Birinci yol şuydu; bizleri AK Parti içinde tutarak yeni bir reformla, yeni bir heyecanla demokrasi çıtasını yükseltmek için çalışarak muhalefeti de içine alacak şekilde sivil ve demokratik bir anayasaya doğru yürümek. İkinci yol ise 90’lı yılların aktörleriyle birlikte otoriter bir yapıya yönelmek. Ben birincinin olması için Sayın Erdoğan’la çok konuştum, çok raporlar verdim."

Çamlıbel'in yönelttiği sorulardan bazıları ve Davutoğlu'nun bunlara verdiği yanıtlar şöyle:

- 2 Mart ile 6 Mart aralığındaki kriz sırasında toplumun farklı kesimlerinden hep şöyle bir eleştiri yükseldi: Bir seneyi aşkın bir zamandır oturup konuşuyorlar bu saate kadar bunlar nasıl konuşulmamış olur? Cumhurbaşkanı adayı kim olacak diye hakikaten 2 Mart toplantısına kadar hiç mi konuşmadınız?

Bazı şeyleri erken konuşursanız erken krize sebebiyet verirsiniz. Konuşmadık gerçekten. Düşünün dört ay önce bir aday belirlemiş olsak belki o dört ay içinde öyle gelişmeler olurdu ki biz başka bir adaya yönelmek durumunda kalabilirdik.

Bu arada yine ihtilaf çıkabilir. İhtilaf çıkması, görüş ayrılığı çıkması kötü bir şey değil. Eğer bir yerde hiç görüş ayrılığı yoksa bir aktör dominanttır ve herkes ona tabidir. AK Parti’de görüş ayrılığı olmaz çünkü Erdoğan ne diyorsa o. Biz zaten buna karşıyız. Biz  Cumhur ittifakı gibi otoriter bir yapı değiliz ki. Dikkat ederseniz Erdoğan’ın bile kendi adaylığını açıklaması Bahçeli’nin onun adını zikretmesinden çok sonra oldu. Siyaseti öyle statik bir şey olarak görmemek lazım. Doğru yaptık. Bazı konuların açıldığı anda çözülmesi lazım. Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesi yavaş yavaş yol alınarak çözülen bir mesele olmaz. Açılacak ve çözülecek.

'KONU İLK DEFA 26 OCAK'TA AÇILDI, BİR SIKINTI OLDU'

- İlk ne zaman açıldı ' Millet İttifakı’nın adayı kim olacak' meselesi masada?

26 Ocak’ta ilk defa konu açıldı. Sayın  Meral Akşener’in ev sahipliğindeki toplantıda. Ve o gün bir sıkıntı oldu. Herkes bir şekilde düşüncelerini ifade etmek için biraz bekledi. Ve orada bir karara vardık. Biraz yol almak için ikili görüşelim. Birbirimizin düşüncelerini görelim. İkili görüşmeler gerçekleştirildi. Temel Bey herkesi ziyaret etti. Benim de Sayın Akşener ve Sayın Kılıçdaroğlu ile iki uzun görüşmem oldu. Bir tercihte bulunduğumuzda o tercihi takviye edecek neler yapabiliriz onu ele aldık. Mesele kazanma üzerine. Bu seçimi kaybetme lüksümüz yok. Bu seçimi kaybetmemiz halinde zaafları ortaya çıkmış ve kurumların içini boşaltmış olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kurumsallaşır, kalıcı hale dönüşür. Değişime ivme kazandırmak zorlaşır. Allah da yardım etti gerçekten ve şu taahhüde sadık kaldık; hükümet seçim tarihi açıklar biz de adayımızı açıklarız. Erdoğan seçim tarihini saat 19.30- 20.00 gibi açıkladı. Biz de 20.30 gibi adayımızı açıkladık. Verdiğimiz söz havada kalmadı. Bir sene iki ay önce ilk buluştuğumuzda ne dediysek o oldu.

-Bunları söylüyorsunuz ama yaşanan üç dört günlük araftan sonra Millet İttifakı’nı destekleyen pek çok seçmende adeta bir güvercin tedirginliği var. Bu işin daha milletvekili listeleri var, bakan dağılımları var. Seçime kadar yeniden kriz yaşamadan götürüp götüremeyeceğine dönük kaygılar var. Gerçi Meral Akşener geçen hafta Fatih Altaylı’nın yayınına çıktığında “bir daha olmayacak” gibi bir şeyler söyledi ama.

(Gülüyor) Tam öyle demedi belki ama….

