Bir dini grup nasıl suç şebekesine dönüşür?






15 Temmuz miladından sonra din-devlet ilişkilerinin tarihsel tecrübe doğrultusunda yeniden yapılandırılarak dini grupların gelenekle bağını yeniden sağlayacak kurumların inşa edilmesine imkan sağlanması FETÖ benzeri oluşumların ortaya çıkmasına fırsat verecek süreçleri engellemenin en önemli aşamasıdır.

















Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan cemaatler, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir kez daha gündeme gelerek yoğun tartışmalara konu oldu. Darbe teşebbüsünün arkasında cemaat görünümlü bir suç şebekesinin olması kuşkusuz bunun en önemli gerekçesini oluşturuyor. İlk ortaya çıktığı dönemde siyasetten/kamusal alandan uzak durarak bir züht ve takva hareketi görüntüsü veren “cemaat”in nasıl bir suç şebekesine ve terör örgütüne dönüştüğü son birkaç yılda yaşanan 7 Şubat MİT krizi, 17-25 Aralık “Yolsuzluk Operasyonu” ve nihayet 15 Temmuz darbe girişimiyle gün yüzüne çıkarken geriye doğru bakıldığında faili meçhul cinayetlerden Ergenekon soruşturmasına; 28 Şubat’tan askeri okullar, ordu, yargı ve bürokrasideki kadrolaşmaya; KPSS sorularının çalınmasından yasadışı dinlemelere pek çok olayda adı geçen FETÖ yakın tarihimizi şekillendiren en önemli aktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.





Din-devlet gerilimi

Tüm bu gelişmeler Türkiye’deki cemaatleri tartışmaların odağı haline getirerek şu sorunun yüksek sesle sorulmaya başlanmasına sebep oldu: Diğer cemaatler gibi bir “dini grup olarak” ortaya çıkan FETÖ yıllar içerisinde böylesi bir suç şebekesine dönüştüyse benzer riskler diğer cemaatler için de söz konusu olabilir mi? Bu sorunun muhtemel cevaplarının aranması gereken yerlerin başında Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kemalist modernleşme anlayışı zemininde şekillen(diril)en din-devlet ilişkilerinin ortaya çıkardığı gerilimden kaynaklanan yapısal sorunların olması gerçeği bir tarafa FETÖ’nün, “legal” olmasa da toplumsal bir realite olarak varlığını sürdüren diğer cemaatlerden farklılaşmasına sebep olan başlıca özelliklerinin tespit edilmesi meselenin anlaşılması noktasında önemli katkılar sağlayacaktır. FETÖ’nün ayırt edici özellikleri ortaya koyularak aynı zamanda “bir dini grup nasıl suç şebekesi haline gelir?” sorusuna cevap bulunabilecek süreçlere de ışık tutulacaktır.

Uzun yıllar “Gülen Grubu”, “Gülen Cemaati”, “Hizmet Hareketi”, (biraz daha ötekileştirici/aşağılayıcı bir ifade olarak) “Fethullahçılar” gibi isimlerle anılan yapının diğer cemaatlerden ayrılan ve aynı zamanda örgüte ana rengini veren en temel unsurunun devleti ele geçirmeye yönelik bir “gizli gündem” doğrultusunda faaliyet göstermesi olduğu söylenebilir. FETÖ’nün uzun bir süre dini ve hayri hizmetleri “devleti ele geçirme” planını gizlemek için bir paravan olarak kullandığının anlaşılması bu yapının aslında bir “dini grup” değil, “dini araçsallaştıran” bir grup olduğunu göstermektedir. Kuşkusuz bu durum FETÖ’nün yapılanmasında “gizlilik” konusunun diğer cemaatlerden oldukça farklı bir şekilde ele alınmasına sebep olmuştur. Mevcut yasal düzenlemeler ve uzun yıllar boyunca benimsenen baskıcı laiklik anlayışı tüm dini grupların faaliyetlerini belli bir gizlilikle yürütmesini gerekli kılmakla birlikte son yıllarda (yapısal olmasa da fonksiyonel olarak) değişen laiklik anlayışının ve oluşan özgürlük ortamının cemaatlerin gizlenme ihtiyacını büyük ölçüde ortadan kaldırdığı bilinmektedir. Bu anlamda gizliliğin diğer cemaatler için konjonktürel, FETÖ için ise stratejik bir tercih olduğu anlaşılmaktadır. Zira FETÖ’nün ordu başta olmak üzere devlet kurumlarındaki kadrolaşmada en önemli stratejisinin gizlilik olduğu, uzun yıllar kendini gizlemeyi beceren örgüt mensuplarının “uyuyan hücreler” olarak zamanı gelince (veya talimat alınca) harekete geçmek üzere hazır bekletildiği ortaya çıkmıştır. FETÖ’de gizlilik o kadar ileri bir noktadadır ki yapı içerisindekilerin dahi bir yerden sonra birbirlerini tanımalarına imkan verilmemekte; örgüt mensuplarının bazı durumlarda üstlerinden aldıkları görev/talimatlar hususunda eşlerine dahi bilgi vermemeleri sağlanmaktadır.

