r. Gergerlioğlu: “Ben de binlerce insan gibi KHK ile "terörist" ilan edildim ama ben hayatta silah kullanmayı bile bilmeyen, öğrenmekte istemeyen bir insan hakları savunucusuyum!”
Etnik meselelerin üstünü örtmeye çalışmak sadece “Kralın çıplak olduğunu görmemeye çalışmaktır.”
Türkiye’de etnik meseleler bitmiyor ve biz de bu konuda çözüm bulmak için önemli bir gayret sarf ediyoruz. Etnik meselelerin üstünü örtmeye çalışmak sadece “Kralın çıplak olduğunu görmemeye çalışmaktır.” Başka bir şey değildir. Türkiye’de maalesef dini, mezhebi, etnik meseleler vardır ve bunları barış içinde çözmek zorundayız. Bunları gözden ırak tutmak, kabul etmemek, bu tür konular gündeme geldiğinde “Yalandır, iftiradır.” demek meselenin çözümsüz kalmasına neden olmaktadır.
“Annem başka lisan bilmez. Kalabalık bir yerde olduğum için korktum telefona bakamadım ve bu bana çok ağır geldi.” demiş. Kürt’ü bu ruh halinden kurtaracak Türkler nerede?
Geçtiğimiz gün bir vatandaşımız Sakarya’dan bize bir mesaj yolladı ve mesajında bir Kürt vatandaşı olduğunu ve Sakarya’da Kürt olmayanların olduğu bir yerde otururken kendisine Kürtçe’den başka bir dil bilmeyen annesinden gelen bir telefon üzerine; telefonunu açamadığını çünkü telefonda Kürtçe konuşursa o bulunduğu çevrede baskılanacağını, dışlanacağını, ötekileştirileceğini düşündüğü için telefonu açamadığını ve annesiyle konuşamadığını ve bunun kendisine çok ağır geldiğini belirtti. “Annem başka lisan bilmez. Kalabalık bir yerde olduğum için korktum telefona bakamadım ve bu bana çok ağır geldi.” demiş. Şimdi bunu yaşayan insan bundan büyük bir üzüntü duymuş, ismini veremiyorum çünkü insanlar zaten tedirgin! Bu hüznü anlamaya çalışmak lazım! Ben de buna Kürt’ü bu ruh halinden kurtaracak Türkler nerede diyerek bir yorum yaptım çünkü mesele baskılanan, dışlanan, ötekileştirilen insanların bu ruh hali ile yaptığı bu hareketlere, baskılayan kişilerin çözüm bulmasını gerektiren bir haldir! Ortada bir mesele varsa baskılanan, ötekileştirilen insanların yüzünden değil o uygulamayı yapanlar yüzünden bu hal ortaya çıkmıştır! İktidarın uygulamaları sonucudur, Türkleştirme uygulamaları sonucudur, Kürt’ü yok sayan uygulamaları sonucudur, Kürtçe’ye yönelik bir alerjinin mahsubu olan uygulamalardır. Bunlar başka bir şey değildir ve bunu batıda, doğuda her yerde vatandaşlarımız yaşayabilmektedir. İlla biz bir Kürt yaşamıştır ve ondan başkası da yaşamaz demiyoruz, bir başka vatandaş, bir Türk’de bir başka yerde bu sıkıntıyı yaşıyorsa gerek Türkiye’de gerek yabancı ülkelerde konuştuğu dilden dolayı aşağılandığını, dışlandığını hissediyorsa biz onun da yanındayız. Önemli olan insan haklarıdır. Biz bu olayı gündeme getirdik, bir vatandaş Sakarya’da böyle bir olay yaşamış, Sakarya’da ya da başka bir yerde yaşanabilir Trabzon’da, Kırşehir’de, Muğla’da yaşanabilir. Türkiye’de Kürt meselesi vardır ve bu gerginlikten dolayı ister istemez her zaman bu tür olaylar yaşanabiliyor, linçler yaşanabiliyor, Kürtçe konuştuğu için dışlanan insanlar olabiliyor, öldürülen insanlar olabiliyor, batıda birçok ilde biz bunu gördük hatta evleri linç edilen, işyerleri linç edilen birçok vatandaşımızı da gördük. Bütün bunlardan sonra bir vatandaşın bu duygularını biz gündeme getirdiğimiz için kıyamet koparmaya çalışanlar oldu. “Yalandır, iftiradır.” Gibi. Yalan veya iftira değil bu bir gerçek. Sadece bu kişinin başına değil milyonlarca kişinin başına gelmiş bir olay bir Türkiye gerçeği.
Benim derdim bu tür olayları gündeme getirerek bir ayrımcılık yapmak değil, ayrımcılığın bitmesini sağlamak!
Benim derdim bu tür olayları gündeme getirerek bir ayrımcılık yapmak değil, ayrımcılığın bitmesini sağlamak! Meselemiz bu ama insanlarımızın kafaları o kadar bir ayrımcılık ile dolmuş ki, o kadar at gözlüğü ile bakmaya çalışıyorlar ki bir ayrımcılık örneğini bile ayrımcılık ve bunu çözmeye çalışmamızı bir ayrımcılık olarak görüyorlar ve sanki biz bu olayı gündeme getirdik diye; ayrımcılık, ırkçılık yapmışız, Sakarya’ya yönelik bir karalama yapmışız gibi bir imaj oluşturmaya çalışıyorlar. Mesele bu değildir! Sakarya’da yaşanmıştır, başka bir ilde yaşanmıştır, daha da başka bir ilde yaşanabilir. Mesele bir dil meselesi değildir, mesele memleketteki bir etnik ayrımcılığın bir insanın annesi ile dahi konuşamaması ile sonuçlanan bir meseledir. Bu kadar basittir ve bizim dediğimiz de kral çıplaktır, gelin bu konuya çözüm bulalım. Biz bu açıklamayı yaptığımız için, tweet attığımız için birçok kişi açıklama yapmış. Sakarya’da milletvekilleri, il başkanları açıklama yapmış ve bizim Sakarya’yı karaladığımız, yalan attığımızı, iftira attığımızı koro halinde söylüyorlar. Bir teki bile: “Ya Ömer Bey böyle bir olayı gündeme getirmişsin, biz bu olaya çözüm bulmaya çalışalım. Ülkemizde böyle bir olay olmasın, Sakarya’da ya da başka bir ilde insanlar kendilerini böyle ayrımcılığa uğramış olarak hissediyorsa biz bu konuya bir çözüm bulmaya çalışalım, memleketin sosyoloji konusunda çalışalım, ayrımcılık hiç kimse hissetmesin.” demiyor! Varsa yoksa yalanlar, iftiralar, hakaretler, yaftalamalar işleri güçleri bu. Başka bir şey bildikleri yok! Bakın mesele zaten bu tür anlayışlardan dolayı buraya geldi.
