1977 yılında yapılan genel seçimlerde Milli Selamet Partisi’nden (MSP) İzmir milletvekili adayı olan Turgut Özal seçilememiş fakat daha sonra Süleyman Demirel tarafından Başbakanlık Müsteşarlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşar Vekilliği görevlerine getirilmiştir. Turgut Özal, görevi gereği 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik alanda bazı kararlar almıştır. Ancak bu kararlar çok sert önlemleri de beraberinde getirmiştir. Amaç, ülkede yaşanan ekonomik istikrarsızlığı yok etmek, üretimi artırmak ve karaborsacılığı önlemektir. Ayrıca 24 Ocak kararları ile 1980 öncesi dönemde uygulanan ithal ikameci büyüme stratejisi terk edilmiş ve dışa açık büyüme stratejisi uygulanmaya başlanmıştır. Temel olarak büyüme stratejisi ile iktisadi bir biçimde verimliliğin ve rekabet gücünde artışın sağlanması amaçlanmıştır. Bununla birlikte 24 Ocak kararlarına göre %32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmiştir. Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış, KİT'lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmıştır. Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış ve dış ticaret serbestleştirilmiştir. Yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kâr transferlerine kolaylık sağlanmış ve yurt dışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir. İthalat, kademeli olarak liberalize edilmiş ve ihracat ise vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara yönelik ithal girdide gümrük muafiyeti ve sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile özendirilmiştir. Turgut Özal ekonomide; kamu harcamalarını sınırlandıran, ücretleri düşüren ve serbest döviz kuruna geçen tedbirler almıştır. Bu nedenle IMF ile geniş kapsamlı bir anlaşma imzalanmıştır. Anlaşmaya göre; dolar 35 liradan 70 liraya çıkarılmış, petrol ve petrol ürünleri, çimento, şeker, kâğıt, kömür, gübre, elektrik, tütün ürünleri, alkol, vapur ücretleri, et ürünleri gibi pek çok kaleme geniş oranda zam yapılmıştır. Yapılan bu zamlar ise halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 1970’li yılların sonlarında ülkede artan olaylar şiddeti, yaşanan siyasi ve ekonomik istikrarsızlık da 12 Eylül 1980 darbesini beraberinde getirmiştir. Yapılan darbe neticesinde hukuki olmayan ve demokrasiye aykırı olan bazı kararlar alınmıştır. Bu kararlara göre; Milli Güvenlik Konseyi (MGK) kurulmuş ve bu yapı, ülke yönetiminde söz sahibi olmuştur. 1980 darbesi öncesi siyasette yer alan tüm partiler kapatılmış, siyasetçilere siyaset yapma yasağı getirilmiş ve hatta birçok siyasetçi tutuklanmıştır. Bazı dernek ve sendikalar kapatılmış, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurulmuş ve bazı akademisyenler ile birlikte birçok öğretmen ve memur, kamu görevinden ihraç edilmiştir. Yeni anayasa taslağı hazırlanmasını onaylayan MGK, 7 Kasım 1982 tarihinde anayasa referandumu yapılmasını kararlaştırmıştır. Cuntanın beklediği sonucun aksine halk, %91,37 gibi daha fazla bir oranda evet oyu vererek yeni anayasayı onaylamıştır. Yeni anayasaya göre, cumhurbaşkanının imzaladığı emir ve kararlara karşı dava açılması yasaklanmıştır. 12 Eylül 1980 darbesini yaparak göreve gelen Kenan Evren cuntası, MGK’da tekrar demokrasiye dönüş kararı almış ve 6 Kasım 1983 tarihinde ülke genelinde seçim yapılmıştır. Bu seçime sadece 20 Mayıs 1980 tarihinde Turgut Özal tarafından kurulan, merkez partisi konumunda olan ve hem batının hem de finans çevrelerinin desteğini alan Anavatan Partisi (ANAP) ile İsmet İnönü’nün eski özel kalem müdürü olan Necdet Calp’ın kurduğu Halkçı Parti (HP) ve emekli bir asker olan Turgut Sunalp’ın kurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) katılabilmiştir. Ancak demokratik seçimler yapılmış olsa da demokrasiye ters düşen kararlar da alınmıştır. İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’nün kurmuş olduğu Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) ve yine Adalet Partisi’nin yerine kurulan Büyük Türkiye Partisi’nin (BTP) seçimlere katılması MGK kararıyla yasaklanmıştır. Özal, 24 Ocak kararlarıyla başlayan liberalleşme ve ekonomik istikrar programının sürdürülebilmesi için iktidar talebinde bulunmuştur. Her ne kadar 1980 yılında “bankerler skandalı” yaşansa ve askerler Turgut Özal’a karşı seçim kampanyası yürütse de halk, rakiplerine nazaran sivil gördükleri Özal’ı desteklemiştir. ANAP, seçimlerde büyük bir başarı sağlamış ve tek başına iktidara gelmiştir. 