Mesleğim diş hekimi olduğu için edindiğim tecrübeleri içtimai hayatla ve toplumsal davranışlarla bağdaştırır ilginç sonuçlara ulaşırım kendimce. Tümevarım yöntemi, kısa yoldan sonuçlara ulaşmak için tercih ettiğim maliyetsiz bir yöntemdir.

Mesleğim gereği muayene esnasında röntgen ve tomografi verilerini de kullanarak hastalarıma ağız ve diş sağlığı ile ilgili bilgilendirmeleri rutin olarak yapmaktayım. Örneğin hastalarıma ‘’Şu dişiniz çürümüş ya da diş eti rahatsızlığınız var, müdahale edilmezse ileride telafisi zor durumlarla karşılaşabilirsiniz’’ gibi benzer uyarılarımda bazen şu cevapla karşılaşırım:

 ‘’Hocam hiç ağrım yok ama’’.

Yılların verdiği mesleki yıpranma sebebiyle bu cevabı veren hastalarımı kafamda ‘’Acıyı çekip dersini alması gereken hastalar’’ sınıfına koyar ve hissettirmeden tedaviye girişmem. Malum sağlıkta ‘’hastanın rızası’’ önemlidir.  Bu sınıf hasta yaklaşımı için 2500 yıl önce yaşamış hekim/şifacı yunan bilgelerinin seviyesi desek onlara da haksızlık etmiş oluruz. Bu cevabı veren hastanın sağlıktan anladığı, ağrı ve acım yoksa sağlıklıyım demektir. Ancak tavsiyelere uymamanın verdiği zararı sadece hasta çekmez, aile, çevre ve hizmet verdiği kurumun verimliliği de doğrudan etkilenir bu durumdan.İkna etme seçeneği zaman kaybıdır. Hele bir de ‘’Doktor para almak için hastalık uyduruyor’’ bakışı vardır ki sormayın. Hastalıklar ağrı ile seyreder görüşünün modern diş hekimliğinde de karşılığı yoktur. Teknoloji destekli modern tıbbın olanakları, gelecek yıllarda karşılaşabileceğimiz sağlık sorunları hakkında net bilgiler verir.

Kişisel mesleki deneyimlerimi toplumsal hayatımıza uyarladığımda yani tüme gittiğimde şu sonuca ulaşıyorum:

Acı çekmeden toplum olarak harekete g e ç m i y o r uz.

Farklı kaynaklardan okumalar/taramalar yapıp üstüne fikir üretemediğimiz için toplumsal duyarlılıklarımız maalesef çözüm üretmiyor.

Mesela sık trafik kazalarının yaşandığı bir kavşağın güvenli hale getirilmesini kazalar sonucu yeteri kadar ölüm gerçekleşmeden yapamıyoruz.

Bir başka örnek günümüzden olsun. Türk tipi başkanlık sistemi hayata geçeli neredeyse üç yıl olmak üzere. Alınan sonuçlar pek iç açıcı değil, neredeyse toplumun %60’ından fazlası da sistemden şikayetçi. Ekonomi, diplomasi, uluslararası ilişkiler, kurumların itibarı ve salgın yönetimi gibi daha birçok konuda ilerleme kaydetmeyi bırakın on yıl öncesi rakamlara geriledik. Şu andan sonra da toparlanma ümidini bırakın kan kaybı artarak devam ediyor. Son üç yılda yeteri kadar acı çektiğimizi düşünüyorum. Ölü taklidi yapmayı bırakalım çünkü mevzu bahis vicdanlarımız ve acı çeken 84 milyon.

Peki yasal sınırlar içinde neden toplumsal bir tepki koyamıyoruz?

Yeteri kadar acı çekmediğimiz için olabilir mi?

Geleceğe dair öngörülerde bulunan düşünce kuruluşları da iyimser tahminlerde bulunmayıp üstüne işlerin daha da kötüye gidebileceğini ifade ediyorlar.

Olaya karşı iktidar penceresinden bakınca, Cumhuriyet tarihi boyunca yetkilerinin arttırılmasını isteyen iktidarlarla çok karşılaşırız. Çoğu başbakanımızın hayaliydi geniş yetkilere sahip olmak. Bu hayali deneyimlemek Cumhurbaşkanımıza nasip oldu. Yetki tek elde toplanacak, bürokrasinin etrafından dolanıp sorunlar anında çözülecek ve siyasal hayatımıza dinamizm gelecekti.

Sonuç ortada.

Özellikte profesyonel şirketler son yıllarda yönetim sistemlerini değiştirmekteler. Yatay yönetim, ekipler arası işbirliği ve kapsayıcılık ana hatlarıyla çağdaş kurumların verimliliğini arttıran ana başlıklar. Yeni sistemi kamu yönetimine uyarlamak; verimliliği, doğru kararlar alma olasılığını ve halk katılımını arttıracaktır.

Yanlıştan dönmek için zaman geç değil, hep birlikte bu gidişe dur diyebiliriz. Ülkemizi dünya endekslerinde Kuzey Kore, Angola veya Pakistan’ın yanında görmek istemiyorsak silkinmemiz ve bu kötü kabustan uyanmamız şart.

‘’Ben acı duymadan harekete geçemiyorum’’ Diyorsanız, uyanıp gözlerinizi açtığınızda yanaklarınızı – gerektiği kadar-tokatlayarak güne başlayabilirsiniz.