Türkiye’de Kürt meselesi var, Ermeni meselesi var, azınlıklar meselesi var, Alevilere yönelik ayrımcılık meselesi var, KHK’lılara yönelik ayrımcılık meselesi var biz yıllardır bütün bunları gündeme getiriyoruz
Türkiye’de Kürt meselesi var, Ermeni meselesi var, azınlıklar meselesi var, Alevilere yönelik ayrımcılık meselesi var, KHK’lılara yönelik ayrımcılık meselesi var biz yıllardır bütün bunları gündeme getiriyoruz bir koro çıkıp diyor ki: “Yalandır, iftiradır, memlekette hiçbir şey yoktur. Kürtler kendilerini çok iyi hissediyor, Aleviler çok iyi hissediyor, Solcular çok iyi hissediyor, KHK’lılara yönelik hiçbir şey yok.” Yalan diyerek, iftira diyerek hiçbir şeyi çözemezsiniz. Benim derdim gelin arkadaşlar meselelerimizi masaya yatıralım, gelin hep beraber konuşalım ve bu meseleyi çözelim. Ben bu konuyu gündeme getirdim diye bazı Kürtler’de: “Bizim ruh halimizi kurtaracak olan Türkler midir? Ne diyorsun Ömer bey? ”diye bana cevap veriyor. Hayır kimse kimseyi kurtaracak değildir ama Kürt’ü bu tür bir hüzne düşüren bir anlayış varsa bu fiili yapanların özeleştiri yapması gerektiğini söylüyorum. Devletin veyahut da Türklerin bu konuda bir özeleştiri yapması gerektiğini, Kürt’ün niye kendisini böyle hissettiği konusunda kendi günahlarını, kendi hatalarını sorgulaması gerektiğini söylüyorum. Ben bir insan hakları savunucusuyum ve ortada bir sorun varsa, gelin arkadaşlar bu sorunu hep beraber çözelim demek istiyorum ama öküzün altında buzağı arayanlar, meseleyi çözümsüzlüğe itmeye çalışanlar böyle bir koro halinde yalanlar, hakaretler, iftiralar ile kralın çıplak olmadığını söylemeye çalışıyorlar.
“Kürt’ün hakkını savunduğumuzda, Kürtçe’nin konuşulması gerektiğini söylediğimizde hemen ayrımcı kafalar bize dönüp diyor ki: “Ya sen Kürtsün herhalde, o yüzden Kürt’ün hakkını istiyorsun.” Hayır ben Türk’üm Kürtçe’de bilmem ama insanın hakkını savunurum!
Arkadaşlar kral çıplak; Türkiye’de etnik meseleler var, dini meseleler var, Türkiye’de son 4-5 yıldır OHAL ve KHK ile ilgili meseleler var, Türkiye’nin önemli meseleleri var bizim bunları çözmemiz gerekiyor ve gelin beraber oturalım diyoruz, bu kadar net bir şey söylüyorum ama hala böyle bir anlayış devam edebiliyor. Biz şunu da söylemiş olalım: “Kürt’ün hakkını savunduğumuzda, Kürtçe’nin konuşulması gerektiğini söylediğimizde hemen ayrımcı kafalar bize dönüp diyor ki: “Ya sen Kürtsün herhalde, o yüzden Kürt’ün hakkını istiyorsun.” Hayır ben Türk’üm, Kürtçe’de bilmem ama insanın hakkını savunurum.” Yani Kürt’ün hakkını savunmak için Kürt olmaya gerek yok, Türk’ün hakkını savunmak için Türk olmaya gerek yok, Ermeni’nin hakkını savunmak için Ermeni olmaya gerek yok, KHK’lı birisinin hakkını savunmak için KHK’lı olmaya gerek yok, Alevi birisinin hakkını savunmak için Alevi olmaya gerek yok arkadaşlar benim için çok basit bir olay bu ama insanlarımız zaten bu kadar ayrımcı bir kafada ki “Vay efendim Kürt’ün meselesini gündeme getirdim, sen Kürtsün herhalde.” İnsan hakları denen bir şey var! İlla bir aidiyetten olmanıza gerek yok değerli arkadaşlar, zaten biz bunları anlamadığımız için toplum olarak bu durumdayız. İnsan hakları bakış açısı olmadığı için zaten biz bu hallerdeyiz, bu ülke bu hallerde. Benim hayatım ayrımcılık yapmamayı öğretmekle geçti, ırkçılığa karşı mücadele ile geçti, insan hakları kavramını öğretmekle geçti ve şu anda ben habire karşımıza bu tür meseleler çıkıyor ve bunlara da biz cevap vermeye çalışıyoruz. Meseleyi tekrar netleştirerek sonlandırayım; gelin kral çıplak diyelim! Ayrımcılığı, ırkçılığı, dışlamayı, ötekileştirmeyi görerek ve hep birlikte Türk’ü ile, Kürt’ü ile, dindarı ile, Ateisti ile, sağcısı, solcusu, Alevi’si ile bu meselelere çözüm bulmaya çalışalım. Kimse kimliğinden dolayı dışlanmasın. “Vay efendim sen Manisalısın, seni dışlıyorum. Sen Hakkarilisin seni dışlıyorum.” Böyle bir kafa ile gidersek hiçbir yere varamayız, bunu hepimizin çok iyi bilmesi gerekir. Maalesef bu konu böyle devam ediyor, Türkiye’de çözümsüz bırakılmaya çalışılan konular var; Kürt meselesi çözümsüz bırakılmaya çalışılıyor, KHK meselesi çözümsüz bırakılmaya çalışılıyor ve bu yüzden de birçok olaylar oluyor.
Ey Kamu Denetçiliği Kurumu siz nasıl bir kurumsunuz? Nasıl keyfi bir yersiniz? Milletvekillinin dilekçesine vatandaşın dilekçesine cevap vermeyerek nereye gidebileceksiniz?
Biz bir konuyu gündeme getirmek istiyoruz, biz bakın Adalet Bakanlığı’na başvuru yaptık ve 2.5 yıldır bir mesele ile uğraşıyoruz, çok da ilginç bir cevap geldi bize, ben kamuoyuna bunu sunmak isterim. Adalet Bakanlığı’na 2.5 yıldır cezaevindeki milletvekillerimizi; Sn. Selahattin Demirtaş, Sn. Figen Yüksekdağ başta olmak üzere eski milletvekillerimizi ziyaret etmek için başvuru yapıyorum, Ahmet Altan, Osman Kavala, hapisteyken Alparslan Kuytul bunları ziyaret etmek için milletvekili olduğum zaman ahtımdı, sabah ilk işim bu insanlara ziyaret konulu bir dilekçe vermekti demiştim, Adalet Bakanlığı’na milletvekili olduğum günün sabahı bir dilekçe verdim: “Bu kişileri ziyaret etmek istiyorum.” Diye. 2.5 yıldır dilekçelerimize cevap bile vermiyorlar, cevap bile vermiyorlar. Şimdi bakın sonunda biz bu konuyu Kamu Denetçiliği Kurumu’na sorduk, bize bir cevap geldi şurada gördüğünüz gibi. “Yüzlerce dilekçemize niye cevap vermediniz?” diye. “Niye bakanlık bizim dilekçelerimize cevap vermiyor?” “Ey Kamu Denetçiliği Kurumu, sen Obdusmansın, halkın avukatısın, kurumun yaptığı bu ihlale ne diyorsun?” diye bir soru sorduk sonunda bize cevap geldi ama maalesef cevapta skandal bir cevap. Cevap diyor ki: “Bakanlık yasa gereği size bu ziyarete izin veremez. Adalet Bakanlığı’nın iznindedir.” Evet yasa böyle, biz zaten bu yasanın da doğru olmadığını biliyoruz ama yasaya değil, bize niye dilekçelerimize bir karşı dilekçe ile cevap vermedin diye soruyoruz. Adalet Bakanlığı’nın bu uygulamasını, cevap vermemesini Kamu Denetçiliği Kurumu’na soruyoruz, o da bize dönüp diyor ki: “Yasa böyleymiş, o yüzden cezaevi ziyaretinize izin verilmemiş.” Yasanın böyle olduğunu ben de biliyorum ama senin vermen gereken cevap Adalet Bakanlığı’nın dilekçelerime neden cevap vermediğidir, bu konuyu Adalet Bakanlığı’na soruyor Kamu Denetçiliği Kurumu ve o da: “Yasa böyle.” Diyerek, geçiştiriyor. Yüzlerce dilekçeye cevap vermemenin cevabı yok mu Adalet Bakanlığı? Ey Kamu Denetçiliği Kurumu siz nasıl bir kurumsunuz? Nasıl keyfi bir yersiniz? Milletvekillinin dilekçesine vatandaşın dilekçesine cevap vermeyerek nereye gidebileceksiniz? Maalesef böyle bir hadise yaşandı ve Türkiye bir skandallar ülkesi. Hani cevabı vermediği dilekçelerinin hesabını veremeyen kurumlar var maalesef ama Anayasal bir hak sonuçta dilekçe hangi vatandaşa, hangi kuruma verilirse versin cevap verilmesi gerekir. Bir devlet kurumuna dilekçe verdiğiniz zaman mutlak surette bir şekilde cevap vermesi gerekir ama görüyorsunuz Kamu Denetçiliği Kurumu medya kurumlarının hepsi böyle bir hal içindeler.
