Prof.Dr.Necmettin Erbakan hocamızın anısına bir derleme hazırdım, birlikte okuyalım;

" Sakın Dönme, Gitmemek İçin Dönersen,  

    Döne Döne Gidersin!.." 

Rahmetli Erbakan Hoca'nın vefatından bir yıl

kadar önceydi... Konut'a gittim. Erbakan Hoca; "Gel bakalım zeki çocuk!" dedi. Gözlerini gözlerime kilitleyerek, "Yahudi mıknatısının çekemediği az sayıda kardeşimiz kaldı. Onlardan biri de sensin!" dedi. Teşekkür ettikten sonra sordum:

"Hocam, niye çoğunluk Yahudi mıknatısının etkisinde?.. Sizin mıknatıs niye çekmiyor onları?.."

Bakışını biraz sertleştirerek... Şu çarpıcı karşılığı verdi Rahmetli Necmettin Erbakan Hoca: "Benim mıknatıs tahtaları çekmez!.." Sonra ekledi:

"Sakın dönme, gitmemek için dönersen..." Durdu... "Döne döne gidersin!.."

Bana: “Aferin, Allah senden razı olsun, Kıbrıs'ın Siyonistlerin eline geçtiğine dikkat çekmişsin." 

"Nedir Hocam bu işin püf noktası?.." Dedi ki; "Süleyman Demirel'dir!.." "Kıbrıs, bugün Siyonist işgalindeyse bunda Süleyman Demirel'in payı büyüktür. Hatta en büyük pay ona aittir." "Kıbrıs'a bir İmam Hatip açmamıza, Kıbrıs'ta Kur'an eğitimi vermemize 'adamı'yla (Denktaş) birlikte engel oldu. Maneviyat gitti mi, vatan bilinci de gider!.."

Dedim ki;

"Hocam, Kıbrıs'tan yeni geldim. Durum berbat. İkinci Filistin olma yolunda. Ne yapmak lazım?.."

Bir vasiyet gibi... "Tayyip Erdoğan kardeşime duyur!" dedi: "Kıbrıs'a el atsın. Oraya derhal bir İmam Hatip yaptırsın. Kıbrıs düştüğü yerden ayağa kalkar!.."

"Hocam" dedim. "28 Şubat günlerinde ne yaptınız, yani bir cümle ile ifade ederseniz?.."

Dedi ki; "Pillerini bitirdik!.."

Fıkrayı biliyordum... Gülümsedim.

"Hocam 54. Hükümet dönemini ve 28 Şubat sürecini değerlendirirken, 'Şunu şöyle yapsaydım ya da şöyle yapmasaydım?' dediğiniz oldu mu?.." diye sorunca: Gözlerini gözlerimin içine kilitleyerek dedi ki Merhum Erbakan Hoca:

"Dikkat et, seni de Yahudi mıknatısı çekmeye başlamasın!.." 

Müsaade istedim. Çıkarken ekledi: "Kıbrıs meselesini unutma!.." "Unutmam Hocam!.."[9]

Şimdi Serdar Arseven’e soralım: 

1. Erbakan Hoca’ya söz verdiğiniz gibi, gidip Sn. Recep T. Erdoğan’a “Kıbrıs’ta bir İmam Hatip okulu açması” yolundaki tarihi tavsiyeyi ilettiniz mi ?

2. Onun size verdiği yanıtın ne olduğunu söyler misiniz?

3. Erbakan Hoca’nın hatırasını, uyarılarını, AKP’yi aklamak için mi, yoksa vasiyetini uygulamak ve O’nu hayırla anmak için mi yazıverdiniz?

4. Kıbrıs’ta bir İmam-Hatip açtırmayan Süleyman Demirel ve Rauf Denktaş’tan, Recep T. Erdoğan’ın farkını ve faziletini gösterecek bu “Kıbrıs’ta İmam-Hatip okulu açma” tavsiyesinin hala takipçisi misiniz?

5. Az değil, tam iki yıl geçmesine rağmen, Kıbrıs’ın manevi kurtuluşuyla ilgili, Hoca’nın bu vasiyetini, muhatabına tebliğ ve neticesini takip etmemişseniz, Rahmet Erbakan’ın ikaz ettiği gibi “Yahudinin çekim sahasına” girip girmediğinizi bir kere daha kontrol eder misiniz?

