Dr. T. Kalaycı: Covid-19 sürecinin başından beri yapılanları, alınan önlemleri biliyoruz. Ancak sizce geçmişte nerede hata yapıldı? Gözlem ve deneyimlerinize dayanarak bundan sonraki süreçte yapılması gerekenler nelerdir, görüşlerinizi alabilir miyim?

Prof. Dr. M. İlker Yılmaz: Şöyle ki; Covid-19 süreci başladığı andan itibaren hepimiz farklı meslekler grubunda da olsak, çocuk da olsak, büyük de olsak zaten bu olaylara tanıklık ettik. Esasında bu tanıklık içerisinde hep söylenen tek bir şey vardı. O da mesafeye dikkat edilmesi, maske takılması ve hijyen… Evet, bunlar zaten aslında baktığınızda ya bunlar zaten yapılması gereken şeylerdi. Bazı şeyleri yapmadığımızı, bazı şeyleri unuttuğumuzu anladık. İşte o unuttuklarımızı yeniden hatırlatmak, tabi ki bazı insanlara çok ağır geldi, bazılarına ise çok hafif geldi. Ama sonuçta ben olayın şu yönüne bakmak istiyorum. Covid-19, evet bir gribal hastalık gibi bulaşsa da bir damar hastalığıdır. Ben bunu en başından beri söylüyorum. Bu nedenle sonuçları itibariyle sıkıntılı, şimdi o yüzden sadece gribal enfeksiyon gibi bakıldığı zaman olay çok hafife alınıyor. Ama bir damar hastalığı deyip de olayı çok üst seviyelere taşımak da iki ucu keskin bıçak gibi, insanların kafasını karıştırıyor. İnsanların bir kısmı olayları hemen kabullendi. Bir kısmı doğru reaksiyon gösterdi. Bir kısmı da kabullenemedi ve doğru reaksiyon gösteremedi. Bazı yerlerde fikir çatışması çıktı ve sosyal medyayı çok kullanıyor olmamız nedeniyle de ortalıkta sosyal medya aracılığıyla birçok video fotoğraf, bilgi paylaşıldı. Bu paylaşımlar aracılığıyla kim neye inanmak istiyorsa sosyal medya bunu ona sundu. İnsanlar onu daha çok dinledi. Ve o bilgiyi başkalarıyla paylaşmaya çalıştı. İnsanlar o yüzden doğruyu bulmada zorlandı, daha rahat geçirmemiz gereken bir süreci daha kafaları karışık geçirdik. Olayları istemediğimiz boyutlara getiren bir süreç yaşamış olduk. O yüzden Covid-19 sürecinde insanlar maske, mesafe ve hijyene dikkat etti. Hep ikincil hastalıklar konuşuldu. Aman ikincil hastalıkları olanlar (diyabet, hipertansiyon, kanser, obezite vb.) daha çok dikkat etsin denildi. Ne yapıldı; aman onlar işyerlerine gelmesin, evden çalışsın, onları muhafaza edelim gibi süreç ortaya çıktı. Kamu kuruluşlarında ikincil hastalığı olanlar işe gelmesin şeklinde genelge yayınlandı. Kamuda çalışan bir arkadaşım diyor ki, binlerce kişiden otuz kişi kaldık demek ki herkesin ikincil hastalığı varmış. Yani süreç içerisinde hepimizde birer ikincil hastalık olduğunu öğrendik. Bizim zamanımızda okumaya geçince kurdela takılırdı. Şimdi bizimde hepimizin göğsünün üst kısmında kurdelamız var, kimimizin yeşil, kimimizin sarı, kimimizin kırmızı, kimimizin lacivert, kimimizin mor her bir renkte bir kurdelamız var ve hepimizde de olduğu için çok da rahatsız olmuyoruz. Herkeste var nasıl olsa. Hipertansiyon zaten çok fazla, diyabet de çok fazla. O yüzden ikincil hastalıkların bizim hayatımıza çok fazla yer edindiğini görmüş ve bundan da hiçbir şekilde rahatsızlık duymadığımızı orta koymuş olduk.