- Ben mealen aktardım. Ama kendi açısından seçime kadar yeni bir kriz olmazmış gibi konuştu.

Çok güzel ve çok yapıcı bir konuşmaydı. Program sonrasında Sayın Akşener’i aradım. Kamuoyuna gereken sesi verdi. Hani “öldürmeyen darbe güçlendirir” sözü gibi… Bazı krizler eğer çok büyük bir yıpranmaya sebebiyet vermemişse ilişkileri güçlendirir. Milletvekili seçimleriyle ilgili bir komisyonumuz var, o çalışıyor. Nasıl bir formül üzerinde anlaşabileceğimizi göreceğiz.

'SEÇİMDEN ÖNCE BAKANLARI KONUŞMAK DOĞRU DEĞİL'

- Bakanlıkların dağılımıyla ilgili müzakere noktasına geldiniz mi? 

Bakanlıkları parlamento tablosu ve milletvekili dağılımları ortaya çıktıktan sonra konuşabiliriz. Kazanmadan bakanlık konuşmak doğru değil. Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar. Ama o noktada eşitlik ve adalet önemlidir. Eşitlik genel başkanlar düzeyinde sağlandı. Ama adalet açısından bakanlıkların Meclis'teki milletvekili sayısına göre dağıtılması lazım.

- O zaman bakanlıkları seçimden önce konuşmama kararı mı aldınız?

Ben doğru görmem. Ama tabii arkadaşlar teklif getirirse değerlendiririz. Mesela aynı bakanlığa her parti içinde niyet eden farklı kişiler olabilir. Bu partiler arasında gereksiz bir iç rekabete döner ve bazı insanlar sükutu hayal yaşayabilir. Bir de milletvekili sayısı da hassas olacak. 299’da kalırsanız anlamı yok, 301’i bulmanız lazım, hatta mümkünse 360. İyi senaryoda diyelim ki 362 milletvekiliniz var o milletvekilleri arasından kimseyi bakan yapamazsınız çünkü anayasal çoğunluğunuz riske girer. Diyelim ki 302 milletvekiliniz var, kimse bakan olamaz o durumda. Dolayısıyla her lider için önceden bir ayrım gerekecek. Bir lider kimleri yürütmede düşünüyorsa onları milletvekili yapmaması daha doğru olacak. Bu zorunluluk nedeniyle belki de kişiler de tercihlerini yapacaklar.

Seçimler kazanıldıktan sonra cumhurbaşkanı genel başkanlarla oturur, önce bakanlıkların tanzimi konuşulur, sonra da her lider bakan adayını söyler, cumhurbaşkanı da onaylar. Sürecin doğal gereği böyle işlemesi gerekir. Bugünden bunlar konuşulursa gereksiz bir tartışma başlar. Ama herkes de ekibini biliyor. Sadece bakanlıklar için değil… Önemli kurumların başına kimler gelecek? Karar verirken partinin gücü kadar o kişilerin ehliyetine, liyakatine bakacağız. O zamana kadar her birimiz “şu arkadaşımız şurada değerlendirilebilir” gibi hazırlık yapar herhalde.

'KILIÇDAROĞLU'NA HİÇBİR ZAMAN ALEVİ KİMLİĞİ ÜZERİNDEN BAKMADIM'

- Siyasi doğruculuk belki de bu sorunun hiçbir şart ve koşulda sorulmamasını gerektiriyordur. Ama bunun olumlu tarafıyla – yani tersten- konuşulamaması da Türkiye’ye haksızlık olur.  ABD’de John F. Kennedy ilk Katolik Başkan olarak tarihe geçmiştir, keza Barack Obama ilk siyahi Başkan olarak. Türkiye’nin ilk kez Alevi bir cumhurbaşkanı seçme ihtimalini neden tedirgin olmadan konuşamıyoruz? Bu olasılık Türkiye demokrasisinin olgunlaşma süreciyle ilgili umut veren bir gelişme değil midir?

17 Eylül 2022’de benim bu konuda bir konuşmam var. Tam o günlerde bu dediğiniz tartışma tırmanmıştı. Hür Düşünce Derneği’nin tertip ettiği o toplantıya Sayın Kılıçdaroğlu ve ben katılmıştık. Tam da rahmetli Adnan Menderes’in şehit edildiği gündü. Bu tartışmaların olduğu bir ortamda siyasi geçmişimiz hakkında bir arka plan vererek ve samimiyetle inanarak şöyle bir söz söyledim; Cumhuriyet’in yüzüncü yılında bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının etnik ya da mezhebi kimliği nedeniyle şu veya bu makama gelip gelemeyeceğini tartışmak Cumhuriyet'e hakarettir.

