İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sinan Alçın, “Pandemiyle ülkeler bazında gelir dağılımı uçurumları arttı, rekabet ve ticaret iş birliklerinin yönü değişti. Böylesi bir tabloda uzağa bakmak yerine “derede boğulmamak” için kısa vadeli sorunlara somut çözümler üretmeliyiz” dedi. 

Risklerde bir azalış söz konusu olmadan salt geçici önlemlerle döviz kurundaki oynaklığın düzeyinde azalış sağlamanın mümkün olmadığına işaret eden Prof. Dr. Sinan Alçın ekonomideki son gelişmeleri Cumhuriyet gazetesine konuştu.

ENFLASYON BEKLENTİSİ

- 80'li Yıllara dönüş- Enflasyon resmi rakamlara göre yüzde 36'yı aştı. ÜFE yüzde 80 oldu. Bu yıl Enflasyon ile ilgili öngörüleriniz neler?

Bir tarafta küresel düzeyde enerji  ve emtia fiyatlarındaki hızlı yükseliş trendi, diğer tarafta ise içeride fiyatlama davranışlarının bozulmuş olması enflasyon üzerindeki yukarı yönlü risklerin artmasına neden oluyor. Bizim son 4 yıl yaşadığımız enflasyon ağırlıklı olarak maliyet itişli bir enflasyon. Bunun gerisinde hem küresel enerji ve hammadde fiyatlarındaki artış hem de asıl olarak kur geçişkenliğinin etkisini görüyoruz. 2018 yazında ABD ile yaşanan Rahip Brunson krizi sonrası yaşanan kur şoku aslında aradan geçen üç buçuk yılda farklı büyüklükte kur şoklarına da kapı araladı. 2018 Ağustos’undaki sert kur hareketi sonrası “kur geçişkenliği” etkisiyle üretici fiyat endeksinin (Yİ-ÜFE) yüzde 46’ya kadar çıktığını gördük. Kurda meydana gelen yukarı yönlü hareketlerin maliyete yansıması yani kur geçişkenliği ağırlıklı olarak  sanayi üretiminde kullanılan hammadde ve ara malı fiyatlarının göreli pahalanmasından kaynaklanıyor. 

Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi 2018’deki yüzde 46’lık zirvesinin ardından kademeli geri çekilme ile 2020 Mayıs ayında yüzde 5,53’e kadar inmiş ancak pandemi koşullarının etkisiyle; tedarik zincirlerinde kopma, yeni kur şokları ve küresel emtia ve enerji fiyatlarındaki yükseliş sonucu 2021 Aralık ayında yüzde 80’e dayanmış durumda. 


Yurtiçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yanında Çekirdek Enflasyon göstergeleri de enflasyondaki mevcut yükseliş eğiliminin güçlü destek bulduğunu gösteriyor. Farklı Çekirdek Enflasyon tanımları olmakla birlikte en çok kullanılan C Endeksi gıda ve enerji dışı enflasyonu veriyor. Oradaki artış da yıllık yüzde 31’i geçmiş durumda.

Tabii ölçülen sepet içerisinde fiyat artış yayılımı da tarihsel bir yaygınlıkta. Bir anlamda eldivenden merdivene fiyatı artmayan şey yok gibi. Tüm bunlar (yüksek Yİ-ÜFE, Çekirdek Enflasyon ve yaygın fiyat artışı) yanında fiyatlama davranışlarındaki bozulmanın da etkisiyle 80’ler ve 90’ların ilk yarısındaki enflasyonist döneme tekrar dönmüş bulunuyoruz.

Enflasyonun düzeyi yanında ölçüm biçimi ve bu biçime duyulan güven düzeyi de fiyatlama davranışları ve enflasyon beklentisi üzerinde etkili oluyor.

MARKET VE PAZARDA ATEŞ

- Vatandaşı nasıl günler bekliyor?

Geniş kesimler açısından yüksek enflasyon reel gelirlerin azalması yani yoksullaşma anlamına geliyor. Yoksullaşmanın en net hissedildiği yerler pazarlar ve marketler. Çünkü geniş halk kesimlerinin aylık tüketimi içinde gıda, ulaşım ve konut esaslı kısmı oluşturuyor. Market veya pazardaki ateş doğrudan cepte hissediliyor. 

Üreticiler açısından da yüksek enflasyon reel üretim yatırımlarından plasman yatırımlarına doğru bir kayışa neden oluyor. Bu durum ekonominin potansiyel büyüme hızının aşağıya doğru inmesine neden olurken özellikle genç ve kadın nüfus açısından yaygın ve sürekli istihdam kayıplarını besliyor.