Tavşanlı Cezaevi C-4 koğuşunda 1 Ocak günü koğuşta ki birinin corona testi (+) çıkmış.
Tavşanlı Cezaevi C-4 koğuşunda 1 Ocak günü koğuşta ki birinin corona testi (+) çıkmış. Buna rağmen hasta karantina koğuşuna alınmayıp tekrar 5 kişinin yerde yattığı 21 kişinin kaldığı –C’4e getirilmiş. Bu ihmal üzerine 6 Ocak’ta 5 kisinin daha testi (+) çıkıyor, cezaevlerinde bu tür vakalara çok rastlıyoruz, Korona testi pozitif çıkanlarla negatif çıkanlar karıştırılıyor ve negatif olanlar pozitifleşiyor. Buna dikkat çekiyoruz maalesef Adalet Bakanlığı ve Ceza Tevkif İşleri Genel Müdürlüğü bu konuda son derece duyarsız.
Doktor: “Osman Şiban’ın cenazesini getirmişsiniz nereye götüreceksiniz?” deyince eve geri götürdüler.
Geçtiğimiz gün Osman Şiban’ın Van’da helikopterden atılıp linç edilen Osman Şiban’ın gözaltına alınma girişimi yaşandı. Ayakları tutmayan bir kişiyi gözaltına alıp Van’a götürmek istediler ve battaniye ile onu aşağı indirmeye çalıştılar. Battaniye ile indirildi, ambulans ile götürüldü ve sonuçta doktor: “Bu kişinin cenazesini getirmişsiniz nereye götüreceksiniz?” deyince eve geri götürdüler bu kişiyi ve yapılan da tamamen öncesinde helikopterden atılan kişiye yönelik bir eziyet ve işkenceden başka bir şey olmadı! Biz yeter diyoruz artık, gücünüzü gösterdiniz daha da insanlara zulüm etmeyin diyoruz ve bu işkencelerin de hesabının sorulması gerektiğini söylüyoruz.
Mehmet Emin Özkan 24 yıldır cezaevinde kalan bir kişinin size fotoğrafını gösteriyorum.
Bakın size bir kişi göstereceğim ve inanılmaz bir durumu anlatacağım. 24 yıldır tutuklu olan ağır hasta tutsak 82 yaşındaki Mehmet Emin Özkan’ın tutuklu olduğu davanın duruşması bu perşembe Adana Adliyesi’nde olacak. 24 yıldır tutuklu yargılanıyor, olacak bir iş değil! Ama maalesef böyle olmuş, daha hüküm almadan 24 yıldır cezaevinde kalan bir kişinin size fotoğrafını gösteriyorum.
‘Yılın en anlayışlı öğretmeni’ seçilmiş. “Şimdi ise burada, cezaevinde terörist muamelesi görüyorum
Öğretmenlik yaparken ‘Yılın en anlayışlı öğretmeni’ seçilmiş. “Şimdi ise burada, cezaevinde terörist muamelesi görüyorum. Gerçekten insanlar zor dönemlerde anlaşılıyor. Allah mazlumların yardımcısı olsun.” Diyor Mustafa Kanal, İzmir Cezaevi’nden. Yani düşünün Türkiye öyle bir yer ki en anlayışlı bir öğretmen seçilmişken ardından terörist ilan edilebiliyorsunuz, bu kadar basit bir anlayış ve yargılama var!
“Görevliler; talimat geldi, size tarafsızlık belgesi vermeyeceğiz.” diyor
Cezaevlerinin durumu ile ilgili bir başka örnek. “8 kişilik koğuşta 28 kişi kalıyoruz. Denetimli serbestlik hakkımız gelmesine rağmen kasıtlı verilmiyor. Pandemi ortamında nedeni soruyoruz. “Görevliler; talimat geldi, size tarafsızlık belgesi vermeyeceğiz.” diyor Mustafa Yücel, İzmir T1 Cezaevi’nden. Bu olay çok fazla var değerli arkadaşlar. Yargıtay zaten geç karar veriyor, insanların denetimli serbestliğe çıkma zamanı geldiği halde Yargıtay kararı verilmediği için dışarı çıkamıyorlar ve denetimli serbestlik hakkı gasben engelleniyor. Böyle bir durum var cezaevlerinde şu anda! İnsanlar bu pandemi ortamında cezaevinde tutulmaya çalışılıyor, olacak bir iş değil ama maalesef bu bir dayatmayla oluyor ve bir kötü niyetle oluyor ve ayrımcılık ile oluyor aynı zamanda!
Mehmet Dersulu’ya darp yapıldı.
KHK’lı bir vatandaş bu zulme direndiği için cezaevine atıldı ve cezaevinde de darp ediliyor. Mehmet Dersulu’ya darp yapıldı. Yakını diyor ki: “Vekilim dün Mehmet abim ve 2 arkadaşı havalandırmaya çıktıkları sırada orada kitap ve mektup hakları ellerinden alındıkları için oturma eylemi yaparken saldırıya uğramışlar. Yumruk ve tekmelerle darp edilmişler. Bolu F Tipinde bu ihlaller her zaman yaşanıyor. Kapalı görüş günleri dahi doğru söylenmiyor. İnternet sitesinde bir görüş listesi yayınlıyorlar, görüşe gidince görüş günü bugün değil diyorlar. Telefonda bilgi vermiyorlar. Yaşlı insanlar var internetten görüş günlerine bakamayan insanlar onlara dahi görüş günleri söylenmiyor.” Deniliyor. Düşünün hem görüşte sıkıntı hem içeride en basit gerekçelerle darp edilen isnanlar, bu insanlar daha dün kamu görevlisi idi, zulmen ihlal edildi, bunlara karşı çıktılar cezaevine atıldılar ve cezaevinde de her Allah’ın günü darp ediliyorlar. Bu kabul edilecek bir hadise değil, biz bunlara kesinlikle göz yummayacağız!
Kırıkkale Cezaevi’nde infaz koruma memurlarının tutuklu Gökhan Gündüz’ün kolunu kırma anı güvenlik kamerasına yansıdı.
Cezaevlerinde ki sıkıntıları biz gündeme getiriyoruz, bize Adalet Bakanlığı: “Yalan söylüyorsun, iftira atıyorsun.” diye cevap veriyor. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Görüntüler ortaya çıkıyor bir şekilde, gizleyemedikleri görüntüler ortaya çıkıyor ve oralarda insanların nasıl kolunu kırdıkları, nasıl darp ettikleri ortaya çıkıyor. Mesela bakın geçtiğimiz gün ne oldu? Kırıkkale Cezaevi’nde infaz koruma memurlarının tutuklu Gökhan Gündüz’ün kolunu kırma anı güvenlik kamerasına yansıdı. Gündüz’ün Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru sonucu memurlar hakkında etkin soruşturma yapılması istendi. Çünkü savcılık takipsizlik vererek konuyu kapatmıştı. Bir Türkiye klasiğidir bu! Kapatılır daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne gidilirse “Niye etkin soruşturma yapmadın?” der Anayasa Mahkemesi savcılığa ve apaçık da kamera görüntüleri olduğu için savcılığın soruşturmasında ihlal bulur. Çıplak arama için AYM'nin hak ihlali kararından sonra kol kırma için de savcılığın eksik soruşturmayla takipsizlik kararına AYM'den hak ihlali kararı verildi. Adalet Bakanlığı’na söylemek isteriz. Soru önergelerimizde verdiğiniz cevaplarda tek bir ihlal bile bulmuyordunuz, söylemiyordunuz, üstünü kapatmaya çalışıyordunuz. İşte sizin kapatmaya çalıştığınız bu ihlaller bir yerlerden döner! Yalancının mumu yatsıya kadar yanar ve bu ihlaller apaçık ortaya çıkar, biraz sonra da bu ihlallerden örnekler vereceğim.