Şimdi zaten Covid-19 süreci, biraz daha insanların evden çalışmayı öncelediği ve sürekli evin içerisinde kapalı bir ortamda kaldığı, ailesiyle beraberce vakit geçirdiği bir dönem oldu. Önceleri güzel bir süreç derken bir müddet sonra insanların birbirlerine olan tahammüllerinin azalması ve sonrasında tabi stresin daha üst boyutlara ulaşması, varlık anlamında da insanların işlerini kaybetmesi ve işlerini kaybedip gelecekte acaba ne gibi şeylerin onları beklediğini tam olarak algılayamaması işin stres boyutunu artırıyor. Ülkemizde ve dünyada Covid-19 pandemisi var ve ben o pandeminin ötesinde diyabet, kanser, hipertansiyon, romatoid artrit, lupus pandemisinin daha fazla olduğuna inanıyorum. En azından veriler de o yönde gösteriyor. O yüzden bizler hergün acaba bugün kaç kişi hayatını kaybetti, kaç kişi o virüsle enfekte oldu diye o turkuaz tabloyu takip ediyoruz. Bu da aslında bir müddet sonra olayı bir noktaya getirdi ve alıştık. Bu da en kötü şey… İnsanoğlu herşeye çok iyi adapte oluyor, çok hızlı alışıyoruz. Hergün akşam böyle heyecanla beklediğimiz bir tablomuz vardı. Bu turkuaz tabloyu bekliyor ve hergün kaç kişinin virüse yakalandığını, kaç kişinin hayatını kaybettiğini, kaç kişinin iyileştiğini merak ediyorduk. Ama şu anda artık merak da etmiyoruz. Aslında baktığınız zaman hergün neredeyse Türkiye’de bir Boeing ya da Airbus düşüyor ve bir uçak dolusu insan hayatını kaybediyor, ama artık o uçak düşmelerine de alıştık. Yani bazı şeylere tabi ki çok alışıldı, o yüzden pandemi sürecini iyi yönetmemiz lazım. Sadece Covid-19 la kalmayacak bu süreç. Peşinden diyabetin, hipertansiyonun, obezitenin, Alzheimer’in ve kanserin daha da artacağı bir süreç önümüze gelecek. Şuan özelikle kanser vakaları arttı. Ben kendim nefroloğum, kanser vakalarıyla bir işim yok. Ama son zamanlarda hastalara Covid-19 nedeniyle akciğer tomografi özelikle daha fazla çekiliyor. Tomografi daha sıklıkla çekildiği için, bu iyi midir kötü müdür bilemem ama kanser vakalarında erken tanı oranları da arttı. Yani kişide Covid-19 ile uyumlu bir görünüm olmamakla birlikte örneğin sağ akciğerin üst lobunda 2 x 3 cm boyutlarında bir solid kitle lezyonun ayırt edilmesi gibi bazı tümöral lezyonları en azından ben kendi adıma çok görüyorum ve insanlarda özellikle akciğer kanser vakaları çok arttı. Biraz da süreç tabi stresli bir süreç olduğu için sigara kullanımı da Türkiye’de çok arttı. Buna da bence bakmak lazım, yani insanlar evde tek başına canı sıkıyor, bunalıyor ve iş anlamında sıkıntıları var, sağlıkla ilgili korkuyor, yani bir anda aslında yağmurdan kaçıyor ama doluya tutuluyor. Maalesef bu süreci yaşadık, evin içerisinde daha çok yemek yedik, belki de aynı miktarda yedik ama hareketimiz daha az oluğu için aynı şeyi yiyerek daha fazla kilo aldık. Belki bazılarımızın çok kilosu yoktu ama abdominal obezite dediğimiz vaka sayıları oldukça arttı. Kişilerin o karın üzerindeki kahverengi yağ dokuları arttı. Buna bağlı ciddi problemler ortaya çıktı. İnsanlar hastaneye gitmeye korktular Covid kaparız, enfeksiyon kaparız diye. Ya göğsüm de ağrıyor ama biraz idare edeyim derken bir anda hayatımızı kaybettik. 112 yerine cenaze araçları daha çok evlere gitmeye başladı. Yani bunlar yaşandı. Sadece ülkemizde değil dünyanın birçok ülkesinde böyle. O yüzden Covid-19 sürecine biraz daha farklı bakmak lazım çünkü yeni bir hayat düzeni kuruluyor. Covid-19 süreci böyle bir süreç. Yeni bir hayat düzeni özellikle dijital çağın yaşandığı bir sürece kapılarını açtı. Çocuklarımız evlerinden çıkmıyor. Ellerinde bir İpad var, telefonu var, onunla artık tüm dünyayı o telefonun gözüyle onun ekranı kadar görüyor. Dışarıya çıkma ihtiyacı hissetmiyorlar. Belki ara kuşak olarak bize çok garip geliyor olabilir. Bizim zamanımız o telefonların, o dijital çağın yaşanmadığı bir dönemdi. Mecburduk bir anlamda, ama mutluyduk. Ama çocuklar şu anda mutlular. Onların dünyalarında o telefonun içerisinde o dünya daha da genişledi. Biz sadece gördüğümüz yeri hayal ederdik, ama çocuklarımız hayal etmeyi bıraktılar. Covid-19 bence hayal etmeyi ortadan kaldırdı. İnsanlar hayal etmeden de birçok yeri görme, duyma imkânı buldu. Ama biz 5 duyuyu yaşıyoruz. O koklama, hissetme ve bazı duygularımız maalesef köreliyor. İşte bu süreç Covid19’a adaptasyon süreci. Ama burada bence yapılması gereken en önemli şey şu olmalıydı. Bunu yapabilmek de kolay mıydı, değil miydi bilmiyorum ama insanlar bir ilaç bekledi olmadı, ilaç gelmedi. İnsanlar aşı bekledi, evet aşı geldi aşılanıyoruz, süreç içerisinde göreceğiz ne denli aşı bizi koruma altına alacak bilmiyoruz ama bir taraftan da beslenmenin ne kadar önemli olduğunu gördük, anladık. Evet en önemli mevzulardan biri de beslenme…

Sevgili okurlarım bir sonraki yazımızda İlker hocamızın, Covid-19 hastalığı ve hastalıktan korunma sürecinde doğru beslenmeye dair görüşlerini paylaşacağım. Sevgiyle kalın…