KONUYLA İLGİLİ KAYNAK MAKALENİN DEVAMI :

SİYONİZMİN; ULUSALCI VE İSLAMCI HİZMETÇİLERİ  

 Siyonizm; bazı sapık Yahudilerin, Şeytani hedef ve prensipleri sistemleştirdikleri bozuk bir ideolojidir. Uhrevi düşünceden ve manevi disiplinden uzak yaşayan, nefsi hevasını ve dünyalık hesaplarını tanrılaştıran, dinini ve ideolojisini sürekli istismar etmekten sakınmayan her insan, zahiren Müslüman, Hıristiyan, ateist de sanılsa, aslında Şeytan’ın ve Siyonist odakların doğal bir üyesi ve hizmetçisidir. Zaten Masonlar, Lionslar, Rotaryanler, bu şeytan şebekesinin resmi ekipleridir. Bunların solcu veya sağcı, ulusalcı veya ılımlı İslamcı, Rusyacı veya Amerikancı geçinmeleri, gerçekten farklı oldukları anlamına gelmemektedir.

28 Şubatın; “Erbakan’ın şahsında Milli ve İslami uyanışı boğmak” üzere dış güçler ve Siyonist Yahudi merkezlerce tertiplendiğini, asker ve sivil yerli işbirlikçilere ise sadece bu Siyonist senaryoda figüran olarak görev verildiğini hala anlamayan veya özenle saklamaya çalışan… Ve dahi, İslam’ı en büyük tehdit ve tehlike sayıp Müslümanları; “gericilikle suçlayan” şu ulusalcı takımı:

“Efendim 28 Şubat, hortlayan gericiliği bastırmak ve Cumhuriyeti kurtarmak üzere girişilmiş Atatürkçü bir harekettir. Ama orduya sızdırılan Güven Erkaya ve Çevik Bir gibi, ABD’nin Truva atları bu hareketin hedefini değiştirdi ve AKP’nin iktidara taşınması sürecine hizmet edildi…” 

Diyerek, bin yıl süreceğini zannedip zevkten zıpladıkları bu haksız ve ahlaksız girişimlerin, beş yıl bile sürmediğini görünce, şimdi “Aydınlanmacı ve sosyalist inkârcı mantıkla” kendilerini teselli edecek mazeretler üretmekteydi. Oysa üstatları Yalçın Küçük bile küçücük bir insaf ve iz’an gösterip:

“28 Şubat, Erbakan türü bir İslami hükümete kapıların kapatılması, AB’ci ve ABD’ci teslimiyetçi zihniyetlere kapıların açılmasıdır”[1]diyerek bu ulusalcıların kof ve boş fikirlerini çürütmekteydi.

Aydınlık’a verdiği röportajda; ABD Yahudi Lobileri tertibi olan ve kendilerini de figüran olarak kullanan, 28 Şubat sürecinde dönemin MGK sekreteri Tuncer Kılınç, bir yandan: “Her yenilikçi harekete karşı gerici hareketler ve çağdışı düşünceler görülmektedir....” sözleriyle İSLAMI, gericilik ve çağdışılıkla suçlayıp saçmalarken, diğer taraftan: “NATO, soğuk savaştan sonra kendisine tehdit aramıştır” diyerek çelişkiye düşmekteydi. Çünkü Tuncer Kılınç’ın söylemeye cesaret edemediği “NATO’nun yeni tehdit ve düşmanı, İSLAMİYET’ti.. Yani Sn. Tuncer Kılınç İslam’ı bir tehdit olarak görmekle, diğer Aydınlıkçı – Ulusalcı takımı gibi, aslında NATO gâvuruyla aynı düşünmekteydi. Ve zaten sonunda: “NATO mükemmel bir örgüt. Ben tamamen kalkmasını değil….” İtirafıyla gerçek niyetini deşifre etmekteydi.[2] Evet, işte ilerici ve Kemalist geçinen Ulusalcılar, sözde karşı oldukları emperyalist NATO ile, aslında aynı zihniyet ve çizgideydi. 

Milli Görüşün devamı” diyerek sürekli tenkit ettikleri AKP’de aynen Ulusalcılar gibi NATO’nun sivil erleriydi. Ve zaten 28 Şubat tertibinde Fetullah Gülen “Erbakan hükümetten çekilmeli, ortamı ve orduyu daha fazla germemeli” diye zırvalayıp ABD’ye ve yerli işbirlikçilerine destek verirken, bundan bir ay kadar sonra Refah-Yol’un düşürülmesi için meclise verilen gensoru oylamasında, AKP’nin kurucu kurmaylarından şimdiki Meclis Başkanı Cemil Çiçek “EVET” oyu vermiş, ama 6 oy farkla Erbakan iktidarı ayakta kalabilmişti. 

