Akdeniz ve Ege bölgelerinde meydana gelen orman yangınlarının sonuçlarını ve alınacak tedbirler konusunda kamuoyunu tatmin edecek şeyleri konuşmaya fırsat kalmadan, orta karadeniz bölgesinin Kastamonu Sinop ve Bartın bölgelerinde meydana gelen yağışlar dolayısıyla meydana gelen can ve mal kayıplarının üzüntüsü ile karşılaştık.

Her zaman yaşanan ve sonuçlarını herkesin kendi imkanlarıyla tölere edebildiği deprem, sel, yangın gibi doğanın kendi işleyişi içerisinde meydana gelen hadiselerin, yine doğanın kendi işleyişi içerisinde ve tölere edilemeyecek nitelikte can ve mal kayıplarına neden olan hadiselere doğal afet diyoruz.

Bizim, doğal afet dediğimiz ve çoğu zaman tedbirsiz yakalandığımız bu hadiselerin rutinleri bulunmasa bile, bir insan ömrü içerisinde geçmişte birkaç tekrarının yaşandığını yada insanlık hafızasında yer aldığı bilinmektedir. Bununla birlikte, insan hafızasının nankörlüğü ile günü birlik menfaat ve çıkarlarının arkasından gitmesine kamu idaresinde bulunan hafıza ve arşiv bilgi ve tecrübeler ışığında hazırlanmış kural ve mevzuatın işletilememesi eklenince, afetlerin daha büyük çaplarda meydana gelmesine uygun bir alt yapı hazırlanmış olmakta, dolayısıyla can ve mal kayıplarına neden olunmaktadır.

En son yaşanan Bozkurt, Abana, Ayan, ilçelerinde sel baskınlarını dere ve çay yataklarının ve derelerin ıslah çalışması adı altında kamu idaresi eliyle daraltıldığı, buralardan elde edilen arazilerin yerleşime ve yapılaşmaya açıldığı, dolayısı ile söz konusu felaketin bu ıslah edilmiş dere yataklarının taşmasıyla meydana geldiği tartışılmasız bir gerçek olarak ortadadır.

Genelde ortaya çıkan afetlerin sonuçlarıyla, yani zararın maiyetini ve zarar gören vatandaşların acıklı hikayelerini en dramatize edici argümanlarla anlatıyor, devletin ve halkın yapacağı maddi yardımları uzun uzun ve çok fazla medyada veya diğer ortamlarda konuşuyoruz da, bu felaketlerin olası zararlarını baştan önleyecek veya minimize edecek köklü stratejik düşünce ve yaklaşımları ne kamuoyu olarak ne de kamu idaresi olarak yeterince konu yapmıyoruz. Halbuki çok sıklıkla ve değişik felaketlerin tekrarını dolayısı ile çok sayıdaki can ve mal kayıplarını önleyecek köklü çözümleri düşünme ve uygulama konusunda bir an önce gerekli iradeyi ortaya koymamız gerekiyor.

Bir grup arkadaşla 16 Ağustosta Bozkurt ve Abana’da yaptığımız incelemede sokak çarşı pazar ile binaların zemin ve birinci katların tamamını sel ve çamurun basmasıyla can kayıplarından başka çok büyük her türlü mal kayıplarının da yaşandığını gördük. Aynı durum, aylar önce ve geçmiş yıllarda karadeniz bölgesi sahil şeridindeki yerleşim yerlerinde de yaşanan felaketlerin neredeyse bire bir aynısı olduğu hafızalarımızda canlı olarak durmaktadır. Maalesef, her zaman her yerde yağmur biraz fazla yağınca ortaya çıkan sel, yatağı üzerindeki yerleşim yerlerini basıyor, can ve mal kayıplarına neden oluyor.

Bozkurt’ta son aşamada felaketin olası zararlarını en aza indirmek için hoparlörlerden yapılan sesli ikazlarla vatandaşın uyarıldığı, hem vatandaşların hem de kamu yetkililerinin beyanlarından öğreniyoruz. Hiç şüphesiz bu uyarıların faydası da olmuştur. Ancak felaketin büyüklüğü karşısında bir şey ifade ettiğini de söylemek mümkün değildir.

Diğer temel meselelerde olduğu gibi doğal afetler ve özelde sel felaketleri ile ilgili köklü çözüm oluşturma kapsamında, risk oluşturan köy kasaba ve şehirlerdeki yerleşim bölgeleri ve yapıların sel felaketlerinden etkileneceklerin tespiti zaman geçirilmeden –çok ciddi bir şekilde- yapılmalıdır. İkinci aşamada, bu bina ve yapılar risk önceliğine göre boşaltılarak yerleri dere yataklarına terk edilmelidir. Kim ne derse desin, sel baskınlarına karşı sonuç alıcı en köklü çözümün dere yataklarının boşaltılması ile sağlanacağı düşüncesi, tek ve en etkili çözüm olarak gözükmektedir.  