Cumhuriyet bütün vatandaşların eşitliği üzerine işleyen bir yapıdır. Ama Cumhurbaşkanının kim olursa olsun “ben” değil “biz” diye konuşması esastır. O konuşmayı daha sonra PolitikYol için bir makale olarak yazdım. Toplumların gelişme evrelerinde vatandaşların siyasal bilinci arttıkça etnik ve mezhebi kimlikleri dayalı kimlik siyasetinin yerini niteliğe, liyakate, müktesebata dayalı nitelikli siyaset alır. Kabile siyaseti benzeri siyasetin sonuna gelmiş olmamız lazım. “Bu benim tarafımda, o da karşımda” dediğiniz anda toplumu bölersiniz. Türkiye’nin şu anda neye ihtiyacı var diye sorarsanız, yeni etnik ve mezhep çatışmalarına değil toplumsal barışa ihtiyaç var. Toplum Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Perinçek’in üslubundan çok yoruldu.  

Ben Sayın Kılıçdaroğlu’na hiçbir zaman Alevi kimliği üzerinden bakmadım, siyaseten rekabet ederken de. Sayın Kılıçdaroğlu ile iki seçim rekabet ettim. Bir yerde bile imayla benim kimlik meselesini gündeme getirdiğim görülmemiştir. Aksine, Hacı Bektaşi Veli’ye gidip orada konuşma yapan ilk başbakan benim. Oranın müzelikten çıkartıp dergâh olarak kullanıma açan benim. İlk kez Erzincan’da bir cemevine gidip niyaz duasına katılıp bizzat dua eden biriyim. Alevi kültürünü iyi bildiğimi düşünürüm ve bu kültürün Türkiye’nin zenginliği olduğuna inanırım. Evet Sünni’yim ve Türküm. Ama Kürtler bana 'Serok Ahmet' der. Alevi dedeleri benim o ziyaretlerimden sonra hep saygı göstermişlerdir, onlar da beni 'Can Ahmet' diye çağırırlar.

Bunu Türkiye’ye yapılacak en büyük ihanet olarak görürüm. Sayın Kılıçdaroğlu’nun kimliği üzerinden bir tartışmayı hiçbir zaman doğru görmedim, görmem. Artık toplumun barışması lazım. Sonra siyaset yaparız, önce bir yaraları telafi edelim. Türkiye’de çok büyük bir ekonomik enkaz var, çok büyük bir siyasi enkaz var. Biz altı lider birbirimize kimliğimizi sormuyoruz. Bu siyasi enkazdan ülkeyi nasıl çıkarırız onu soruyoruz. Bu basireti, bu hikmeti gösteremezsek Türkiye aynen bazen Ortadoğu, bazen Asya ya da bazen Balkanlar’da gözlenen etnik ve mezhebi çatışmaların ülkesi haline gelir ve ben bu konuda kaygılıyım.

(...)

- Son zamanlarda Cumhur İttifakı’ndan bahsederken sıklıkla Doğu Perinçek’in ismini kullanıyorsunuz. Hem de bunu Cumhur İttifakı MHP ve BBP dışındaki partilerle ittifak fikrini gündemine almadan önce yapmaya başladınız. Bir yandan da şimdi Bursaspor-Amedspor maçında karanlık bir elin devreye girdiğini söylediniz. Bu 'karanlık el' meselesi hazır gündeme gelmişken meşhur açıklamalarınızı hatırlatmanın yeridir. 'İleride Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman, eminim en kritik dönemlerden, birkaç aydan biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır Terörle mücadelede defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz' demiştiniz. Malum o süreçte Suruç ve  Ankara Gar başta olmak üzere bazı katliamlar yaşandı. Dolayısıyla da sözleriniz '7 Haziran – 1 Kasım arasında kirli bir el devreye girdi ve siyaseti dizayn etmek için kanlı katliamlar planladı. Hatta tüm bunları Erdoğan biliyordu' şeklinde bir algıya neden oldu. Bu yanlış bir algılama mı?