“Çok pis koku geliyor bu hastalık yüzünden çok endişeliyiz. Gardiyanların baskıları ve tehditleri sebebiyle havalandırmaya dahi çıkamıyoruz
Gümüşhane Cezaevi, diyor ki: “Koğuşlarımızdan kanalizasyon boruları geçiyor.” Diyor bir mahpus. “Çok pis koku geliyor bu hastalık yüzünden çok endişeliyiz. Gardiyanların baskıları ve tehditleri sebebiyle havalandırmaya dahi çıkamıyoruz ne sağlık hakkımız ne de yaşam hakkımız güvencede değil.”
“Eşim bedelli askerlik yaptı seferberlik ilan edilse dahi silah kullanamaz belgesi var fakat eşim silahlı terör örgütü kurma ve yönetmeden 10 yıl ceza aldı”
Bakın iktidar öyle bir tanım içinde ki herkese “Sözde terörist.” Diye tanımlamalar getiriyor. Bir mahpus eşi diyor ki: “Eşim bedelli askerlik yaptı seferberlik ilan edilse dahi silah kullanamaz belgesi var fakat eşim silahlı terör örgütü kurma ve yönetmeden 10 yıl ceza aldı, 55 aydır cezaevinde.” Düşünün silah kullanmayı bilmeyen insanların terör örgütü üyesi, yöneticisi olarak tanımlandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz! Hal bu! Türkiye’den manzaralar bunlar!
Telefonda: "Anne bu uzak görüş, yakın istiyorum, beni öpmeni istiyorum." diyor bebeğim
Anne baba tutukluluklar ile ilgili konulara değineceğim. Anne baba tutukluluklar. Bir anne Rukiye Tutar, Gebze Cezaevi’nden diyor ki: “19 aylık bebeğim var ve 2 aydır hiç göremiyorum, annem babam yaşlı İzmir’den gelemiyor. Telefonda: "Anne bu uzak görüş, yakın istiyorum, beni öpmeni istiyorum." diyor bebeğim. Her görüş sonrası aile dramları yaşanıyor, rutubetli koğuşumdan yazıyorum.” Diyor. İşte Türkiye cezaevlerinin hali bu! Bebekli annelerin cezaevinde olduğu ve bebekleri ile alakalarının koptuğu yerler ve annelerin, bebeklerin yaşadığı haller.
“Hiç yüklemediğim bir program gerekçesiyle verilen ceza onandı, eşim de cezaevinde.”
Emine Öncel, Gebze Cezaevi’nden yine yazmış. “Hiç yüklemediğim bir program gerekçesiyle verilen ceza onandı, eşim de cezaevinde. 3 çocuğum, eşim, ben ayrı illerdeyiz, aile bütünlüğü paramparça, çocuklar perişan, elektronik kelepçe dahi olsa beni çıkarın, anneyim, çok zor durumdayım.” Diyor. Maalesef ailelerin dramı bu işte!
Eşi çocuğu Isparta'da perişan. Kepsut Cezaevi’nden, Bursa'ya nakil istiyor.
Özer Toksoy Kepsut Cezaevi’nden 2019'da koğuşta beyin kanaması geçirdi. Hafıza kaybı yaşadı. Tekrar cezaevine gönderildi. Günlük ihtiyaçları koğuş arkadaşları tarafından karşılanıyor. Eşi çocuğu Isparta'da perişan. Kepsut Cezaevi’nden, Bursa'ya nakil istiyor. Bunu da tüm vicdanlara duyuruyoruz.
“Karantinada 3 aylık bebeğimiz var, bitince özgürlüğe değil koğuşa gelecek.” Diyor kadın mahpus.”
Bünyan Cezaevi’nden Emine Trabzon pandemide 3 aylık mahpus bebeğin hikayesini anlatacağım: “Karantinada 3 aylık bebeğimiz var, bitince özgürlüğe değil koğuşa gelecek.” Diyor kadın mahpus. Ne kadar acı değil mi? 3 aylık bebek annesini tutuklamak bebeği de tutuklamaktır. Pandemide bebek hapsetmek insanlık suçudur! Emine Trabzon Bünyan Cezaevi’nden söylüyor. Düşünün 3 aylık bebeğin annesini hapsetmişsiniz ve bebek ile annesi karantinada ve dönüş yeri de maalesef koğuş olacak.
Eşim Akif Sarı İzmir Buca Kırıklar 2 No’lu F tipi Cezaevi’nde yalnız başına tutuluyor. Fakat hala yalnız kalıyor.”
“Eşim Akif Sarı İzmir Buca Kırıklar 2 No’lu F tipi Cezaevi’nde yalnız başına tutuluyor. Fakat hala yalnız kalıyor. “Bazen kendimden üç tane görüyorum.” diyor. Aklını kaybetmesinden korkuyorum. Her telefonda, her kapalı görüşte ruh hali daha kötüye gidiyor.” Düşünün yapayalnız bir hücrede, psikiyatri rahatsızlığı geçiren bir insan, doğru dürüst bakımı yapılmıyor ve durumu gittikçe daha da kötüye gidiyor. Buca Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde.
Biz devrimci tutsaklar yıllardır çıplak aramaya uğruyoruz, devlet güç gösteriyor, direneceğiz. Yetkililer doğru söylemiyor.”
Mahpuslar çıplak arama var diyor ama iktidar reddediyor. Bakın biz bunları gündeme getirdiğimizde “Ya bunun belgeleri nerede?” diyordu iktidar yetkilileri. Size bu muameleler ile ilgili belgeleri de göstereyim değerli arkadaşlar. Bana İzmir Kırıklar Cezaevi’nden Güven Usta mektup yazmış, mektubu da burada ve uğradığı muameleler de burada. Diyor ki: “Biz devrimci tutsaklar yıllardır çıplak aramaya uğruyoruz, devlet güç gösteriyor, direneceğiz. Yetkililer doğru söylemiyor. Ankara Savcılığı soruşturma başlatmış çıplak arama iddiaları için, bizim için de başlatsın, tanık da dinlesinler bizi.” diyor Güven Usta. Yazdığı mektup burada ve bütün bu hadiseleri anlatmış, neler yaşandığı mektuplarında çıplak arama ile ilgili hangi ihlaller yaşadığını anlatmış hala belge istiyor bizden iktidar yetkilileri. Mahpuslardan bir sürü mektup alıyoruz, belge alıyoruz çıplak arama ile ilgili ama hani görmek istemeyenler, kapatmak isteyenler hala görmek istemiyor ama biz bakın onlara belgelerle cevap veriyoruz!
“21 yıldır cezaevindeyim, çok çıplak aramaya maruz kaldım. Cezaevlerinde böyle uygulama olmadığını söyleyenlere ekteki belgeyi gösterin Ömer Bey.”
Cezaevlerinden çıplak arama belgeleri gelmeye devam ediyor. Aydın Çelik, Kırıkkale F Tipinden diyor ki: “21 yıldır cezaevindeyim, çok çıplak aramaya maruz kaldım. Cezaevlerinde böyle uygulama olmadığını söyleyenlere ekteki belgeyi gösterin Ömer Bey. Bu belge ile çabalarınıza destek olmak istedim.” Bakın bir çıplak arama görmüş bir insanın cezaevinde itirazları, mahkeme kayıtları bu belgelerde bizde isteyen bizden alıp bunları görebilir. Aydın Çelik, Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nden bunları yollamış.