Ve tabi CIA tertibi olan vahşi Sivas olayları sanıklarının savunmasını üstlenen Avukatların birçoğunun eski RP’li, SP’li, AKP’li olduğunu söyleyip, kendi aklı ve ayarınca Milli Görüşü karalamaya yeltenen Eren Erdem gibilerini de hatırlatmak gerekirdi.[3] 

1.Her sanığın savunulması ve adalete yardımcı olunması temel insan haklarından ve her avukatın yemin ettiği sorumluluklarından değil miydi? 

2.Bay eren Erdem Sivas’ın rövanşı diye yapılan Başbağlar katliamı mağdurlarının avukatlarını niye zikretmemişti? 

3.Şimdi Ergenekon davası sanıklarının avukatlığını üstlenenler, hepsi aynı zihniyeti taşımak mecburiyetinde miydi? 

Yanlış anlaşılmasın, her insanın görüşüne, düşüncesine ve hayat felsefesine saygı gösteririz ve bu bizim inancımızın ve insanlığımızın gereği idi. Yani birilerinin ateist ve komünist olması, maneviyata ve metafizik hakikatlere inanmaması ve tercih ettiği hayat tarzı bizi ilgilendirmezdi. Ancak, bunların da başkalarının inancına ve yaşam tarzına saygı göstermesini bilmeleri beklenirdi. Yüzde doksan dokuzu resmen Müslüman olan Milletimizin dininden ve ahlaki değerlerinden nefret ve hakaret eden, Hıristiyan, Yahudi ve dinsizlere gösterdiği hürmeti İslam’dan esirgeyen, her fırsatta “gerici, yobaz, çağdışı” diye hücum eden edep ve erdem yoksunu kesimlerin niye bir türlü marjinallikten kurtulamadıklarını ve düşmanlık besledikleri toplumdan dostluk ve taraftarlık ummalarının yanlışlığını artık anlamaları gerekirdi.

Ergün Babahan’ın itiraf ve iftiraları! 

“Abdi İpekçi, Çetin Emeç ve Dinç Bilgin gibi gazetecileri, Hürriyet, Milliyet ve sabah gibi gazetelerin sahiplerini Sabataist, yani Müslüman görünen gizli Musevi olduklarını” hatırlatan Star yazarı Ergun Babahan[4] 

“ Sonunda, Ulusalcı kanadın onaylamadığı bir inanç kökünden (Sabataizmden) gelen insanlar Medyadan tasfiye edildi. Ve Sabataistleri deşifre eden bu kitap ve yazıları hazırlayanlar şimdi Ergenekon sanığı (ve çoğu tutuklu idi)” diyor ve tam bir hokkabazlık sergiliyordu. Şimdi AKP yalakalarına ve ona inanan ahmaklara soralım:

1. Türkiye’de Ulusalcı geçinenler Sabataizme veya Yahudiliğe değil, İslamiyet’e düşmandı. Çünkü ulusalcıların elebaşları da dönme takımındandı.

2. Sabataist hainleri deşifre edenler eğer Ergenekoncu diye şimdi tutuklanmışsa, o halde bu operasyonları tezgahlayanlar Siyonist odaklardı ve Sabataist destekli AKP iktidarıydı!?

3. “Bunlar Erbakan’ın planı ve devamıdır” diye AKP’nin bütün sapkınlık ve haksızlıklarının vebalini Rahmetli Hoca’nın sırtına yıkan ve “AKP, Ergenekon davasıyla Sabataistleri tasfiye ediyor” palavrasını savuran şu El-aziz Gazetesi, AKP’nin sadık kalemşörü Ergun Babahan’ın bu itirafları karşısında, şimdi hangi uydurma yoruma sığınacaklardı?

Melih Aşık’ın Kıcıklığı! 