Bir strateji olarak benimsenen gizlilik, FETÖ’yü diğer cemaatlerden ayıran önemli özelliklerinden biri olan “tedbir” söylemini ve buna bağlı olarak “takiye” uygulamalarını beraberinde getirmiştir. En kısa tanımıyla “olduğundan farklı görünme” anlamına gelen takiye, Sünni İslam geleneğini şekillendiren ilkeler açısından reddedilen bir yöntem olarak kabul edilmişken Şia ve İran karşıtlığıyla bilinen FETÖ uzun yıllar boyunca takiyeyi yerleşik bir tutum olarak benimsemiştir. Özellikle laiklik hassasiyetinin had safhada olduğu ordudaki yapılanmasında dindar (!) kimliklerini gizlemek için tedbir gereği namaz kılmayı terk etmek, alkol almak, eşlerinin başını açtırmak; hatta din ile mesafeli kimlik biçimlerine bürünerek söz gelimi ateist gibi görünmek de dahil amorf gibi tercihler FETÖ mensuplarının en bilinen takiye örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yönüyle FETÖ karşıt bir söyleme sahip olduğu Şia’nın takiye yöntemini kullanmak suretiyle, Sünni öğretinin çizmiş olduğu sınırlara büyük ölçüde riayet ettiği bilinen diğer cemaatlerden ciddi manada farklılaşmaktadır. Zira bilindiği kadarıyla münferit örnekler bulunabilecek olsa da Türkiye’deki diğer cemaatler tarafından takiye bir yöntem olarak kullanılmamaktadır. Takiye yöntemiyle Sünni kimliğinde büyük bir gedik açılan FETÖ’nün meşruiyet telakkisi farklılaşarak “hedefe götüren her yol meşrudur” anlayışına kapı aralanmış ve örgüt, vicdan sahibi hiçbir Müslümanın kabul edemeyeceği sınav sorularının çalınması, yasadışı ses ve görüntü kayıtlarıyla mahremiyete tecavüz ve nihayet darbe teşebbüsüyle masum insanların kanını akıtmak gibi geleneksel “İslami mücadele” ilkeleriyle asla bağdaşmayan uygulamalara imza atmıştır. Sosyal grupların hepsi için bir ölçüye kadar geçerli olan “kayırma” konusunda ise FETÖ o kadar ileri gitmiştir ki kadrolaşmada tek kriter bu yapıya mensubiyet olmakla kalmamış, örgüt mensupları gizli gündemi hayata geçirme konusunda engel olarak görülen kişileri ekarte etmek için çeşitli kumpaslar kurmaktan da geri durmamıştır.