Samimi içten bir mektupla bize durumu anlatmış Nazan Bozkurt!
Nazan Bozkurt’tan bir mektup var. Diyor ki: “Kalbimde vekilimsiniz, Ömer bey. Kimseyi ayırmadınız. Benim mahalleden olmayan mazlumlara yapılanları da sizden öğrendim. Hapishanede ölen KHK’lıları da 19 aylık çocuğundan koparılarak 4 aylık bebeğiyle tutuklanan anneyi, açlığa mahkûm edilen KHKlıları da sizden öğrendim.” Diyor. Samimi içten bir mektupla bize durumu anlatmış Nazan Hanım.
Acun Karadağ: “Sincan 3 No’lu da çıplak arama yapıldı bana. Yalan, iftira diyerek örtemezler. Onursuz arama benden intikam almak için yapıldı. 52 yaşında anneyim, utanmalılar!”
Acun Karadağ’dan bir mektup var, bakın burada. Çok önemli bu mektupta. Diyor ki Acun Hoca, kendisi 52 yaşında bir öğretmendi ve işinden zulmen ihraç edilmişti ve o da direnişine devam ediyordu. Acun hoca bu mektuplarında diyor ki: “Sincan 3 No’lu da çıplak arama yapıldı bana. Yalan, iftira diyerek örtemezler. Onursuz arama benden intikam almak için yapıldı. 52 yaşında anneyim, utanmalılar! Suç duyurusunda bulundum, bir gün sonuç alırım bundan.” Diyor. Bize çıplak arama için: “Belge yok, yalan atıyorsun, iftira atıyorsun.” diyenlere bakın biz burada onlarca belge gösteriyoruz, mahpusların ifadelerini gösteriyoruz, mektuplarını gösteriyoruz. Bu hadise vardır ve ben sonuna kadar takip edeceğim, bu belgelerle sizin yalan ve iftiralarınızı tamamen bertaraf edeceğiz ve bu gerçeği ortaya çıkarıp, çıplak aramayı sonlandıracağız bunu da herkes çok iyi bilsin!
Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in ‘Devlet Onur Nişanı’ ile ödüllendirilmesi gerektiğini söylemiştik, bu teklifimiz halen karşılık bulmadı!
Bakın size önemli bilim insanlarımızı gösterelim. Biz bu konuda yasa teklifi vermiştik, bu bilim insanlarımızı Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in ‘Devlet Onur Nişanı’ ile ödüllendirilmesi gerektiğini söylemiştik, bu teklifimiz halen karşılık bulmadı ama dünyanın en saygın dergileri, aşıyı bulan bu bilim insanlarının, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Türkleri dergi kapaklarına taşıdı. Uğur Şahin ve Özlem Türeci aşıyı bulan bilim insanları diye onere edildi dünyanın saygın dergileri tarafından ama Türkiye’de bu insanları onere eden tek bir adım atılmadı. Aslında bir onur nişanı verilmeliydi ama biz kendi insanımızın kıymetini de bilen bir devlet değiliz, zaten bu kıymeti bilmediğimiz için bu insanlar Türkiye’den Almanya’ya gitmiş durumdalar.
Çorlu Tren Kazasında eşini kaybeden Seyfi Erbil’in eşi Saliha Erbil bize başvurdu. Kendisi o akşam başlayacak nöbeti için treni servis amaçlı kullanmakta iken kaza sonucu vefat etti!
Çorlu Tren Kazasında eşini kaybeden Seyfi Erbil’in eşi Saliha Erbil bize başvurdu. Kendisi o akşam başlayacak nöbeti için treni servis amaçlı kullanmakta iken kaza sonucu vefat etti. Kendisinin en ufak bir kusuru bulunmadığı halde, tamamen kendi kurumunun kontrolü altında aynı zamanda ücretsiz iş ve iş dışı kullandıkları bu araç için servis değildir denildi kendisine ve aslında bir iş kazasıydı Seyfi Erbil’in yaşadığı çünkü bu bir servis kullanımı anlamına geliyordu ama devlet bunu hala bir iş kazası olarak kabul etmiyor. SGK bunu kabul etmiyor, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kabul etmiyor ve zaten büyük bir yıkıma uğramış olan bu vatandaşın iş kazası nedeniyle özlük haklarını almasını engelliyor! Bu kişiye yönelik önemli bir zulümdür. Bize başvuruyor, mağduriyetinin üzerinden 3 yıl geçtiğini söylüyor ve halen gereken yapılmamıştır diyor. Birçok insan hakları komisyonuna başvurmuş ve gereken yapılmamış. Mahkemelerde koşturuyor, idari makamlara başvurdu ama maalesef kendisine doğru dürüst bir cevap verilmiyor! Biz de bu durumu tekrar gündeme getiriyoruz, bu insanlar zaten büyük bir hata sonucu bu kazada hayatlarını kaybettiler, zaten bir devlet hatası vardı burada, artı bu kişiler iş kazası sonucu orada çalışan işçiler de öldü, onlardan birisi işte Seyfi Erbil. İş kazası sonucu ölmesi nedeniyle bu mevzuata tabi olması lazım ama devlet halen bu konuda önemli bir diretme yaşıyor.
Canan Kaftancıoğlu için bunu söylüyoruz, en ufak bir beyanı hemen bir yargı konusu olup cezalandırma oluyor
Bitmeyen OHAL uygulamaları devam ediyor! Memlekette iktidar, fikrini beğenmediğini terörist ilan ediyor Yürütme, kararı vermişse Yargı niye boşuna var ki? Zaten hepsi tek elde nasıl olsa meydan boş, sorgulayan yok! Canan Kaftancıoğlu için bunu söylüyoruz, en ufak bir beyanı hemen bir yargı konusu olup cezalandırma oluyor ve bakıyorsunuz yürütme yetkilileri çok rahat bir şekilde insanlar hakkında “Terörist, vatan haini.” Gibi sıfatlar, tanımlamalar kullanabiliyor. Biz artık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, milletvekilleri olarak bu duruma isyan ediyoruz ve hangi insan olursa olsun böyle tanımlamalara uğrayanların yanında olduğumuzu söylüyoruz!
Ben de KHK ile ihraç edilip, terör iltisaklısı ilan edilen bir insanım ama hayatta silah kullanmayı bile bilmeyen, öğrenmekte istemeyen bir insanım
Az evvel silah kullanmayı bilmediği halde terörist ilan edilen bir kişiden örnek vermiştim. Aynı şey benim içinde geçerli. Ben de KHK ile ihraç edilip, terör iltisaklısı ilan edilen bir insanım ama hayatta silah kullanmayı bile bilmeyen, öğrenmekte istemeyen bir insanım aslında, bir insan hakları savunucusu olarak silah kullanmayı reddeden bir insan olarak bize terörist damgası vurarak KHK ile ihraç edildik ve bizim gibi yüzbinlerce insanın olduğunu da söylemek isterim. Bu konudaki garabetleri de her vesile ile vurgulamaya çalışıyorum!
Ümitcan Uygun’a ya da bir başkasına ters kelepçe vurmak, yerlere yatırmak zoruyla gözaltına almak, kim olursa olsun karşı çıktığımız olaylardır
Şimdi bakın bir fotoğraf göstereceğim. Ümitcan Uygun meselesi. Uyuşturucu kullanmak, cinayet zanlısı olmak nedeniyle adil olmayan bir soruşturma yaşandı, evet bunu biliyoruz ama böyle insanlara ters kelepçe vurmak, yerlere yatırmak zoruyla gözaltına almak, kim olursa olsun karşı çıktığımız olaylardır. İnsan hakları savunucusu olarak kim olursa olsun eğer bir kişi gözaltına alınacaksa insan gibi onu gözaltına alınması gerektiğini söylüyoruz. Burada bir ayrım da yapmıyoruz! En ağır bir suç zanlısı da olsa, en hafif suç zanlısı da olsa, siyasi de olsa, adli de olsa kim olursa olsun bir insan suçu ayrı bir, uğradığı hak ihlali ayrıdır bunların ayırt edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Ben mesela bu kişi gözaltına alınırken ters kelepçe vurulması, yerlere yatırılması gibi hadiselerin doğru olmadığını düşündüğüm için buna itiraz ettim, belki birçok kesim: “Ne diyorsun? Bu kişi büyük suçlar işlemiş.” Desin. Olabilir suçu ayrıdır o konuda ceza alabilir ama artı olarak hakketmediği bir dava, ihlale uğramaması gerekir. Bunları da zaten ayırt etmediğimiz için bu hallere düşüyoruz.
