Birbirinden çok ayrı gibi duran konular var bu hafta makalemde. Günlük yaşamımızla tarihimizi, inançlarımızla siyaseti ayrı tutamayacağımızın bir özeti gibi olan konular bunlar.

Öncelikle şu soruyu soralım: Güne nasıl başlıyorsunuz? 

Sevmeden, istemeden de olsa birşeyler yapacağınızı düşünen bezgin, negatif bir ruh haliyle mi? Yoksa bir amacınızın olmasının verdiği neşeyle, şevkle ve enerjiyle mi? 

Hepimiz ikincisini tercih ederiz. Sevgiyle, isteyerek, neşeyle geçirmek isteriz günümüzü. Sevgi olmazsa ruhumuz doymaz sadece yoruluruz, bedeni yorgunluğa bir de zihni yorgunluk eklenir ki bu dünya yorgunluğudur. Dünya yorgunluğunun insandaki olumsuzlukları ise hiç geçmez hatta konular değişse bile enterasan şekilde katlanarak artar.

Peki siz hayatınızı nasıl geçiriyorsunuz? Nasıl okuyorsunuz? Nasıl düşünüyorsunuz? Nasıl yemek yiyorsunuz? 

Durun ve lütfen düşünün.

Hepsinde sadece dünya yorgunluğu ve stresi varsa birşeyleri yanlış yapıyor ve kendinize zulmediyorsunuz demektir. Hayatı birilerinin ön yargılarına, isteklerine bağlanarak, nefrette, öfkede, negatifliklerde sakınca görmeyerek yaşamak insanı yorar, yıpratır ve en önemlisi de uzaklaştırır. 

Nelerden mi? 

Doğru olandan, güzelliklerden, sevgiden, ruh zenginliğinden, huzurdan, neşeden, kardeşlikten, iyilikten, yardımlaşmadan.

Hemen her konuda, neredeyse dünyadaki bütün sorunlar hakkında söylenmeyen üretilmeyen “çözüm”, yapılmayan yorum, ekonomik yönlendirme vs. vs. neredeyse yok. Herkes her konunun teknik anlamda çözümünü aslında çok iyi biliyor gibi ama nedense sorunlar giderek büyüyor, uçurumlar artıyor, çünkü:

Artık sadece teknik çözümlerle yetinmeyip, vicdanlara seslenmenin, gerçekten düşünmenin ve kalpleri harekete geçirmenin zamanı geldi. Tüm dünyanın ahlaki yönde değişmesi gerekiyor hem de hızla. 

Bu değişimdeki en önemli sorumluluk bence Müslümanlara düşüyor. Tabi ki toplumun değişik kesimleri, farklı düşüncelere, inançlara sahip olanlar da bu sorumluluk altındalar ama Müslümanlar olarak bizlerin sorumluluğu çok büyük. İslam dinimiz bize sadece kendimiz için değil herkes için iyiliği emrediyor. Kendimiz aleyhine bile olsa adaletli olmayı, sevgiyi, güzel sözü yaymayı, alçakgönüllü olmayı, bencillikten sakınmayı, zulme boyun eğmemeyi ve mazlumlardan yana olmayı ve daha birçok güzel hasletin yaşantımızın temelinde olması gerekiyor. Bunu da yılmadan, kararlılıkla, çıkar beklentisi olmadan sadece Allah için yapmamız.

Bunu başarabiliriz, hakkaniyetsizlikler, adaletsizlikler olsa da biz hep iyilikten yana olup, Allah için yaşamaya, İslamiyet’in güzelliklerini anlatmaya kararlılıkla devam edebiliriz, Allah için hakkıyla, yılmadan çaba gösterebiliriz. 

Bu konuda en güzel örnekler yine tarihimizde var aslında. 3 Mayıs olması itibariyle Kelimelerin Serdarı Fatih Sultan Mehmet Han’ı rahmetle yad ederek, şiirlerinden bir alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İmtisâl-i câhidû fi’llâh olupdur niyyetim 

Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidir gayretim. 

(Niyetim ‘Allah uğrunda hakkıyla çaba gösteriniz.’ ayetine bağlı kalmaktır. Gayret gösterişim İslâm dininin gerektirdiği gayretlerdir.)

Hayatını İslam’a adamış, Allah için yaşamaya niyet etmiş ecdadımız Fatih Sultan’ın gayesi hiçbir zaman para, pul, makam, intikam ve şöhret olmadı. “Biz toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz” demişti ve Allah ona şanlı, şerefli bir zafer nasip etti.  Bizler de gönülleri fethedelim, şimdilerde sürekli tartışma konuları çıkartılıyor, aramızda suni ayrımlar oluşturulmaya çalışılıyor, bu oyuna gelmeyelim. Dinimiz her zaman kendinden önce kardeşini, yardıma ihtiyacı olanı, hatta esirleri düşünmeyi emreder.

Her Müslüman tüm dünyanın huzurundan, güvenliğinden sorumludur. Tarihimizi insanlığı birleştirmek, sevgi, saygı ve kardeşlik için kullanalım. Tarihten dersler çıkaralım ve bunları tecrübeye dönüştürüp, ülkemizi geliştirmek, ruhlarımızı güzelleştirmek, tekrar birliği tesis etmek için kullanalım. Ayrılık çıkarmak, bölünmek için değil.

Bu vatan bizim, hep birlikte varız, hep birlikte güçlüyüz, bunu sakın unutmayalım.