Türkiye’de farklı görünüşlü ve aykırı yürüyüşlü zannedilen, ama gerçekte aynı bozuk tıynet ve zihniyete sahip oldukları bilinen kesimlerin ortak ve mutlak hedeflerinin başında Erbakan Hoca’nın gelmesi de dikkat çekiciydi. Erbakan’a düşmanlık komploları ve etkisiz kılma kumpasları resmen tescil edilmiş olan ABD Yahudi Lobilerinin ve onların yerli solcu – sağcı tetikçilerinin, sağlığında yaptıkları yetmemiş gibi, hala hıncını alamayan Melih Aşık ve benzerleri; Faik Işık gibi iftiracılarının ve Oğuzhan Asiltürk gibi münafıkların asılsız iddialarını bahane edip yeniden Hoca’ya hücuma geçmişlerdir. 

Erbakan Hoca’nın sağlığında avukatları aracılığıyla “Hiçbir ilgisinin ve tasvibinin bulunmadığını” resmen açıkladığı ve şimdi koyu bir AKP reklamcısı yerel bir gazetenin Atatürk’e sataşan yakışıksız yazılarını gündeme getirip: “Erbakan’ın sesi olarak bilinen gazete” diyerek, alakasız ve ahlaksız tavırlarla rahmetli Hoca’ya çamur atmaya kalkışan bay melih Aşık! 

“Yükseklere tükürme, dönüp yüzüne düşer” 

Üstelik Atatürk’le ilgili yazılarını kınadığımız o gazeteyle, sizin bu Hoca’ya yaptığınız aynı şey değil midir? 

Akit yazarı Abdurrahman Dilipak Hala Hoca’ya Kin Kusmaktaydı! 

“Hepimiz insanız ve herkes yanılabilir.. İttifak ettiğimiz zaman birlikte hareket ederiz, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görürüz. İnsanlar, dini ve siyasi önderlerini ilahlaştırma ve Rableştirme konusunda çok istekli. Oysa "Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin" denmedi mi bize.. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah'ın bizim için hayır murat etmiş olabileceği uyarısı yapılmadı mı? Kimileri önüne geleni tekfir ediyor. Allah'ın emrine uymazsanız haram işlersiniz, Resul'ün sünnetine uymazsanız mekruh olur, ama birileri gibi düşünmezseniz dinden çıkarsınız. Böyle bir şey olabilir mi? "Kendine din ara" diyen de vardı tekfirciler arasında..”[5] diyerek, sağlığında yaptığı saldırlar yetmiyormuş gibi, şimdi de Rahmetli Erbakan’ı kastederek, Milli Görüş bağlılarının haşa “Onu Rabb ittihaz edip putlaştırdıklarını” söylemekten, yani iftira etmekten sıkılmıyordu.

Aynı yazının sonunda: 

“40 yıldır nice örnekler yaşadım.. 40 yılın canlı tanığıyım.. 40 yılda neler gördüm neler.. Tarih ibret almayınca tekerrür etmeye devam ediyor. Yine insanlar gözleri ve kulakları kapalı doludizgin meçhule doğru koşuyorlar. "Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak" diye bağırsam kim dinler beni.. Ne olur merhamet edin, sabredin, adaletten ayrılmayın, yoksa sonunuz hüsran. Birileri üç mum yakar seyrinize bakar.. Dostlarınız üzülür, düşmanlarınız bayram yapar. Şeytanı sevindirmeyin.. Aklınızı kiraya vermeyin.. Unutmayalım ki, Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmez..”[6] kendi durumunu tarif ve tasvir ediyordu.

Ey Dilipak.......

* Recep T. Erdoğan’ın Milli Görüş gömleğini niye çıkardığını? 

* Boynuna Yahudi Lobilerince niye cesaret madalyası takıldığını? 

* Sn. Başbakan’ın Irak ve Libya’dan sonra şimdi Suriye ve nihayet İran ve Türkiye’nin parçalanmasını amaçlayan BOP’a kimler tarafından ve neyin karşılığı eşbaşkan atandığını? 

* Irak, Libya ve Suriye işgalleri ve vahşetleri için hangi gerekçe ile AKP’ye taşeronluk yaptırıldığını? 

* Zinanın, kumarın, domuz eti ve yağının, hangi mazeret ve mecburiyetle serbest bırakıldığını? 

* Ahlaki ve ailevi tahribat konusunda AKP döneminde niye patlama yaşandığını? 

* AB ve ABD’nin güdümündeki bir dünya düzeni içinde kahramanlık rolü oynamanın ve İslam’ı Siyonizm’in aracı haline sokmanın Kur’an’daki karşılığını? 