Kemal Kurkut, onu vuran polis zaten fotoğrafta her şey ortada. Şu ortaya çıktı ki yeni yasalar ile bu polisin zanlı olan polisin yargılanma masraflarını İçişleri Bakanlığı ödeyecek.
Kemal Kurkut, onu vuran polis zaten fotoğrafta her şey ortada. Şu ortaya çıktı ki yeni yasalar ile bu polisin zanlı olan polisin yargılanma masraflarını İçişleri Bakanlığı ödeyecek. Yani öyle bir yasa getirdiler ki vatandaşı darp et, vur, yarala, öldür daha sonra sen yargılanırken de yargılanma masraflarını bakanlık ödesin! Böyle olduktan sonra vatandaş daha çok darp edilir, yaralanır ve öldürülür arkadaşlar. Bunlar skandal yasalardı, böyle bir şey olmaz, herkes kendi suçunun cezasını kendi mahkeme masrafını ödeyerek çekmelidir!
“Adalet Bakanlığı’na verilen 2215 soru önergesinden 1962’sini cevapsız bırakmış Adalet Bakanlığı.”
Meclis Başkanvekili Sadi Bilgiç’in bir açıklamasına göre: “Adalet Bakanlığı’na verilen 2215 soru önergesinden 1962’sini cevapsız bırakmış Adalet Bakanlığı.” En çok da ben sordum Adalet Bakanlığı’na soru önergesi olarak ve çoğunu cevapsız bıraktı. Diğer vekillerinkini de cevapsız bırakıyormuş demek ki. 2215 soru önergesinden 1962’sini cevapsız bırakmış, toplumun çağrılarına da aynı duyarsızlığı sergiliyor bakanlık. Birçok ihlal başvurusu yapıyoruz, duvar gibi karşılanıyor. Cevap vermemekle, yaftalamakla, etiketlemekle bir yerlere varacağını sanıyor Adalet Bakanlığı ama ‘Şapka düştü, kel göründü.’ Derler. İşte bu tür istatistikler sonucu görevlerini yapmadıkları ortaya çıkıyor, şimdi soru önergelerimize cevap vermeyebilirsiniz ama yarın adil bir yargı, hukuk önünde bütün bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz diyorum Abdulhamit Gül’e, Adalet Bakanlığı yetkililerine, Ceza Tevkifişleri Genel Müdürlüğü’ne bunları söylüyoruz.
Türkiye Varlık Fonu portföyündeki şirketlerden %57’sinin Sayıştay tarafından denetlenmediği ortaya çıktı.
Yine bir başka çarpıcı gerçeği bulduk. Türkiye Varlık Fonu portföyündeki şirketlerden %57’sinin Sayıştay tarafından denetlenmediği ortaya çıktı. Denetlenenler zaten hali çok kötü, denetlenmeyenler de Allah bilir hangi halde?
Para faize gidiyor.
Para faize gidiyor. Esnaf için açıklanan destek paketi 4 milyar TL seviyesinde değil, 5 milyar TL seviyesinin üstünde. Esnafa hibe edileceği söylenen ve 5 milyar TL seviyesinin üstünde olan bu destek paketi ise 2021 bütçesinde faiz ödemelerine ayrılan bütçenin yaklaşık 36’da biri. Düşünün yani bütün parayı faiz ödemelerine ayıracağız ve esnafa ayrılan para 36’da bir.
Bize sözde vekil, terörist diye saldıran bakanlar, milletvekilleri vardı. Dönüp Sn. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı’na ‘Sözde Cumhurbaşkanı’ dedi.
Bize sözde vekil, terörist diye saldıran bakanlar, milletvekilleri vardı. Dönüp Sn. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı’na ‘Sözde Cumhurbaşkanı’ dedi. Bize bu hakaretler yapılırken aklına demokrasi, hukuk gelmeyen köşe yazarları, milletvekilleri hepsi demokrasi, hukuk demeye başladılar! Evet sonuçta seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’na ‘Sözde’ demek doğru değil ama seçilmiş bir vekile de istediğiniz kadar görüşüne katılmaynı ‘Sözde vekil’ demeniz de yanlış. Böyle bir at gözlüğü ile hareket ederseniz bu ülke çekişmeden, itişmeden, kakışmadan kurtulamaz. Biz diyoruz ki: “Milletin iradesine saygı duyalım, hangi görüşten olursa olsun kimse ‘Sözde’ ifadesini kullanmasın ve milli irade diyorsanız işinize geldiği zaman bunu kullanmakla kalmayın herkes için irade değil.”
İçişleri Bakanı’nın TRT’de ki eski görüntülerini sildirdiğini görüyoruz. Öncesinde Fetullah Gülen’e yönelik övgü dolu sözleri olduğunu biliyoruz
İçişleri Bakanı’nın TRT’de ki eski görüntülerini sildirdiğini görüyoruz. Öncesinde Fetullah Gülen’e yönelik övgü dolu sözleri olduğunu biliyoruz İçişleri Bakanı’nın, şu anda da o sözleri sildirmekle meşgulmüş ama şunu hatırlatmak isteriz; şimdi geçmişe dair görüntüleri, fotoğrafları sildirmeye çalışırsınız, ileride de şimdiyi sildirmeye çalışırsınız. Böyle her devrin adımı olmaya çalışmakla, güce yapışmakla bir yere varamazsınız. Yapacağınız iş eskiyi sildirmeye çalışmaktır.
“KHK ile ihraç olduk komisyondan ret yedik oğlumun adı Fidel diye idare mahkemesi bize ret verdi.” diyor.
Bana birçok belge geliyor bakın, bana gelen bir belgede: “KHK ile ihraç olduk komisyondan ret yedik oğlumun adı Fidel diye idare mahkemesi bize ret verdi.” diyor. Fidel Castro’yu isminde bir liderin ismini çocuğuna vermiş ve bende gördüm mahkeme belgesinde ‘Çocuğunun ismi Fidel.’ Diye bir ifade var bundan dolayı ret yemiş idare mahkemesinin bakması lazım. Maalesef Türkiye’nin hali bu! Çocuğunuzun ismi ile ilgili durumlardan dolayı yarın öbür gün hakkınız yenebilir!
HDP bu ülkenin 3. Büyük partisi. Devlet Bahçeli zaten %10’un altına düşmüş bir partinin genel başkanı. Kendi hallerine baksınlar, millet kendilerine oy vermiyor
Devlet Bahçeli: “HDP kapatılsın.” Diyor, MHP’de bunu söylüyor. HDP bu ülkenin 3. Büyük partisi. Devlet Bahçeli zaten %10’un altına düşmüş bir partinin genel başkanı. Kendi hallerine baksınlar, millet kendilerine oy vermiyor, %10’un altına düşmüş, itibar kaybetmişler, Türkiye’nin sorunları ile uğraşmıyorlar, hamaset, yaftalamaktan başka bir şey ile uğraşmıyorlar. Türkiye’nin en can alıcı sorunu ile uğraşan bir partinin kapatılması için canhıraş bir şekilde gayret sarf ediyorlar. Bu Türkiye’ye bir kötülüktür, başka bir şey değildir. Boşuna bir çabadır! Kendi dayatmalarına devam etme gayretidir ama bu halka ve Türkiye’ye kötülüktür başka bir şey değildir. Hesaplarının pek zayıf olduğunu buradan hatırlatalım MHP yetkililerine.