Yanlış bir algılama. Orada söylediğim şey çok açık. Şu anki duruma ayrı geliriz. 7 Haziran – 1 Kasım gerçekten kritik bir dönemdi. Meclis'te çoğunluğu olmayan bir partinin başındaydım. Bir anda 7 Haziran’dan sonra önceden başlayan hazırlıklar sonucu PKK, IŞİD, DHKP-C ve birçok başka örgüt başını kaldırdı. FETÖ yapılanması devlet içinde kendince bir hareket alanı bulmaya ve hukuk dışı eylemlere kalkışmaya yöneldi. Böyle bir dönemde devleti yönetmek kolay değildi. Ama bütün bu şartlarda anayasal düzene halel getirmeden terörle de mücadele ettik, Türkiye objektif adil bir seçime de götürülebildi. 23 Ağustos 2019’da yaptığım o açıklamanın sebebi şuydu; o günden kısa bir süre önce 2019 belediye seçimlerinde seçilen belediye başkanlarının bazılarının yerine kayyum atanmıştı.

Ben de bunu eleştirdim. “Eğer bu belediye başkanları suçlu idiyse neden YSK bu adayların adaylığını onayladı? Bu demokrasiye aykırı bir harekettir” dedim. Bu arada hala AK Parti üyesiyim. Ben bunu deyince Bahçeli bana saldırdı. Erdoğan da sessiz kaldı. Ben de buna karşı şunları söyledim, “Ben 7 Haziran – 1 Kasım arasında terörle mücadele ederken Bahçeli evinde dizi seyrediyordu. Erdoğan da  parti içinde benim aleyhime kampanya yapıyor, oyun çeviriyordu.” 7 Haziran-1 Kasım arasında devleti ayakta tutabilmek için verdiğim mücadeleyi o güne şahit olanlar bilir. Bütün o terör saldırılarının hepsini takip ettik ve hiçbirini de gerekli hukuki işlemler yapılmadan bırakmadık.

- Buna benzer izahatlar getirdiniz sonradan. Yine de belli çevrelerde Suruç ve Ankara Garı gibi Kürt siyasi hareketini hedef alan terör eylemlerinin devlet içindeki bazı karanlık odaklar tarafından organize edildiğine dönük intiba devam ediyor.  

Yok. O olayların failleri yakalandı. Suruç katliamının da Ankara’nınkiler de yakalandı. Bakarsanız o dönem bütün Avrupa’da terör olaylarının olduğu bir dönemdir. Madrid’te, Paris’te…IŞİD bağlantılı terörün çok yaygın olduğu bir dönemdi. Öte yandan Türkiye’de devlet içinde FETÖ’nün, dışarda PKK’nın Türkiye’yi bir kaosa sürükleme çabası vardı ve ben bunların hepsine karşı mücadele ettim. O mücadelelerin tam en kritik aşamasında 1 Kasım’da demokrasi yeni bir aşamaya gelmişken ve ben siyasi ahlak reformu gibi birçok reforma hazırlanırken. Cemevlerin statüsünü hükmet programına koymuştum. Ben bunlara hazırlanırken bana parti içinde bir darbe yapıldı. Ve benim yerime kim geldi bakın?

'BİZİM YERİMİZE 90'LARIN KARANLIK AKTÖRLERİ GELDİ'

-Binali Yıldırım gelmedi mi? Kimi kastediyorsunuz?

Biz çekildik sahneden, sahneye Bahçeli ve Perinçek girdi. AK Parti’nin demokratik niteliğini koruyan isimler tasfiye edildi. AK Parti’yi 90’lı yılların mantığına götürecek olan Bahçeli ve Perinçek sahneye çıktı. 15 Temmuz darbe girişimi de bunun bahanesi oldu. Hadi madem bu konuya girdik açık ifade edeyim. 17 Temmuz’da Sayın Cumhurbaşkanı ile bir görüşmem oldu evinde. Kendisine üç tavsiyede bulundum.

Bir, Yüksek Askeri Şura'yı derhal toplayın ve askeri bir düzene koyalım. Silahlı Kuvvetler ciddi bir itibar darbesi yaşadı. Geciktirmeyin, bir an önce darbeye bulaşmamış isimlerle orduyu tekrar düzene koyun. İkincisi bütün siyasi muhalefeti de bütün partileri toplayın ve yeni bir demokrasi dönemi başlatın, Türkiye tarihinin en büyük demokratik hamlesini yapın. Askeri darbeyi yenmiş bir iktidar olarak şimdi elimizde büyük bir itibar var. Sayın Kılıçdaroğlu’nu, Sayın Bahçeli’yi, bütün liderleri çağırın ve yeni bir demokratik dönem başlatıyoruz deyin, yeni demokratik bir anayasa ruhunu devreye sokun. Üçüncüsü de -şimdi sizin sorunuza cevaben söylüyorum- Türkiye’de çok karanlık dönemlerin işareti olan 90’lı yılların birtakım unsurları tekrar kendini göstermeye kalkışabilir. 90’lı yılların karanlık aktörlerinin tekrar siyasete, demokrasiye ve devlete sızmalarına asla izin vermeyin. Bunları kendisine samimiyetle ifade ettim çünkü görüyordum tabloyu.

