Karar yazarı Taha Akyol ''Seccadenin altına süpürmek'' başlıklı yazısında şunları gündeme getirdi:


Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel refah sıralamasında ülkesini 95. sıraya düşürmüş bir lider olarak seçimlere giriyor.

Bu, Londra merkezli Legatum Enstitüsü’nün, üç yüz veri üzerinden yaptığı sıralamadır. (https://www.prosperity.com/globe/turkey)

Oysa 2011 yılında 63. sıradaydık!

Küçülen ekmeğimizden belli zaten.

Erdoğan gayet tabii bu sorunların konuşulmasını istemez. Bunun için bir strateji de belirlemişti:

“Seçim döneminde ana gündem maddemiz yine deprem olacaktır. Bu kadar kayıp varken siyasi çekişmelerle, kavgalarla örülü bir seçim kampanyası yapmayı içimize sindiremeyiz… Bizim tek gündemimiz depremdir. Deprem yaralarını sarmaktır.” ( 7 Mart 2023)

Fakat seccade vakası hızır gibi yetişti…

BİLMEDEN VE BİLEREK

Ayakkabıyla girilen bir mekânda, halıların üstünde bir seccade serili olduğu dikkatten kaçabilir elbette. Kılıçdaroğlu’nun ve herhangi bir kimsenin hem bilerek seccadeye basması, hem fotoğraf için poz vermesi mümkün mü?

Kılıçdaroğlu üzüntüsünü belirtti, Saadet Partililere hitaben yaptığı konuşmada “operasyondan siz samimi Müslümanlara sığınıyorum" diye konuştu, samimi sözleri alkışlandı.

Diyanet de açıkladı, seccade kutsal değildir. Fakat temiz tutmak için özen gösterilir. Kılıçdaroğlu fark etmediği için ayakkabıyla bastı. Kendisinden önce koruma ve danışmanlarının mekana girip kontrol etmeleri gerekirdi.

Meseleyi siyasette istismar etmek ise “bilerek ve isteyerek” yapılan bir harekettir.

Erdoğan bir tvitle üzüntü belirtip özenli davranılmasını isteseydi, bu samimi bir duygu ifadesi olurdu, kimse bir şey diyemezdi. Ama miting kürsüsüne seccade çıkardılar, Erdoğan da “Bu seccade ayakkabılarla basmak için değil ha. İnşallah 15 Mayıs’ta şükür namazını bu seccadede kılabiliriz" diye konuştu.

Bu siyasi bir faaliyet, bir istismardır.

Kuran-ı Kerim’in Bakara suresi ile “makara…” diye alay edildiğinde hiç böyle açık hassasiyet göstermiş miydi?!.

MUAVİYE’DEN BU YANA

Seccade olayı, biz Müslümanların din-siyaset ilişkilerindeki ağır sorunların tekil bir örneğidir. Geçmiş asırlarda bütün krallar, imparatorlar, emîrler siyasi hakimiyetlerini dinle meşrulaştırmış, böyle bir literatür teşekkül etmiştir. Bu, “dinî” değil, “tarihsel”dir.

İbni Haldun’un anlattığı gibi, kabile toplumunda, otorite ancak dini referansla sağlanabiliyordu. Muaviye’nin “halifelik bize Allah’ın verdiği mülktür” şeklindeki sözleri ve “Allah’ın izniyle ve onun temsilcisi olarak Müslümanları yönettiğini meşruiyet temeli olarak” kullanması, kendisinden önce hiçbir halifede görülmeyen “Allahın halifesi” sıfatını kullanması bunun örneğidir. (Bkz. Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, Dergah Yay. s. 94-95)

Cevdet Paşa, “Muaviye’nin zihnini emîrlik sevdası sarmıştı” diye yazar. İslam’ın en büyük devlet adamı Hz. Ömer’in Muaviye için “bu adam Arab’ın kisrasıdır” dediğini, yanında “hukukçuların ağız açamadığını” belirtir. (Kısas-ı Enbiya, Üçdal, cilt 2, s. 275, 284-285)

Kisra Sasani imparatorudur.

İşte tarihsel İslam düşüncesinde ve fıkıhta siyaset-din ilişkileri, otorite ve itaat kültürü Emevi ve Abbasi asırlarındaki bu yönetimler altında oluştu. Dini icaplarmış gibi günümüze intikal etti.

DİNİ SİYASALLAŞTIRMAK

Din adına en yaygın siyasallaşmaların çağımızda Müslüman toplumlarda görülmesi, buna karşılık hukuk ve bilimin gelişmemesi ciddi bir sorundur. Çağımızdaki en büyük düşünürlerimizden merhum ve mağfur Aliya İzzetbegoviç ne demişti:

“Ben olsam Müslüman Doğu'daki tüm mekteplere ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.”

Siyasallaşma ise bırakın eleştirel düşünmeyi, aksine, zihinleri siyasetin gündem ve emrine hapsediyor.

Onun için merhum Erol Güngör, “İslam aydınlarının kendilerini yıpratan, enerjilerini büyük ölçüde boşa çıkaran siyasi çekişmelerden mümkün olduğu kadar uzakta kalmaları” gerektiğini yazmıştır. (İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötekin, 209)

Müslüman beyinler kendi zihniyet sorunlarını, geri kalmalarını, bilim, hukuk, insan haklarını konularını siyasallaşma yüzünden merak edip araştırmıyorlar. Yolsuzluklar, hukuksuzluklar, yoksulluklar onların sorunu değil sanki!

Sorunlar ve fikirler halısının altına süpürülüyor, “orta gelir tuzağı”nda debelenip duruyoruz. Seccade sadece tekil bir örnek.