“TC anayasasının altıncı maddesinde “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” der. Bu aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel dayanağıdır.

Gelin görün ki, ulus egemen olmasına olmuştur da muhataplık hususuna henüz vasıl olamamıştır. Zira CHP’nin yönetimindeki ulusun her hangi bir etkinliği söz konusu değildir. 

Ancak zaman ilerledikçe –özellikle de Milli Şef döneminde- yaşanan baskı, horlanma, ekonomik bunalım ulus açısından büyük bir huzursuzluğa yol açar. 

Tek parti diktasının giderek derinleştiği bu ortamda tepki çekmemek için muhalefet partisi kurulur. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının ilkeleri arasında liberalizm (hürriyetperverlik) ve demokrasi (halkın hâkimiyeti) yer alır. Ancak Şeyh Sait isyanı bahane edilerek basın da dâhil olmak üzere bütün muhalif unsurlar bastırılır ve 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Halk Fırkası da kapatılır. Böylece CHP’nin tek parti “hâkimiyeti” daha da derinleşerek devam eder.

Tahmin edileceği üzere ulus hala “egemen” değildir.

Oysa demokratikleşme ve liberal ekonomimin revaçta olduğu batıda –ki faşizm revaçtadır-totaliter rejimler kabul görmemektedir. İlişkilerin güveni açısından 1930’da yeniden bir muhalefet oluşturulur ve bu kez Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulur.

Ulus, egemenliğin cesaretiyle SCF’ye olağanüstü bir şekilde ilgi gösterir, umut bağlar ve iktidar alternatifi olacak hale getirir. İşte tam da o sırada dikta kalemşorları “irtica hortladı bunlar şeriat istiyor” diye basar yaygarayı. Belediye seçimlerinde oyların SCF’ye gittiğini gören CHP bütün devlet mekanizmasını harekete geçirir. Nitekim 17 Kasım 1930’da SCF’de feshedilir. Yaklaşık bir ay sonrada “menemen” hadisesi yaşanır. (Böylece bütün muhalifler ortadan kaldırılmış olur)

Ulus, egemenliği yine kaptırır

1946’da DP (Demokrat Parti) kurulur. Ulus bu kez Adnan menderes başkanlığındaki DP’ye yönelir ve umudunu ona bağlar. Nitekim 1950’deki seçimlerden zaferle çıkan DP iktidar olur. Ulusun sevgi ve umutla bağrına bastığı DP Seçimi kaybeden CHP tarafından sürekli olarak “irtica” söylemlerine muhatap olmasına rağmen oylarını giderek daha çok artırır.

Her yol denenir ancak DP’nin yükselişi önlenemez ve 27 Mayıs 1960 da darbe yapılır. 

Ulusun iktidar yaptığı DP Darbe ile yönetimden uzaklaştırılır ve Başbakan Menderes ile arkadaşları yine uslun gözyaşları eşliğinde idam edilir. Bu yolla güveni sağlanan hususlardan sadece ikisinin maddeleri şöyledir.

 Atatürk Reformlarını Korumak, İslam’ı siyasi açmalarla istismar etmemek.

Ulus yılmaz bu kez kendisini DP’nin devamı olarak niteleyen ve her fırsatta bunu dillendiren AP’ye yönelir.

Çok değil bir yıl sonra 1961’de yapılan seçimlerde, söylemelerinde DP’nin devamı olduğunu dillendiren AP, 277 sandalye ile CHP’nin önüne geçer.

DP’nin devamı olduğu -iddiasıyla-  AP’yi iktidara taşıyan “Nurlu Demirel” icraatlarında bunun tam tersini yapar ve göbekten bağlı olduğu ABD politikaları yüzünden 3 sente muhtaç olur. 

Yaşanan anarşi bahane edilerek 12 Mart 1971’de ordu Dönemin AP lideri olan (mirasyedi) Demirel’e muhtıra verir. Nihat Erim başkanlığında sivil bir Hükümet kurulur. Neticede o da sonuç vermez ve 12 Eylül darbesi ile asker yeniden yönetime el koyar. ( Demirel iktidar sahnesinde yıllar geçirir ve Türk siyasetine “7 kez gittim 8 kez geldim “ sözünü hediye eder.)

Aynı yıl 1969’da Necmeddin Erbakan’ın kurmuş olduğu Milli Nizam Partisi de kapatılır. Ancak Necmeddin Erbakan 1972’de Milli Selamet Partisini kurar.1975’de Milli Selamet Partisi koalisyon ortağı olur. Birinci MC hükümeti bir süre sonra bozulur ve İktidara taşınan Milli Selamet Partisi 1977 yeniden koalisyon ortağı olur. İkinci MC Hükümeti 12 Eylül darbesi ile son bulur ve tüm Partiler kapatılır. 

Ulus kendisine verilen “egemenliği” elde etmeye kararlıdır ancak darbeciler için de aynı durum söz konusudur. Gelin görün ki ne “ulusun” ne de “darbecilerin pes etmeye niyetleri yoktur. Kenan evrenin bütün karşı propagandalarına rağmen 1983 yılında Turgut Özal liderliğindeki ANAP iktidar olur.

