Sivil toplum platformu Denge ve Denetleme Ağı (DDA), 10 yılda Türkiye'deki demokrasi talebinin nasıl değiştiğini incelediği, "Türkiye'de Demokrasi Talebi Raporu"nu açıkladı. Rapora göre toplumun çoğunluğu, yargının bağımsızlığını yitirdiğini ve siyasallaştığını düşünüyor. Eşit vatandaşlık haklarına sahip olma hakkı, söylem olarak ifade edilmesine karşın; etnisite, din ve mezhep, cinsiyete göre eşit yurttaşlık konularındaki önyargılar kırılabilmiş değil.

Toplumun yarısı seçimlerin adil yapılmadığını düşünse de, seçimi kendini siyasal anlamda ifade etmenin en önemli aracı olarak görüyor.

Araştırmayı DDA ile birlikte hazırlayan KONDA'nın genel müdürü Bekir Ağırdır, raporla ilgili bulgulara bakıldığında "ikircikli bir toplum" gördüğünü söyledi. Ağırdır, "Toplum aklımızın yüreğimizin olması gereken, ideal dünyayı arzuluyor. Ama aynı zamanda, bir yarısı da ne olur ne olmaz diye bulunduğu yere kök salmaya çalışıyor gibi bir ikircikli hal var" görüşünü dile getirdi.

KONDA'nın 2010-2019 yılları arasında toplamda 266 bin 993 kişiyle yüz yüze görüşerek gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçları üzerinden hazırlanan rapor sonuçları, video konferans yöntemiyle, Denge ve Denetleme Ağı koordinatörlüğünde düzenlenen basın toplantısıyla paylaşıldı.

Vatandaşların demokrasiyi nasıl tanımladığı, demokrasi için kriterlerinin irdelendiği raporda, veriler hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, eşit vatandaşlık, ifade özgürlüğü, yerel yönetimler ve örgütlenme özgürlüğü başlıkları altında ele alındı.

Raporda öne çıkan değerlendirme ve sonuçlar şöyle:

Anayasa'dan beklenti: Önce adalet

Vatandaşların anayasada "adalet, eşitlik ve özgürlük" beklentisi öne çıkarken, anayasa konusundaki beklentilerine ilişkin değerlendirmeler de yer aldı. Buna göre anayasada "adalet, eşitlik ve özgürlük beklentisi, "devletin bekası" beklentisinin üzerinde yer alıyor. Görüşülen kişilerin yüzde 51'i "anayasa halkın görüşleri alınarak ve değerlendirilerek Meclis'te yapılmalıdır" diyor.

'Yargı siyasallaştı' diyenlerin oranı yüzde 61

Her 10 kişiden en az 9'u adaleti, "herkesin dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun eşit olması" diye tanımlıyor. Ama aynı zamanda 5 kişiden biri, adaletin "güçlülerin kendi haklı çıkarma yolu" olarak kullanıldığı görüşünde. Bu da toplumun bir kesiminde yargı önünde eşitlik ilkesine inancın sarsıldığı şeklinde yorumlanıyor. Mahkemeye yolu düşen 10 kişiden 3'ü, hukuk sistemine güveninin azaldığını belirtiyor. Toplumun yarısından fazlası yargının siyasallaştığına inanıyor. İktidarların savcı ve hakimlere baskı yaptığına inananların oranı giderek artıyor. 100 kişiden 61'i yargının tamamen siyasallaştığı görüşünde. Raporda, halkın neredeyse yarısının mahkemelerin adil karar veremeyeceği düşüncesinde olduğu belirtilerek, adalet ve hukukun üstünlüğünün uygulamada tam karşılık bulmadığı da ifade ediliyor.

Eşit yurttaşlıkta eylem ve söylem farklı

"Eşit Vatandaşlık" bölümü tüm vatandaşların cinsiyet, etnik köken, din, dil, sınıf, varlık ayırt etmeden eşit haklara sahip olması ilkesinin toplumda karşılık bulduğunu ortaya koyuyor. Ancak daha somut ve gündelik yaşamı ilgilendiren sorunlara inince, itirazlar geliyor. İnsanlar kendi hayatlarında maruz kaldıkları eşitliksizler, ayrımcılık ve baskılardan dolayı eşit vatandaş gibi hissetmediklerini, eşitlik beklentisinin karşılanmadığını belirtiyorlar.