Sayın Erdoğan’ın o zaman önünde iki yol vardı. Birinci yol şuydu; bizleri AK Parti içinde tutarak yeni bir reformla, yeni bir heyecanla demokrasi çıtasını yükseltmek için çalışarak muhalefeti de içine alacak şekilde sivil ve demokratik bir anayasaya doğru yürümek. İkinci yol ise 90’lı yılların aktörleriyle birlikte otoriter bir yapıya yönelmek. Ben birincinin olması için Sayın Erdoğan’la çok konuştum, çok raporlar verdim.

- Ne tür raporlardı bunlar?

Mesela cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin Meclis'e sunulduğu gün bunun ne kadar mahzurlu olduğunu anlatan 17 sayfalık bir rapor verdim.

'DOGMATİK MAOİST BAZI İSİMLER BEŞTEPE'DE DANIŞMAN BUGÜN'

- 90’lı yılların otoriter aktörlerinin AK Parti’nin içine sızma girişiminde olduğuna dair de bir rapor verdiniz mi? 

Onu söyledim, daha sonra da yazdım. 2018’de tekrar verdim. Cumhur İttifakı oluşurken “Aman böyle bir ittifaka yönelmeyin, bu AK Parti’nin doğasını bozar. AK Parti’nin demokratik niteliklerini zayıflatır” dedim. Ve bunların hepsini kayda geçirdim. Sonra korktuğum oldu. Biz AK Parti’den tasfiye edildik. Bizim yerimize Erdoğan, Bahçeli’yi ortak seçti, Perinçek’i ortak seçti. Perinçek vurgusunu yapma sebebim şu; bugün Beştepe’de o zihniyete sahip olan insanlar egemen. Beştepe’nin en etkili bazı danışmanları 70’li, 80’li yılların dogmatik Maoist, ulusalcı isimleri. Biliyorsunuz AK Parti Genel Merkezi’nin şu an Türk siyasetinde bir etkisi yok. Güç Beştepe’de. AK Parti MYK’sının bir etkisi yok. Biliyor musunuz kim var MYK’da. Eskiden bilirdiniz tüm üyelerin isimlerini.

- Bakanların bile isimlerini hatırlayamıyorum bazen.

Bir tek Sözcü Ömer Çelik’in ismini bilirsiniz. Başka var mı? Öbür tarafta Beştepe’deki baş danışmanlar AK Parti genel başkan yardımcılarından daha şöhretli ve bunların AK Parti’nin geçmişiyle alakası yok. Tabiri caiz ise 90’lı yılların aktörleri önce AK Parti’yi istila etti sonra da devleti.

- Dış politika bağlamındaki tartışmalarda devletin içindeki Avrasyacı kanat diye bilinen ekipleri mi kastediyorsunuz? 

Evet. Ben bunu Avrasya’ya karşı olduğum için söylemiyorum. Biliyorsun ben bakanlık dönemimde Rusya ile ilişkilerin de geliştirilmesi gerektiğini söylediğim için eksen değiştiriyorum diye eleştirildim de. Ama bir dengedir bu. Avrasyacılık ile kastedilen Türkiye’nin otoriter bir yapıyla Asyatik bir devlet modeline dönüşmesi ise işte buna karşıyız. Türkiye’nin Avrasya’da güç sahibi olması ise buna taraftarız elbette.

(...)

'DOĞU PERİNÇEK 28 ŞUBATÇI BİR PROVOKATÖRDÜR'

- Şunu mu söylemek istiyorsunuz; sizin ifadelerinizle 90’ların otokratik eğilimlerden yana olan aktörlerinin Beştepe’ye sirayet etmesiyle birlikte Türkiye uluslararası mafya çeteleri için güvenli liman mı oldu?

Evet. Bugünkü AK Parti bizim bıraktığımız AK Parti değil. Bugünkü AK Parti 90’lı yılların 28 Şubat zihniyetiyle mücadele eden bir AK Parti değil. Doğu Perinçek bir 28 Şubatçıdır. Şeytan Ayetleri kitabını Türkçe'ye çevirerek Sivas Olayları da dahil birçok olayı tetikleyen bir provokatördür. Şimdi nasıl AK Parti yanlısı oldu? Çünkü birileri Türkiye’yi kimlik temelli olarak bölmek istiyor, birileri Türkiye’de kaos çıkartmak istiyor.