Bir tek sefer olsun, ciddiyet ve cesaretle sorgulamış olsaydınız; belki sizin Erbakan’la ilgili tenkit ve tahriklerinizde samimi olduğunuza kanaat getirebilirdik. Ama hep cerahate konan ve goncadan uzak duran karasinek misali, Erbakan’ın faziletlerini bile tenkit, ama Erdoğan’ın rezaletlerini bile tebrik ederseniz, elbette siz itimat ve itibar edilmez durumuna düşersiniz.. 29 Şubat 2012 tarihli Akit Gazetenizde Sn. Recai Kutan’ın : “Erbakan 28 Şubat sürecinde, halkımızla TSK’yı karşı karşıya getirmek ve dış güçlerin ekmeğine yağ sürmek istemedi” itiraflarına rağmen Erbakan’ı korkak, BOP eşbaşkanı ve Libya katliamı ortağı Erdoğan’ı kahraman gösterirseniz, elbette bu hale gelirsiniz! Oysa Size özel ABD vizesi ve harçlık hediyesi sağlayan Yahudi Lobileri katında, Erbakan’ın dirisine ve ölüsüne dil uzatmanın nedenli kıymetli olduğunu bilenlerdensiniz!? 

Çünkü Macar Yahudi’si ve siyasi tahmin ve yönlendirme şirketi STRATFOR’un sahibi George Friedman’ın itiraf ettiği gibi “Değil Türkiye’deki işbirlikçi kurum ve kesimleri, ABD’nin en yüksek idarecilerini bile gizli ve etkin güç merkezleri (Yahudi Lobileri) yönlendirmekteydi.[7] 

Uluslararası İstihbarat ve Jeopolitik Savaşları 

“Küresel İstihbarat Dosyaları” kapsamındaki belgelerin birer “olgu” ya da “haber” belgesi olmaktan ziyade, “istihbarat ve istihbarata dayalı öngörü” belgesi oldukları konuşuluyor. Bu farkın anlaşılabilmesi için, Stratfor’un ne olduğundan biraz söz edelim. 

1996’da Amerikalı siyaset bilimci ve Macar Yahudisi George Friedman tarafından kurulan ve başkanlığını halen Friedman’ın sürdürdüğü Stratfor, kendisini bir “küresel istihbarat şirketi” olarak tanımlıyor. Merkezi Austin, Teksas’ta bulunan Türkiye dâhil dünyanın birçok ülkesinden analistler çalıştıran şirket, uluslararası ilişkiler alanında istihbarat topluyor, bu istihbarata dayanarak jeopolitik analiz yapıyor ve bu analizlerini, dünyanın dört yanındaki abonelerine ücret karşılığı raporlar halinde satıyor. Şirketin ayrıca tamamen açık istihbarata dayalı olan, dolayısıyla erişimi daha kolay bilgileri bir araya getirdiği ücretsiz raporları da bulunuyor. 

WikiLeaks’in elde ettiği beş milyondan fazla yazışma, Stratfor’ın dünyanın hemen her ülkesiyle ilgili olarak sürdürdüğü istihbarat toplama ve analiz faaliyetinin sonuçları kadar, sürecini de izleme imkânı veriyor; yani bizlere somut bilgiler kadar dedikoduya, tahmine, akıl yürütmelere de dayalı bir tür “Derin Posta” sunuluyor. Peki, bu “Derin Posta”yı nasıl okumalıyız? 

Her şeyden önce, “Küresel İstihbarat Raporları” kapsamındaki belgelerin ham haliyle birer “gazetecilik çalışması” değil, “istihbarat raporu” olduğunu; bu şirketin müşterilerine “ülkelerinin yakın geleceğinde neler olabileceği ve dünyanın ne yönde değişeceği konusunda öngörüde bulunmalarına yarayacak tahminler sunduğunu” bilmemiz gerekiyor. Kısaca Stratfor, CIA ve MOSSAD’ın sivil kanadı gibi ülkeleri, yöneticilerini ve toplum kesimlerini Siyonizm’in hedefleri doğrultusunda yönlendiriyor! 

George Friedman’ın “Devletler arasındaki ilişkiyi irdeliyoruz” itirafı! 