Bu yaklaşım, elbette uzun vadede gerçekleştirilebilecek ve çok maliyetli bir düşüncedir. Ancak böyle olmakla birlikte stratejiktir, yani sonuç alıcı bir yaklaşımdır. Projeye tüm ülke geneli dahil edilmelidir. Bununla birlikte, ister bölgesel, isterse herhangi bir dere yatağındaki üç beş binayı kapsayan lokal bir alan olsun, gerçekleştirildiğinde Bozkurt örneğinde olduğu gibi afetin yıkıcı ve büyük zararlara neden olucu sonuçlarıyla karşılaşılmayacaktır. Bu yaklaşım, yöneticilerin, devletin ve kamu ve özel kurumlar ile kurtarma ekiplerinin bir afetten diğerine koşturmayacağı, devletin ve kamunun mesaisini ve kaynaklarını ihtiyaç duyulan daha başka yerlere sarf edeceği köklü bir çözüm sunmaktadır.

Yaşanan Marmara depreminden yaklaşık otuz yıl sonra meydana gelmesi beklenen olası büyük depreme kadar olan sürede, hazırlık kapsamında yapılması gereken dayanıklı konut ve kentsel dönüşüm projeleri aradan yirmi iki yıl geçmiş olmasına rağmen hala çok yetersizdir. On binlerce can kayıplarına ve hesapsız mal ve maddi kayıpların yaşanmasına neden olacağı beklenen deprem felaketine karşı köklü hazırlıklar maalesef yapılmamıştır. Devlet yönetimi konuyu stratejik seviyede ele almamıştır. İstanbul ve Marmara bölgesi ve diğer deprem bölgeleri “eli kulağında” büyük risk altındayken yapılmamış olan hazırlıkların, sel baskınlarına karşı önerilen bu ve benzeri maliyetli ve uzun soluklu projeler için uygulayabileceğini düşünmek, bu durumda çok ta gerçekçi görünmemektedir.

Ciddi boyutlarda mali kaynak gerektiren, deprem ve sel baskınlarının zararlarını minimize edecek projelerin hayata geçirilmesi istikrarlı bir devlet politikası ve disiplinli bir kamu yönetimini gerekli kılmaktadır. Bu amaçla, devlet yönetimi plansızlıktan, geri dönüşü olmayan yatırım ve harcamalardan, savurganlıktan, kaynakların amacı dışında kullanılmasından süratle vazgeçilmelidir. Maliyenin ve finans kaynaklarının yönetiminde tam bir disiplin ve disiplin ağlanmalıdır.

Hadiselerin heyecanı bittikten sonra, her ölümlü hadiselerde olduğu gibi, herkes olay mahallinden çekilip gittikten sonra ateş (can ve mal kayıpları) düştüğü yeri yakmaya devam ediyor. İktidar ve muhalefet cenahı bu ve benzer konularda, konuyla ilgili içinde çözüm önerileri olsa da daha çok birbirlerini itham edici şeyler söylüyor ve medyada bu kavgaları topluma taşıyor, dolayısı ile toplumda kendi arasında kavga yapıyor. Ancak milletimiz, artık sonu gelmeyen kısır çekişme ve kavga istemiyor. Günü birlik ve günü kurtarıcı içi boş hamasi söylemleri değil, müzmin hale gelmiş diğer konularla birlikte, milletin enerjisini uzun yıllardır eritip bitiren bu doğal afet konusunda da sonuç alıcı çözümler bekliyor.

Basın ve sosyal medyada DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın partisinin hazırladığı “Doğal Afet Eylem Planı” açıklamasını gördüm. Elbette diğer siyasi partilerimizin ve STK ile bağımsız kişi ve kuruluşların çok değerli fikirleri ve konu hakkında ciddi açıklamaları da oluyor. İktidar partisi, tüm bu olumlu açıklamalardan da faydalanarak yaşanılan problemleri çözmeye yönelik daha etkili ve kapsamlı kendi planını kamuoyuna açıklaması ve bir an önce uygulamaya geçtiğini göstermesi doğal afet vakalarının devleti zorladığı bir zorunluluk olduğu kadar, aynı zamanda kuvvetli bir toplumsal beklenti halini de almıştır.

Haşim EFE

19.08.2021