400 milletvekilinin 211’ini ANAP, 117’sini HP ve 71’ini ise MDP almıştır. Turgut Özal’ın iktidara gelmesiyle birlikte ülkede özellikle ekonomik alanda büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. Özal’ın ANAP’ın başında bulunduğu dönem Türkiye ekonomisi, ortalama yıllık %5,2 oranında büyümüştür. Ekonomide serbest piyasa düzenini esas alan yapısal değişim programı yine bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de 1980 yılında kişi başına düşen milli gelire nazaran Turgut Özal döneminde gözle görülür bir artış yaşanmıştır. Türkiye bu dönemde, ithal ikameci modelden ihracat önderliğindeki bir büyüme modeline dönüşmüş ve Türk ekonomisi rekabete açılmıştır. Turgut Özal döneminde, Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde organize sanayi bölgeleri kurulmuş, böylece Anadolu’da hem üretim hem de doğrudan ihracat yapılmaya başlanmıştır. Özal döneminde kurulan “otopark fonu” ve “fakir fukara fonu (fak-fuk-fon)” gibi 100’den fazla fon, bütçe dışı olduğu için meclis ve bürokrasi denetiminin dışında tutulmuştur. Fakat bu fonlar, hükümetin keyfi harcamalarına kaynak oluşturması nedeniyle birçok yolsuzluk iddialarını da beraberinde getirmiştir. Fonlar, “siyasal iktidarın özel bütçesi” haline gelmiş ve yapılan seçimlere kaynak oluşturmuştur. Ayrıca o dönem, yurtdışına çıkan işçiler hariç herkesten 100$ vergi alınması zorunlu kılınmıştır. Bu olumsuzluklar, hükümetin eleştirilmesine ve halkın tepkisine sebep olmuştur. Ziya Öniş, Türkiye’de yolsuzlukların 1980 askeri darbe sonrası kurulan ANAP hükümetleri döneminde ortaya çıktığını iddia etmektedir. Muhafazakâr, gelenekçi, milliyetçi ve hatta sosyal demokrat bir yapıda olan ANAP’ın farklı eğilimleri bir arada bulundurması da demokrasi adına çok önemlidir. Fakat partinin ve hükümetin tutucu bir yapıda olduğu, liberal ve demokratik değerlere önem göstermediği iddiasını öne süren bazı üyeler, koltuklarını kaybetme pahasına da olsa parti politikalarını ve Özal’ı eleştirmişlerdir. Turgut Özal, hükümette ve partide mutlak bir güce sahip olmuştur. Yapılmış olan atamaların kimseye danışılmaması, makamların sadece yakın kişilere verilmesi, bakanların verilen görevi basından öğrenmesi, bakanların çoğunluğunun halk tarafından bilinmemesi ve sadakate göre atama yapılması Özal’ın en çok eleştirildiği konulardır. Aynı zamanda Özal hükümeti, geçiş döneminde olduğundan dolayı ülke demokratik anlamda sadece yüzeysel bir gelişme göstermiştir. Çünkü demokrasiden çok ekonomi Özal’ın ilgilendiği alan olmuş, yasaları ve hukuki düzenlemeleri ise daha çok sıkıyönetime bırakmıştır. Son olarak 1980 askeri darbesi sonrası sıkıyönetim gibi demokratik olmayan bir ortamda ülke yönetmenin ve ekonomik kararlar almanın kolay olmadığı bir gerçektir. 1980’li yıllar, genel olarak ülkenin ekonomik, az da olsa siyasi ve demokratik yönden geliştiği yıllar olmuştur. Her alanda liberal politika uygulayan Özal, ülkenin dışa açılmasında ve gelişmesinde büyük katkı sunmuştur. Ancak Turgut Özal, “önce ekonomi, sonra demokrasi” sözüyle ülkenin demokratikleşmesinin öncelikli öneme sahip olmadığından söz etmiştir. Ekonomi alanında kaydedilen ilerleme, demokrasi alanında maalesef kendini gösterememiştir. ANAP, mecliste çoğunluğu elde etmesine ve anayasayı değiştirebilme gücüne sahip olmasına karşılık antidemokratik olan sendikalar yasası, yükseköğretim yasası, seçim yasası, siyasi partiler yasası ve basın yasası gibi pek çok yasanın kaldırılması için çalışma yapmamıştır. Kurulan fonların keyfi harcanması halk tarafından tepkiyle karşılanmış ve ülkedeki yolsuzlukların ANAP hükümeti döneminde başladığı algısını da beraberinde getirmiştir. Enes CÖMERT