“Bu bazen kaynaklara erişmeyi gerektirir, bazen çok kapsamlı araştırma gerektirir, bazen de mantık ve çıkarsama gerektirir ki bu da bizi bir gazetecilik kuruluşundan ayıran özelliktir. Bizim yapmaya çalıştığımız şey, devletler arasındaki ilişkinin perde arkasını, muhtelif devletlerin neden belli bir şekilde davranmaya karar verdiklerini söylemektir. Devletlerin aldığı kararlardan ziyade, almak zorunda kalacakları kararlar bizi ilgilendirir. Washington’daki bürokratların ve yetkililerin ne dediği bizi pek ilgilendirmez çünkü onlar gelirler, giderler ve pek de önemli ve etkili değildirler. Washington’ın başlı başına bir siyasi ve stratejik raporlar üretme endüstrisi vardır ki, bu raporların birçoğu genellikle hiçbir etiketli ve yetkili şahıs tarafından bilinmemektedir.” “Ve ABD Başkanı gibi gerçekten önemli şahıslar da sizin sandığınız kadar çok sayıda kararı kendi isteklerine göre alma şansına sahip değillerdir. Bir başkanı sıkıştıran, şekillendiren ve yönlendiren baskılar, (ve organları) onun yapmak istediği şeylerden çok daha önemlidir. Bizim odaklandığımız şey de şahıslar değil, bu baskı lobileridir.” İtirafları tarihi önem taşımaktadır. 

Mehmet Ali Birand’ın Ters taklaları! 

28 Şubat'ta yaşananlardan sadece askerleri sorumlu tutmak yanlıştır, haksızlıktır. Ankara'da işlenen cinayette hepimizin parmak izi vardır. Suçlu olanlar arasında askerler kadar, Cumhurbaşkanı'nı, siyasi partilerimizi, daha doğrusu parti liderlerini görüyorum. Hiçbiri çıkıp, askere "Hayır efendiler, bu işe karışmayın. Bunu biz sandıkta hallederiz" demedi. Tam aksine, demokrasinin hallini ellerini ovuşturarak izlediler. MGK toplantısı öncesinde ve sonrasında, iktidarın düşürülmesi için ellerinden geleni artlarına bırakmadılar. Askerin müdahalesi normal göreviymiş gibi davrandılar. Hatta sonradan, şark kurnazlığıyla "Hanımefendiye söyledim, ancak dinletemedim" diye de etrafta dolaşabildiler. 

Siyasi partilerimizin bu açıdan yatacak yerleri yoktur ... 

Onların yokta, bizim (medya) var mı? Hayır, bizlerde gerektiği şekilde demokrasiye sahip çıkamadık. Genelkurmaydan kurgulanan haberleri hiçbir elekten geçirmeden, sorgulamadan yayınladık. Dolaylı veya dolaysız şekilde destek verdik. Dönemin askerci yazar veya TV programcılarını şimdi arıyorum ve hiçbirini etrafta göremiyorum. Birbirimizi aldatmayalım, içimizde bir avucumuz hariç, büyük çoğunluğumuz 28 Şubat katliamına göz yumduk. Kimlerin dik durduğunu da en iyi ben biliyorum. 

Peki, o anlı şanlı yargıçlarımız, savcılarımıza ne demeli? 

Onların katıldıkları toplantının sonundaki ayaktaki alkış sahnesinin, bazı TV kanallarına Asker tarafından nasıl gizlice çektirildiğini bilenler arasındayım. Onlar da ağızlarını açmadılar ve katil olayına gönülden katıldılar. Bu kampanyanın bir parçası olarak, bugün herhalde utanç içindedirler. Askeri brifingini dinledikten sonra ayakta alkışlayanlar şimdi saklanacak yer arıyor olmalılardır. Demokrasi konusunda bugün toz kondurmayan Sivil Toplum Örgütleri ve Üniversiteler ne yaptı dersiniz? Hiçbir şey yapmadılar. Askeri kışkırtmayanlar bile sessizce seyirci kaldılar. Bir yerde suça katıldılar .” [8] diyerek, güya günahını itiraf ederken bile “dolaylı ve kaçak tavırlı biçimde “Erbakan da net bir şekilde askere tavır koyup dik duramadı” diyerek örtülü iftiralarını dile getirmekten utanmayan ve bizim alıklar tarafından “kahramanlık yaptığı “sanılan sabatay ahlaklı M. Ali Birand’la şu Abdurrahman Dilipak’ın ne farkı vardı?