Ulus yeniden “egemenlik” misyonunu omuzlar. 

Aynı dönemde Milli Görüş Hareketi de yeniden Refah Partisi ile Türkiye siyasetindeki yerini alır. Ancak Milli güvenlik Konseyi 33 Kurucusu bulunan hareketi veto eder. Her şeye rağmen Ahmet Tekdal Başkanlığında sürece katılan RP, Necmeddin Erbakan’ı siyasi yasağı kalkması ile beraber 1987 Kongresinde Genel başkan seçer.

Ulus, Milli ve Manevi değerleri önceleyen, İMF ve dışa bağımlılığı reddeden, modern köleliğin karşısında şiddetle yer alan, Siyonizm’den bahseden söylemleri ile bu “Türkiye’nin en zeki” adamına teveccüh gösterir ve onu iktidara taşır. 1996’da Necmeddin Erbakan yeniden koalisyonun büyük ortağı olur ve DP ile yönetim vazifesini paylaşır. O andan itibaren gerçek “egemenler” devreye girer ve ulusun egemenliğine son vermek üzere –tıpkı geçmişte olduğu gibi- yeniden “irtica hortladı ”yaygaraları ile pek çok akıl almaz entrikaları sırlar. Akıllara zarar maskaralıklar tiyatro sahnelerde yerini alır. Ulusun aklı karışır, ordu tankları ile sokakta gösteri yapar.. Ulus şaşkındır. Tamda egemen olmuşken yaşananlardan Erbakan’ı ve söylemlerini sorumlu tutar. Ve dönemin Başbakanı “gerçek egemenlerin” sahnelediği entrikaların ortasında yapayalnız bırakılır.

28 Şubat Post Modern darbe ile hükümet düşürülür RP kapatılır Genel Başkan ve Başbakan Necmeddin Erbakan siyasi yasaklı olur. 

17 Aralık 1997 de Milli Görüş hareketi Fazilet Partisini kurar ancak Necemeddin Erbakan Siyasi yasaklıdır ve Genel Başkanlığa Recai Kutan seçilir. FP’nin kongresinde  “bizim medeniyetimiz batı medeniyeti karşısında yenildi” diyen Abdullah Gül ve arkadaşların tabiri caizse Milli Görüş misyonundan ayrıldıklarını ve yenilikçi bir grup olarak adlandırıldıklarını tebliğ ederler.

 Neticede yaşanan tüm bu süreçlerin sonunda 28 Şubatın etkileri ve çeşitli çalkantıların tesiri ile  FP, RP’nin devamı olduğu gerekçesiyle 2001 tarihinde kapatılır.

Geldiğimiz noktada, 28 Şubatı ve önceki dönemlerde tüm darbeleri gerçekleştiren “diktacılar” 2013 yılına gelindiğinde yeniden sahneye çıkmış ve “ulusun” egemenliği üzerinde yeni tiyatrolar geliştirmeye yönelmiştir.

28 Şubatın toplum üzerinde oluşturduğu psikolojik kargaşa ve post Modern darbe esnasında dönemim Başbakanı Erbakan’ın “söylem ve icraatlarından dolayı” tüm bu olanlara sebep olduğu kanaatine sahip “edilen”  ve egemenliğinin arkasında duramayan ulus, umulur ki bu kez imtihanından geçer not alır.

Öte yandan şimdi ise geçmişle hesaplaşma günüdür. Gün Siyasetin mutlak egemenlerine, fırsatçılarına, mirasyedicilerine, çıkarcılarına, her dönemin adamı cemaatlerine ve ulusun egemenliği için bedel ödeyenlerine dikkat etme, birbirinden ayırma ve gerçeğe ulaşma; siyaseti gelecek nesillerin istikbali üzerine inşa edebilme ferasetine ulaşma günüdür.

Hasılı kelam.. 

Bir türlü “egemen” olamayan ve bunun için mücadele eden ulusa derim ki;

Geçmişten ders çıkarmak, dostu düşmanı ayırmak, çıkarlar değil evrensel değerler etrafında buluşmak, idealini hırs, kibir, menfaat ve hainlik üzere tesisi edenlerden sıyrılmak, ülkemizin ve dünyanın geleceğine ışık tutabilmek üzere ‘egemen’ olmanız dilek ve duası ile”.

Bu makaleyi 2013’te kaleme almış, bir uyarı ve dua ile noktalamışım. Kaderin cilvesine bakın ki, meğer konu kapanmayacak ve tam üç yıl sonra “darbeci zihniyet” bu kez cemaat kisvesi altında sahneye çıkacak, bu ülkenin tankını topunu tüfeğini yine bu ülkenin evlatlarının üzerine çevirecektir. Evet, 15 Temmuz darbe girişimini kastediyorum. 

(Nasipse onu da ayrı bir yazımızda kaleme alma niyetindeyiz).

 Ayşe Müzeyyen Taşçı