Şu anki tabloda Merkez Bankası’nın (TCMB) Aralık ayındaki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından farklı olarak Ocak ayındaki toplantı sonrasındaki basın bülteninden anlaşılacağı gibi daha önce yılın ilk çeyreği (Mart sonu) ile sınırlı beklenen enflasyon konusunda hedef tahtası belirsiz bir uzaklığa konulmuş durumda. Bu da Martta beklenen -muhtemelen yüzde 50 civarı- enflasyonun mayıs ayına doğru belki yüzde 65’lere kadar tırmanıp yıl sonuna doğru kademeli olarak yüzde 45’lere kadar ancak inebileceğini gösteriyor.


SIKI PARA POLİTİKASI ŞART

- Enflasyon problemi nasıl çözülecek?

Yüksek enflasyonun kontrol altına alınması için ilk akla gelen ekonomi politikası aracı sıkı para politikası. Sıkı para politikasında Merkez Bankası’nın piyasada dolaşan para miktarını sınırlandırmak için birtakım önlemlere başvurmasını bekleriz. Açık Piyasa İşlemlerinde tahvil satışı, reeskont faizlerinde artırım, TL zorunlu karşılık oranlarının yükseltilmesi bunlardan birkaçı. Bizde 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve sonrasında 2006 yılındaki Açık Enflasyon Hedeflemesi uygulamalarıyla politika faizi olarak Merkez Bankası’nın ticari bankalara sağladığı bir hafta vadeli repolar için uyguladığı borç verme faiz oranı kabul ediliyor. Dolayısıyla güncel olarak da bu oran “Merkez Bankası faizi artırdı, Merkez Bankası faizi düşürdü” şeklinde yorumlanıyor. Halbuki Merkez Bankası’nın “politika faizi” ancak etkili zamanda etkili düzeyde (enflasyon oranının üzerinde) uygulandığında bir anlam ifade eder. Mevcut durumda resmi enflasyon yüzde 36 iken Merkez Bankası’nın yüzde 14 haftalık repo faizi uygulaması “politika etkensizliği” dışında bir etki yaratmıyor. Nitekim halihazırda kredi faizleri yüzde 30’ların üzerinde. 

Mevcut yüksek enflasyondan nasıl kurtuluruz sorusunun yanıtı mevcut enflasyonu besleyen sebeplerin büsbütün ya da bir bölümüyle ortadan kalkması ve Merkez Bankası’nın sıkı para politikası ve benzeri araçlarla piyasaya geleceğe dair fiyatların daha fazla artmayacağı yönünde güven vermesiyle mümkün. Bu noktada şu an Merkez Bankası’nın faiz artırımına gitmesi enflasyonun hızını büsbütün kesmeye yetmez. Örneğin, daha fazla emisyon yapmayacağına ya da hazine borçlanma araçlarına kaynak sağlama çabasına girmeyeceği konularında da piyasayı ikna etmesi gerekecek.

GEÇİCİ ÖNLEMLERE KALICI DÜŞÜŞ OLMAZ

- Dövizin kısa vadedeki oynaklığı müdahalelerle azaltıldı, bu kalıcı olabilecek mi?

2018 yılından bu yana dövizdeki oynaklığın (volatilite) temel sebebi ekonomideki genel risklerin yüksek seyri. Bu risklerde bir azalış söz konusu olmadan salt palyatif önlemlerle oynaklığın düzeyinde azalış sağlamak mümkün değil. Ulusal para birimi olan TL’de yıllık enflasyon düzeyinde yabancı para birimlerine karşı değer kaybı normal karşılanabilir. Bunu aşan hareketleri besleyen hem yapısal hem de konjonktürel risklerdir. TL’de kalıcı bir değer kazanımı ise ancak dövize olan ihtiyacın azalması ile mümkün. Bunun sağlanması ise büsbütün üretim yapısında değişimi gerekli kılar. Zaten enerji bağımlısı bir ülke olarak oyuna yenik başlıyoruz. Üzerine imalat sanayiinde yüzde 60’ı bulan ithal hammadde ve ara malı bağımlılığı da eklenince ister istemez döviz bağımlısı oluyoruz. Tarım ve hayvancılıktan başlayarak kimyevi ve madeni hammadde ve ara mallarında yerlileşmek gerekiyor. Bu noktada kısa ve uzun dönemli ekonomi politikalarının birbiriyle çatıştığı durumlar da görüyoruz. Örneğin, dönemsel fiyat artışlarını kontrol etmek için gıda ve hayvansal ürünlerde sağlanan ithalat kolaylıkları orta ve uzun vadede bu sektörlerin içeride felç geçirmesine neden oluyor ve dışarıdaki fiyat dalgalarına karşı korunaksız hale geliyoruz. Örneğin, pandemi ile birlikte küresel gıda fiyatlarındaki artış karşısında bu kadar korumasız kalmamızın sebebi içerideki üretimin sürdürülmesinde yaşanan sıkıntılardır.