Serdar Arseven, Hoca’ya Verdiği Sözü Tutmuşlar mı? 

"Gitmemek İçin Dönersen, Döne Döne Gidersin!.." 

Rahmetli Erbakan Hoca'nın vefatından bir yıl kadar önceydi... Konut'a gittim. Erbakan Hoca; "Gel bakalım zeki çocuk!" dedi. Gözlerini gözlerime kilitleyerek, "Yahudi mıknatısının çekemediği az sayıda kardeşimiz kaldı. Onlardan biri de sensin!" dedi. Teşekkür ettikten sonra sordum:

"Hocam, niye çoğunluk Yahudi mıknatısının etkisinde?.. Sizin mıknatıs niye çekmiyor onları?.."

Bakışını biraz sertleştirerek... Şu çarpıcı karşılığı verdi Rahmetli Necmettin Erbakan Hoca: "Benim mıknatıs tahtaları çekmez!.." Sonra ekledi:

"Sakın dönme, gitmemek için dönersen..." Durdu... "Döne döne gidersin!.."

Bana: “Aferin, Allah senden razı olsun, Kıbrıs'ın Siyonistlerin eline geçtiğine dikkat çekmişsin." 

"Nedir Hocam bu işin püf noktası?.." Dedi ki; "Süleyman Demirel'dir!.." "Kıbrıs, bugün Siyonist işgalindeyse bunda Süleyman Demirel'in payı büyüktür. Hatta en büyük pay ona aittir." "Kıbrıs'a bir İmam Hatip açmamıza, Kıbrıs'ta Kur'an eğitimi vermemize 'adamı'yla (Denktaş) birlikte engel oldu. Maneviyat gitti mi, vatan bilinci de gider!.."

Dedim ki;

"Hocam, Kıbrıs'tan yeni geldim. Durum berbat. İkinci Filistin olma yolunda. Ne yapmak lazım?.."

Bir vasiyet gibi... "Tayyip Erdoğan kardeşime duyur!" dedi: "Kıbrıs'a el atsın. Oraya derhal bir İmam Hatip yaptırsın. Kıbrıs düştüğü yerden ayağa kalkar!.."

"Hocam" dedim. "28 Şubat günlerinde ne yaptınız, yani bir cümle ile ifade ederseniz?.."

Dedi ki; "Pillerini bitirdik!.."  

Fıkrayı biliyordum... Gülümsedim.

"Hocam 54. Hükümet dönemini ve 28 Şubat sürecini değerlendirirken, 'Şunu şöyle yapsaydım ya da şöyle yapmasaydım?' dediğiniz oldu mu?.." diye sorunca: Gözlerini gözlerimin içine kilitleyerek dedi ki Merhum Erbakan Hoca:

"Dikkat et, seni de Yahudi mıknatısı çekmeye başlamasın!.." 

Müsaade istedim. Çıkarken ekledi: "Kıbrıs meselesini unutma!.." "Unutmam Hocam!.."[9]

Şimdi Serdar Arseven’e soralım: 

1. Erbakan Hoca’ya söz verdiğiniz gibi, gidip Sn. Recep T. Erdoğan’a “Kıbrıs’ta bir İmam Hatip okulu açması” yolundaki tarihi tavsiyeyi ilettiniz mi ?

2. Onun size verdiği yanıtın ne olduğunu söyler misiniz?

3. Erbakan Hoca’nın hatırasını, uyarılarını, AKP’yi aklamak için mi, yoksa vasiyetini uygulamak ve O’nu hayırla anmak için mi yazıverdiniz?

4. Kıbrıs’ta bir İmam-Hatip açtırmayan Süleyman Demirel ve Rauf Denktaş’tan, Recep T. Erdoğan’ın farkını ve faziletini gösterecek bu “Kıbrıs’ta İmam-Hatip okulu açma” tavsiyesinin hala takipçisi misiniz?

5. Az değil, tam iki yıl geçmesine rağmen, Kıbrıs’ın manevi kurtuluşuyla ilgili, Hoca’nın bu vasiyetini, muhatabına tebliğ ve neticesini takip etmemişseniz, Rahmet Erbakan’ın ikaz ettiği gibi “Yahudinin çekim sahasına” girip girmediğinizi bir kere daha kontrol eder misiniz?

28 Şubat Sürecinde Gülen: “Erbakan Başbakanlığı Bırakmalı” diye yırtınmaktaydı! 