Diyarbakır’da bir emniyet müdürlüğünde görevli birinin kardeşinin taciz davası var!
Diyarbakır’da bir emniyet müdürlüğünde görevli birinin kardeşinin taciz davası var! Remzi N. hakkındaki cinsel taciz ve tehdit suçlamalarıyla ilgili soruşturma “takipsizlik” gerekçesiyle kapatıldı. Bu konuyu paylaşmıştım. Emniyet müdürlüğündeki bir görevlinin kardeşi Remzi N. Bir mültecinin taciz iddiası vardı bu kişi hakkında ve takipsizlik ile kapatıldı, bu takipsizlik ile kapatılmanın emniyet müdürlüğündeki kardeşinin görevi ile alakası mutlak surette araştırılmalı. Görünen o ki bir üstünü örtme gayreti var.
Bebekli bir annenin tutuklanmaması gerektiğini söylediğim için bana fezleke geldi!
24 Temmuz 2019’da attığımız bir tweet vardı. Sezen Ataş bu kucağında bebeği olan bir anne. Gözaltına alınmıştı, biz de: “Bu hepten çığırından çıktı, bebekli anneler gözaltına alınıp tutuklanıyor.” demiştik. Bu kişinin eşi çatışmalarda hayatını kaybetmiş, Murat Ataş isimli bir asker. Bu anne de bebeği ile birlikte gözaltına alınmıştı. Biz buna karşı çıkmıştı ve bebeği ile tutuklanmaması gerektiğini söylemiştik 24 Temmuz 2019’da. Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Benim bu tweetim için bana “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçundan.” Fezleke geldi Meclis’e. Bebekli bir annenin tutuklanmaması gerektiğini söylediğim için, başka hiçbir ifadede yok bakın burada. Bunu söylediğimiz için gözaltı çilesi çektirdiniz, ama hukuk ve vicdan kazandı. Sezen Ataş adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı. Nice bebekli anneleri taciz ettiler, inşallah diğerleri de serbest kalır. Hele bu anneye kamu vicdanı isyan etmişti Allah’a şükür bu gözaltından serbest bırakılma haberini duyurayım.” Demişim. Burada halkı kin ve nefrete aleni tahrik yapmışım güya, böyle hakkımızda fezleke geldi. Türkiye’nin hali bu arkadaşlar. İnanılmaz fezlekeler sadece bizi susturmak için geliyor başka bir şey değil maalesef!
Gebze Cezaevi önünde beklemek isteyen barış anneleri polisler tarafından joplar ile dürtülüyor, arkadan itiliyor, hakaretlere uğruyordu. Bunu tüm Türkiye kamuoyu nefretle karşılamıştı
Size önemli bir haber vermiş olayım. Takip ettiğimiz bir olaydı. Neredeyse 2 yıl oluyor, Gebze’de açlık grevi yapan çocukları için Gebze Cezaevi önünde beklemek isteyen barış anneleri polisler tarafından joplar ile dürtülüyor, arkadan itiliyor, hakaretlere uğruyordu. Bunu tüm Türkiye kamuoyu nefretle karşılamıştı ve biz olayın soruşturulmasını istemiştik. Gebze Kaymakamlığı bu olayı örtmeye çalıştı, sorumluların yargılanmamasına çalıştı ama Bölge İdare Mahkemesi’ne gitti ve şu gördüğünüz anneleri arkadan iteleyen, kakalayan, hakaret eden polis görevlilerinin sonunda Bölge İdare Mahkemesi soruşturulmasına karar verdi. Bunu da önemli bir gelişme olarak aktarmak isterim.
Fatma Görmez dramları başka kişilerin şahsında yaşanacak. Bunları görmezden gelirsek, kulağımızı kapatıp, gözlerimizi kapatmaya çalışırsak varacağımız bir yer yok!
Değerli arkadaşlar Fatma Görmez. Bakın bu çok önemli bir konu, geçtiğimiz gün vefat eden bir hanım bu. Çok önemli bir hayat hikayesi var, aslında OHAL, KHK’ları ile yaşanan büyük aile dramları konusunda çok önemli bir örnek, unutulmaması gereken bir örneği yaşadı, geçtiğimiz gün vefat eden bu insanın şahsında yüzbinlerin dramı tekrar yaşandı. Fatma Görmez bir sınıf öğretmeni, ihraç edildi KHK’lar ile eşi de bir özel üniversitede öğretmendi, o da gözaltına alınıp tutuklandı ve bu ailenin dramı başladı. 2 tane çocuğu olan bir anneydi ve maddi, manevi sıkıntılar yaşamaya başladı ve sonuçta Fatma Görmez böbrek rahatsızlığı yaşamaya başladı. Böbrek nakli yapıldı ve 2 kez kalp ameliyatı geçirdi, kalbi etkilendi buradan ve ardından da kulaklarında sağırlık yaşandı, yaşadığı hastalıklar ve ilaçlar yüzünden. Felaketler bitmedi, 13 yaşındaki çocuğu bu sefer bağırsak düğümlenmesi yaşadı. Baba cezaevindeydi bakım ve ihmalden dolayı çocuk iyi tedavi edilemedi, hastaneye düştü, ameliyat edildi, bağırsakları dışarı alındı ve yoğun bakımda hayatını kaybetti çocuk ama felaketler bitmedi! Fatma Görmez’in hastalığı daha da ilerliyordu, çocuğun cenazesine baba getirildi, babanın kelepçeleri bile çıkarılmadı çocuğunun cenazesinde, çocuğunun mezarına bir toprak bile atamadı, bunları yaşattılar insanlara ve bu kadıncağız bu yaşadığı hastalıklar ile daha da kötüleşti, 29 kiloya düştü, ben Konya’da kendisini evinde de ziyaret ettim, bir dal gibi yani o kadar bir deri bir kemik kalmış bir insandı. İleri derecede hastalıklardan dolayı ve maalesef 2 gün önce yaşadığı tüm bu dramlara dayanamayarak hayatını kaybetti! Çok acı bir ölümdü çünkü KHK’lar ile bir aile nasıl mahvedilir? Nasıl yok edilirin bir örneğiydi. Sadece bu olay değil binlerce böyle Fatma Görmez olayı var bunu bilin arkadaşlar. Bu toplumda OHAL KHK’ları ile hayatı perişan edilen, hayattan ihraç edilen çok insan oldu, biz bunları takip ettik ve Fatma Görmez gibi binlerce insanın olduğunu ve bu dramların yaşanacağını ben buradan topluma hatırlatıyorum, bu olaylar bitmedi arkadaşlar, Fatma Görmez dramları başka kişilerin şahsında yaşanacak. Bunları görmezden gelirsek, kulağımızı kapatıp, gözlerimizi kapatmaya çalışırsak varacağımız bir yer yok! İnsanları işinden atıp, özel sektörde çalışmasının önüne geçip her türlü maddi, manevi eksiklik ile hayattan atmaya çalışırsanız sonuçta böyle aile dramları oluyor! Şimdi buna belki üzülebilirsiniz ama bunlar iktidar yolu ile yapılan uygulamalar ve daha binlerce insan bunları yaşadı ve de yaşıyor bunu da net bir şekilde söyleyelim! Hayatını kaybeden Fatma Görmez şu anda bir mezardadır ama onun dramı unutulmayacaktır, bunu da herkesin bilmesi gerekiyor!
Cumhur İttifakının Çin ile yaptıkları 50 Milyar $’lık anlaşma için Çin’in yaptığı zulümlere susmamaları gerektiğini söylüyoruz çünkü Çin insanlık dışı uygulamalara imza atıyor.