'Hukuk dışına çıkılabilir' diyenlerin oranı yüzde 30

Gündelik hayatta çözümsüz sorunlar karşısında toplum genelindeki en yaygın refleks mahkeme, polis gibi yasal yollara başvurmak. Ancak özellikle namus meselelerinde ve kısmen rüşvet, yalancı şahitlik gibi durumlarda kanun dışına çıkılabileceğini düşünenler bulunuyor. Ülke sorunlarını çözmek için kanun dışına çıkılabileceğini ve cumhurbaşkanının hukukun dışına çıkabileceğini düşünen, "terörle mücadelede" devlet görevlilerini hukuk dışına çıkma konusunda koşulsuz haklı bulanların oranı yüzde 30. Raporda, bu durumun, "hukukun üstünlüğüne ve hesap verebilirlik ilkesini tehdit oluşturduğu" vurgulanıyor.

'Her 5 kişiden 2'si kendini ikinci sınıf hissediyor'

Rapora göre tüm vatandaşların cinsiyet, etnik köken, din, dil, sınıf, varlık ayırt etmeden eşit haklara sahip olması ilkesi toplumda söylem düzeyinde karşılık buluyor. Ancak kendi yaşamlarında maruz kaldıkları eşitsizlikler, ayrımcılık ve baskılardan dolay eşit vadandaş gibi hissetmediklerini, örneğin hakim, savcı, polislerin karşılarındakinin kim olduğuna göre farklı davrandığını düşünüyor. Hakim, savcı, polisin, iktidarın adamı olup olmadığına (yüzde 56), zengin mi fakir mi olduğuna (yüzde 52), kadın mı erkek mi olduğuna (yüzde 34), Türk mü Kürt mü olduğuna (yüzde 29), Sünni mi Alevi mi olduğuna (yüzde 25), yani mezhebine göre farklı davrandıklarını düşünüyor. Her 5 kişiden 2'si, farklı nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını ve yine her 5 kişiden 2'si kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiğini belirtiyor.

Azınlık hakkını korumada ilerleme

Türkiye'de demokratikleşme yönünde önemli ilerlemelerden birisi ise çoğunluğun azınlık haklarını ortadan kaldırılmasına verilen destekteki düşüş. 2014'te toplumun yarısı, çoğunluğun azınlık haklarını kaldırıbileceğini ifade ederken, 2017'de bu oran yüzde 32'ye geriliyor. Rapora göre, "Çoğunluğun azınlık haklarını ortadan kaldırabileceği fikrindeki yüzde 18'lik düşüş, toplumun demokratikleşmesi adına önemli bir ilerleme."

Dini kimlik üzerinden ayrımcılık en yüksek

Rapora göre "dini kimlik", toplumda ayrımcılık hissedilen en önemli kimlik alanı. 2017'de yapılan araştırmada ayrımcılık ve baskıya uğradığını ifade edenlerin oranının yüzde 11 olduğu hatırlatılıyor. Son rapora göre bu oran dini inancı olmayanlar arasında yüzde 52, Alevi Müslümanlar arasında yüzde 44, Kürtler arasında yüzde 30, yaşam tarzını modern olarak tanımlayanlar arasında ise yüzde 24.

İstanbul'da İstiklal Caddesi'nde yürüyenlerTelif hakkıDHA
Image captionİstanbul'da İstiklal Caddesi'nde yürüyenler

İfade özgürlüğü: Fikrini kendine saklıyor

Rapora göre, "ifade özgürlüğü konusunda ilke düzeyinde dahi toplumun hukukun üstünlüğüne ve eşit vatandaşlığa olduğu kadar açık olduğu ve ifade özgürlüğü kavramını doğru anladığı veya benimsediği tespitini yapmak pek mümkün görünmüyor."

Toplumun en az yarısı "bir genel ahlak söz konusu olduğunda", "terör ve suçla mücadele için temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanabileceğine" inanıyor. Toplumun yarıya yakını temel hak ve özgürlüklerinin ellerinden alındığını düşünüyor; yine neredeyse yarısı kendinden farklı siyasi görüşü olan biriyle tartışmamak için sessiz kaldığını belirtiyor; üçte biri devlet istediği kişiyi sebepsizce, keyfi gerekçeyle tutukladığı için fikrini kendine saklıyor. Ancak toplumun üçte biri kendini özgürce ifade edebildiğini belirtebiliyor.

'Geleneksel medyaya ilgi ve güven azaldı'

Son 10 yılda medyada yaşanan dönüşümlerin ve toplumun medyaya bakış açısının da ele alındığı rapora göre 2010 yılında bu yana gazede ve televizyonları kapsayan "geleneksel medya"ya hem ilgi hem de güven azaldı. Gazeteleri okumama oranı son yıllarda yüzde 75'lere çıktı. Diğer yandan neredeyse herkes haber kaynağı olarak bir televizyon kanalının adını söylerken, haber izlemediğini ve haberleri televizyondan almadığını söyleyenler hızla arttı. Aynı dönemde yaygın şekilde izlenen birçok haber kanalının izlenme oranları çok ciddi biçimde düştü ve haber kaynağı olarak başvurulan kanallardaki çeşitlilik azaldı. Bu durumun nedenleri olarak, sosyal medyanın hızla yaygınlaşması ve geleneksel medyaya güvenin ciddi şekilde azalması gösteriliyor.

