Tarihte Tedâvi Usülleri
Günümüzde hastalıkların tedâvisinde değişik usuller uygulanmaktadır. Bu tedâvi şekillerini analiz etmek üzere kıymetli ilim adamımız M. Sofuoğlu’ nun tercüme ettiği Sahih-i Buhârî isimli eserin 12. cildindeki Kitabu-t Tıbb kısmına baktık. Şimdi bu tedâvi usullerini gözden geçirelim: Tedâvi usullerinden birisi ağızdan tedâvidir. Bu yola tıpta “peroral” yol denmektedir. Çörek otu, bal şerbeti Udu’l-Hindi vs. ilaçların ağız yoluyla alınması bu tedâvi şekline misaldir. İsmi verilecek madde, ilaç ve usullerin ilmiliğini başka makalelerde incelediğimiz için ilaç analizi yapmayı değil, tedâvi usullerini ele almayı istiyoruz. Bir tedâvi usulü de cilde ilaç sürmektir. Biz bunu bugün pomatlarla yapıyoruz. Tarihte de zeytinyağı ve bal sürülmesi gibi uygulamaları görüyoruz. Zeytinyağının bugün birçok şampuanda bulunduğunu, balın antimikrobiyal tesiri sebebiyle tedâvide kullanıldığını batıda çıkan yayınlarda görmekteyiz. Başka bir tedâvi usulü de göze damla damlatmaktır. Atropin türü ilaçlar gibi tesiri olan yer mantarının farmakognozik gücü sebebiyle Yüce kelâmda bunun suyunun göze damlatılmasının belirtilmesi tarihi açıdan göz damlalarının menşeini göstermektedir.Tedâvide kontrendikasyon dediğimiz bir husus vardır ve ilacın verilmesinin mahzurlu olduğu yer demektir. Baygın halde ağızdan ilaç verilmemesinin hadîslerde belirtilmesi bir kontrendikasyonu göstermektedir. Çünkü verilen ilaç baygınken solunum yollarına gidebilmekte, aspirasyon pnömonisi ismi verilen bir çeşit zatürre durumu meydana getirmektedir. Bir diğer tedâvi usulü olarak tıpta burun damlasının verildiği gayet iyi bilinmektedir. Yukarıda belirtilen esere baktığımızda kustu’lhindi (topalak) ve kustu’l bahri isimli ilaçların burun yoluyla verildiği anlatılmaktadır. Bu uygulama tarihte burun damlası uygulamasının orijinini göstermektedir. Dua’nın ve rukye’nin Yaradan’dan şifa talebi olduğunu biliyoruz. Kainatın yaratıcısının dualara icabet edeceği ayet ile sabittir. Fakat burada aynı zamanda bir ruhî tedâvi, yani psikoterapi de söz konusudur. Çünkü her şeyden ve her varlıktan daha kudretli birinin yardım edeceğini bilmek insanda ruhî iyilik buna bağlı olarak da bedeni iyilik görülebilmektedir. Diğer bir hadis-i şerifte de “Şifa üç şeydedir: Hacamatta (kan aldırmada), bal şerbeti içmede veya ateşle dağlamaktadır. Fakat ben (zaruret olmadıkça) ümmetimi dağlamaktan nehyederim,” buyrulmaktadır. (Buharî, Tıb, 3) Bu yüce kelâmla cerrahinin temelleri atılmaktadır. Dağlama tıpta koterizasyon tedâvisine uymaktadır. Yaptığımız bir araştırma ile Yüce Rehberimizin uygulamasında ve Fatih zamanı hekimlerinden Sabuncuoğlu’nun eserinde kullanılan dağlama noktalarının akupunktur noktaları olduğunu hayretle gördük. Bu tatbikat Çin’deki Moksibüsyon uygulamasıyla paralellik arzeder.(Moksibüsyon bir akupunktur uygulamasıdır). Akupunktur Batı’da ve ülkemizde artık üniversitelerde yerini bulmuş ilmiliği kabul edilmiş bir uygulamadır. Yüce Rehberimiz bir akupunktur şekli olan dağlamanın tahrib edici özelliği sebebiyle tercih edilmemesini de vurgulamaktadır. Dağlamanın en son tercih edilmesinin 14 asır öncesinden belirtildiğini şu yüce kelâmların analizinde görüyoruz. Çocuklarda bademciklere dıştan radikal müdahelenin mahzurlu olduğu bunun için tercihan ağızdan ilaç verilmesi belirtilmektedir. Gerçekten de bademcikte ameliyat en son tercih edilmektedir. Çünkü bu organ bağışıklık sistemine ait bir parçadır. Alınması mikrobik hastalıklara zemin teşkil edebilir. Ayrıca lenfoma isimli kanserin bademcik ameliyatı yapılanlarda daha fazla oluştuğunu da literatürden biliyoruz. Tarihte başka bir tedâvi de polisitemi ve kalp yetmezliğinde uygulama alanı bulan flebotomi isimli kan alma uygulamasıdır. Kan aldırma uygulaması, bugün acil bir çok hastaya şifa kaynağı olabilecek kan transfüzyonuna temel teşkil etmektedir.

Bu şartlar altında uyguladığımız bir çok tedâvinin temelinin 14 asır öncesinden atıldığı yakasıyla karşılaştığımız gerçeği ortaya çıkmaktadır.  SÜLEYMAN GÖK