Gelin önce 28 Şubat kararlarının alınmasından 45 gün sonrasına gidelim önce… Tarih, 16 Nisan 1997.Yer, Kanal D. 

Fethullah Gülen şöyle konuşuyor ekranda: “Erbakan bu işi (başbakanlığı) beceremedi, eline, yüzün bulaştırdı; emaneti hemen vermelidir, millet adına yapmalıdır bunu…” 

Şaşırdınız mı? 

Bugün “Erbakan neden direnip dik duramadı”, “Erbakan cesaret edip tankın üstüne çıksaydı 28 Şubat olmazdı” diye ahkâm kesenlerin taptıkları demokrasi havarisi Fethullah Gülen, Erbakan’dan başbakanlığı bırakmasını istiyor ve 28 Şubatçıların ekmeğine yağ sürüyordu. Ve zaten ulaştığı bütün şöhretlere bu Siyonist odaklara yağcılığı sayesinde ulaşıyordu. O günler televizyonda Yalçın Doğan’a “Erbakan hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli” diyen Fethullah Gülen, yıllar sonra sözlerinin anlamının aslında başka olduğunu Gazeteciler ve Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil üzerinden söyleyerek, temize çıkmaya çalışıyor, yani ahlakına ve ayarına uygun olarak duruma göre çark ediyordu.

Bugün “28 Şubat’ın kızların başındaki türbanı çıkartmak için yapıldığını” söyleyen cemaat ehline hatırlatalım: Fethullah Gülen o günlerde, türbanın “teferruat” olduğunu savunuyordu. 

Bugün TSK’ye vurabilmek için mezar kazdırıp, kemik arayanlar, 28 Şubat’tan önce işlenen faili meçhul cinayetleri neden görmüyordu, neden yazmıyordu? Cemaat yazarlarının Sedat Bucak ve Mehmet Ağar’a destek yazılarını kimler hazırlıyordu? 

Ali Ünal’ın Kargaları Bile Güldüren F. Gülen Savunması  

Sonraki yıllarda cemaat yazarları, takiyye ve kıvırma sanatının her türünü kullanarak aklanmaya uğraşıyordu. Örneğin Ali Ünal, Milli Çözüm Dergisinin sorularını, isim vermeden 3 Temmuz 2006 tarihli Zaman’da şöyle yanıtlıyordu: “28 Şubat’ta ordu yanlısı bir tavır takınan Fethullah Gülen, neden şimdi Şemdinli ve Ergenekon hadisesinde özgürlükçü bir tavır ortaya koyuyor?” diye soruluyordu. Oysa bu iki tavır arasında Hoca efendinin hiçbir çelişkisi bulunmuyordu. Darbelere her zaman karşı olmuş olan Hoca Efendi, 28 Şubat’ta Erbakan hükümetinin darbe sebebi teşkil edeceğini gördüğü için, muhtemel bir müdahaleyi önlenmek maksadıyla Refah-Yol’un çekilmesini istiyordu.”  

Meğer Fetullah Gülen, darbe olmasın diye Erbakan’a karşı TSK’yı destekleyip 28 Şubat’a arka çıkıyormuş!... Vay anasını be, Fetullah Gülen meğer ne kadar ince ve derin düşünüyormuş![10]  

Konuyu toparlayalım

Aziz Milletimizin mayası ve “doğal hayat yasası” olan İslam’ı inkâr eden ulusalcılar da, dinimizi istismar eden katı veya ılımlı İslamcılar da, aynı Siyonist zihniyetin hizmetkârlığını yapmaktadır. Bunları birbirinin karşıtı ve ilacı sanmak, en azından saflıktır. Ulusalcılar halkımızı ürkütmek, ılımlı İslamcılar da bu ürken kalabalıkları AKP tuzağına sürmekle görevli figüranlardır. 

 


[1] Aydınlık /Sh.2 - 24 Şubat 2012

[2] Bak: 13 Mart 2012 Aydınlık Sh.10

[3] Bak: 10 Mart 2012 – Aydınlık)

[4] Star Gazete – 10 Mart 2012

[5] Akit – 29 Şubat 2012

[6] Akit – 29 Şubat 2012

[7] Taraf / Sh.2 – 27 Şubat 2012

[8] Mehmet Ali Birand , Posta

[9] Yeni Akit, 29.02.2012

[10] Mehmet Ali Güller - 28 Şubat 201