Sıkı hiyerarşik yapı

Bu yapıyı diğer cemaatlerden ayıran en belirgin özelliklerden bir diğeri de “örgütlenme biçiminde” kendini göstermektedir. Türkiye’deki diğer cemaatler incelendiğinde daha gevşek yapılarla karşılaşılırken FETÖ’nün son derece sıkı bir hiyerarşik yapılanmayla örgütlenerek güçlü bir denetim mekanizması oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda askeri bir disiplinle işletilen emir-komuta zinciriyle cemaat mensuplarının okuyacakları gazete/dergi ve kitaplardan eş tercihlerine; alışveriş yapacakları yerlerden çocuklarına verecekleri isimlere; çalışacakları kurumdan yaşayacakları şehre kadar hayatlarının her alanına müdahale edilerek adeta robotlaştırıldıkları görülmektedir. Kuşkusuz bu hiyerarşinin tepesinde Fethullah Gülen bulunmakta, onun talimatları asla sorgulanmadan yerine getirilmektedir. Her ne kadar lidere/şeyhe biat/itaat tüm dini (bazen dini olmayan) gruplarda var olan tabii bir olgu, hatta dini grupların temel yapısal özelliklerinden biri olsa da geleneksel Sünni İslam anlayışında bu durum mutlak değil; “Şeriatla” mukayyet olup hiç kimse, hatta peygamberler bile “la yüs’el” görülmemiştir. İslami ilkelerle çelişildiğinde itaat söz konusu olmamakta, itirazlar dile getirilebilmektedir. FETÖ’de ise İslam’ın asla onaylamayacağı tutum ve uygulamalara yol açan talimatlar “hocaefendinin sorgulanamazlığı” ile kabul edilmekte ve güçlü hiyerarşik örgütlenmenin sağladığı işlevsellikle yerine getirilmektedir. Bu anlamda diğer cemaatlerde tasvip etmedikleri uygulamalar söz konusu olduğunda mensupların gruptan ayrılmaları daha kolay olurken eşlerini ve işlerini cemaate borçlu olan; çocukluktan itibaren hayatları boyunca sürekli denetlenerek ve yönlendirilerek özgür iradeleriyle karar almalarına izin verilmeyen FETÖ mensuplarının gruptan ayrılmaları pek mümkün olmamaktadır.

Kendilerini “altın nesil” olarak tanımlayan cemaat mensuplarının mümeyyiz vasıflarından bir diğeri de elitizm ve seçilmişlik hissini besleyen “başarı odaklılık” olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’deki diğer cemaat/tarikat yapılanmaları söz konusu olduğunda “başarı”nın önemli bir kriter olmadığı, başarısız insanların; hatta hiçbir işe yaramayan kimselerin dahi grup içerisinde kalmasına müsaade edildiği, başarısızlıktan dolayı kimsenin dışlanmadığı bilinmektedir. FETÖ’de ise cemaate dahil olmanın ve içeride kalmanın başarıya bağlı olduğu görülmektedir. Bu anlamda küçük yaşlardan itibaren tespit edilerek devşirilen başarılı öğrencilerden azami ölçüde istifade edilmiş, bu iş için de dershaneler en önemli insan kaynağı olarak kullanılmıştır. Başarı odaklılık cemaatin elitist bir tavır takınmasına yol açarak seçilmişlik hissini sürekli beslemiş ve mensupların kendilerini diğer Müslümanlardan üstün görmesine sebep olmuştur. Bu seçilmişlik hissi aynı zamanda kutsal amaçlarına engel olarak gördükleri “öteki” Müslümanların feda edilebilirliği düşüncesine zemin oluşturarak kurulacak kumpaslara da meşruiyet kazandırmıştır.

FETÖ’nün ayırt edici özellikleri genel olarak değerlendirildiğinde cemaatin bir suç şebekesine dönüşme sürecinin “Geleneksel Sünni İslam Anlayışından” uzaklaşmayla eş zamanlı ve doğru orantılı olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun temel sebebi ise Cumhuriyetin ilk yıllarında yapısal özelliklerini kazanan din-devlet ilişkileri zemininde cemaatlerin gelenekle bağını sağlayan kurumsal süreçlerin büyük bir kısmının ortadan kaldırılması olmuştur. Bu anlamda Cumhuriyet tecrübesi ile oldukça zor ve sıkıntılı dönemlerden geçen cemaatlerin gelenekle bağını sürdürdüğü nispette suç şebekelerine dönüşmekten uzak kalacağı gerçeği bir tarafa; 15 Temmuz miladından sonra din-devlet ilişkilerinin tarihsel tecrübe doğrultusunda yeniden yapılandırılarak dini grupların gelenekle bağını yeniden sağlayacak kurumların inşa edilmesine imkan sağlanması FETÖ benzeri oluşumların ortaya çıkmasına fırsat verecek süreçleri engellemenin en önemli aşaması olarak karşımıza çıkmaktadır.