Toplum yerel yönetim kararlarına katılmak istiyor

Rapora göre, yerel yönetimlerin ek vergi, anadilde hizmet, yerel kaynakların kullanımı gibi konularda yetki sahibi olabilmeleri konusunda toplum çekimser. Toplumun yaklaşık üçte biri belediyelerin bu yetkileri kullanmalarını savunyor. Üçte biri buna karşı çıkarken, geri kalanların ise "arada kaldığı" vurgulanıyor. Bu çekimserliğin nedeninin Kürt meselesi olduğu belirtiliyor.

KONDA Genel Müdürü Bekir AğırdırTelif hakkıDHA
Image captionKONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır

Ağırdır: İkircikli bir toplum görüyorum

Raporla ilgili olarak akademisyen Meltem Ersoy sunuş konuşması yaptıktan sonra KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır sonuçlara ilişkin değerlendirme yaptı. Ağırdır, rapor sonuçlarına bakıldığında "ikircikli bir toplum" gördüğünü vurguladı:

"Yani mehteran yürüyüşünü bizim icat etmiş olmamızın bir sebebi olmalı diye bir tezim var benim. Aklımızın yüreğimizin olması gereken, ideal dünyayı azruluyor. Ama aynı zamanda, bir yarısı da ne olur ne olmaz diye bulunuduğu yere kök salmaya çalışıyor gibi bir ikircikli hal var."

Bekir Ağırdır'a göre toplumun "ikircikli" halinin nedenlerinden birisi Türkiye'deki insanların "birey olmakla, yurttaş olmak arasında sıkışması".

Toplumdaki bir başka paradoksun "değerler ile pratikler arasındaki ayrışmadan" kaynatlandığına işaret eden Ağırdır, "Uzay boşluğunda sorarsanız, bu topraklarda herkes kültürünü yaşatsın, dilini konuşsun, devlet de ona destek versin. Herkes bunları destekliyor. Ama 'Kürtler şöyle yapsın mı?', 'Aleviler bunu yapsın mı?' diye sorduğunuzda 'Evet' deme oranı ciddi şekilde düşüyor" görüşünü dile getirdi.

Türkiye'de insanların ikircikli olmasındaki bir başka etkeni "özgürlüklerle güvenlik arasına sıkışmasına" bağlayan Ağırdır, Cumhuriyetle birlikte inşa edilen yeni Türk kimliğinin ana unsurlarından birisi güvenlik arayışı olduğunu, oysa Kürtlerin veya Alevilerin kimlik arayışı ve talebinin daha güçlü olduğunu vurguluyor.

'Recep İvedikleşiyor'

Türkiye insanının korkuları ile umutları arasına sıkıştığına dikkat çeken Ağırdır, son 40 yılda 30 milyon dolayındaki insanın daha iyi bir yaşama ulaşmak için şehirlere göç etmesini buna örnek gösteriyor:

"Bir yandan da geldiği kentte yabancılaştığı, ötekileştirildiği, mahallede örselendiği, iş bulmada ya da belli fırsat alanlarına ulaşmada eşitlikten uzak olduğu ortamda sadece yasal değil, psikolojik bariyerlerle karşılaştığı ortamda, 90'ların Şaban'ı gibi, naifçe 'Kent beni içine alsın' diye çabalamaktan vazgeçti, Recep İvedikleşiyor.

"Bir de geleneklerimiz var. Türkiye insanı nehrin kenarına gelmiş, nehrin öbür tarafındaki çayırlığı, vahayı görüyor., oraya geçmek istiyor ama yüzmesinden emin değil. Maharetleri konusunda kendine özgüveni eksik, yüzemezsem karşıya geçemezsem diye bir kaygı, korku yaşıyor, o nedenle de kendi kendini bu taraftaki bir ağaca bağlayarak karşıya geçmeye çalışıyor. Eğer karşıya geçemezsem, geriye dönmeyi başarayım diye. Asıl ikircikli talebi yaratan şey de bu. Buradaki ağaç hukuk değilse, eğer yeni bir ortak yaşam ütopyası değilse, biz olma duygusunda güçlü değerler ve pratikler değilse, o zaman ağaç kendisini daha muhafazakar ve daha emniyette hissedeceği alana doğru biçimleniyor."

Kaynak: BBC Türkçe