Son olarak Uygur kardeşlerimizin durumu ile ilgili değinilerde bulunmak istiyorum. Bildiğiniz gibi 16-17 gün İstanbul Çin Başkonsolosluğu önünde Uygur kardeşlerimiz eylem yaptılar çünkü yakınları Çin’de mahpus durumdaydı ve Çin yetkilileri bir açıklama yapmıyordu. Sırf gelip burada Türkiye’de yakınlarını ziyaret ettikleri için Çin’e döndüklerinde ya toplama kampına alınıyordu ya da cezaevlerine atılıyordu. Cevlan Şirmehmet, Tursun Canabled gibi Uygurlu kardeşlerimiz bize başvurdu, biz de Uygur Türkü kardeşlerimiz için elimizden geleni yaptık. Dışişleri Bakanlığı’da bu konuda son derece âtıl durumda, Çin devleti yetkilileri de hiçbir açıklama yapmıyor ve zulme devam ediyor. Toplama kamplarında öldürülen, cezaevlerinde zulmen tutulan milyonlarca kişi var şu anda. En az 3 milyon kişi toplama kamplarında tutuluyor ve şu anda bu Çin Başkonsolosluğu önündeki Uygur kardeşlerimizin yanına da ben gittim. Onlarla da görüştüm. Bu eylem şu anda durduruldu iktidar yetkilileri bu eylemin durdurulmasını istemiş ama biz eylemin durdurulmasını değil çözümün bulunmasını istiyoruz. Dışişleri Bakanlığı’nın bu konuda etkin, aktif roller oynamasını istiyoruz. Çin ile yaptıkları 50 Milyar $’lık anlaşma için Çin’in yaptığı zulümlere susmamaları gerektiğini söylüyoruz çünkü Çin insanlık dışı uygulamalara imza atıyor. Bakın Huawei firması Çin’de sokakta yürüyen Uygurların tespitini sağlayan teknolojinin patenti için başvuru yaptı. Yani düşünün Çin firmaları, Çin devletinin emirleri ile yolda yürüyen insanın ırkını tespit edecek bir teknoloji geliştirerek Uygurları takibe almaya çalışıyor. Çin devleti teknolojik vasıtalar ile Uygurları böylesine bir takibe alıp, yolda yürürken bile hangi ırktan olduğunu tespit etmeye çalışarak böylesine yoğun bir gözetim altında tutmaya çalışıyor. Bakın İngiltere diyor ki: “Sincan toplama kamplarındaki insan hakları ihlallerinin ürünleri marketlerimizin raflarına gelmesin diye hareket ettik.” İngiltere Dışişleri Bakanı Raab. Bizim Dışişleri Bakanlığı ne yapıyor? Tek bir kelime açıklama yapmıyor. Bütün batılı ülkeler Çin’in Uygur Türklerine yaptığı için yaptırımlar yapıyor, diplomatik adımlar atıyor. Biz bunu Türkiye’de söylediğimizde: “Ne yapalım. Savaş mı açalım?” diyor Cumhur İttifakı yetkilileri. Savaş açın demiyoruz, diplomatik basamakları kullanın Çin’i köşeye sıkıştırın, Uygurlara yaptıkları bu zulmün bitmesini sağlayın diyoruz. Çok net bir şey söylüyorum. Belgeler ile elimizde bakın ve maalesef bunlar yapılmıyor, bu zulümler devam ediyor!
Usta öğreticilerin ve Odyometristlerin sıkıntıları gündemde!
Usta öğreticilerin sıkıntıları olduğunu söylüyoruz. 97 bin usta öğretici şu anda boşta, halk eğitimde eğitim yok, çok büyük sıkıntılar yaşayan kardeşlerimiz var. Odyometristler çok büyük sıkıntı içinde, kendi işleri başkalarına veriliyor.
Migros Türkiye yetkililerini tekrar uyarıyoruz, işçilerine zulmetmeyin ve haksız gerekçelerle onları sürgün etmeyin, işten çıkarma adımları atmayın diyoruz.
Bu arada en son olarak da Migros yetkililerine seslenmek istiyorum. Geçen gün gittik Şekerpınar Migros tesislerinin önündeydik. Migros tesislerinin halini çok kötü bulduk ve orada işçiler de bize anlattı, görüntülerle farelerin dolaştığı ve işçilerin kötü muameleye uğradığı bir ortam olduğu anlatıldı ve işçilerin çok rahat bir şekilde bu ihlallere itiraz ettikleri için ücretsiz izne çıkaran bir mekanizmaya karşı orada bir grev var! Migros Türkiye yetkililerini tekrar uyarıyoruz, işçilerine zulmetmeyin ve haksız gerekçelerle onları sürgün etmeyin, işten çıkarma adımları atmayın diyoruz.
Şerif Mesutoğlu Kaymakam Muhammed Safitürk davasında müebbet hapis yedi ama tamamen adaletsiz, hukuksuz bir karar, önyargılı bir karar. Bu kararın Anayasa Mahkemesi’nden dönmesini bekliyoruz.
Selçuk Kozağaçlı bir değerli hukukçu olduğu için halen cezaevinde, savunmaya özgürlük diyoruz ve bu hali protesto ediyoruz değerli hukukçular cezaevinde tutulmamalı!
Kaçırılan bir kişi bakın, bir kişi daha eklendi. Hüseyin Galip Küçüközyiğit 17 gündür kayıp! Biz her hafta burada kaçırılanları söylüyoruz. 29 Aralık gününden beri kaçırılan bir başka kişi. Ankara’da, Ankara’dan Kocaeli’ne gitmek isterken Gölbaşı mevkiinde kaçırıldı yine. Hüseyin Galip Küçüközyiğit, eski Başbakanlık bürokratı KHK ile ihraç edilmiş bir kişi, bir hukukçu. 29 Aralık’tan beri ailesi ondan haber alamıyor, kaçırıldığını düşünüyor. Nerede diyoruz Hüseyin Galip Küçüközyiğit? Olacak iş değil, bu memlekette polis yok mu? Emniyet yok mu? Savcılık yok mu? Bu insan nereye kaçırılmış araştıracak bir Allah’ın kulu yok mu? El insaf! Nasıl bir memleket olmuş burası?
Mehmet Bal Batman’lı İstanbul’da kaçırıldı ve halen bulunamıyor.
Gülistan Doku aylardır feryat ediyoruz, halen bulunamıyor. Şüpheli bir şekilde kayboldu bulunamıyor halen.
Hürmüz Diril karısı Şimoni Diril’in cesedi bulunduktan sonra kendisi hakkında hiçbir bilgi alınamıyor, aylardır halen bulunamayan bir Süryani vatandaşımız.
Gökhan Türkmen de 9 ay boyunca kaçırıldığı bölümde resmi görevliler tarafından işkenceye uğradığını beyan ettiği için mahkemede duruşmaları kapalı yapılan bir insan. Bu duruşmaların da kapalı değil açık duruşma olması gerektiğini söylüyoruz.
528 gün önce kaçırılmış olan Yusuf Bilge Tunç nerede diye soruyoruz? Israrla soruyoruz, inatla soruyoruz. Bir insanın ortadan kaybedilmesi, buharlaştırılması kabul edilecek bir hadise değil, korkunç bir hadise. Bu ülkede birisinin gözaltına almak istiyorsan, git al en fazla 12 gün içeride tutabilirsin ya tutuklarsın ya serbest bırakırsın ama bu kişi 528 gündür ortada yok! Ailesi resmi görevliler tarafından kaçırıldığına inanıyor ve gelişmeler de onları haklı çıkarıyor çünkü ne doğru dürüst bir polis ne de bir savcılık araştırması var. AİHM’in sorduğu sorulara da tatminkâr cevaplar veremiyor Adalet Bakanlığı böylesine bir saçmalığı 1.5 yıldır yaşıyoruz!