SEFER Mİ? ZAFER Mİ? EFOR MU? KONFOR MU? 11.01.2023 Bismillahirrahmanirrahim Allah’a hamd, Resül-i Ekrem efendimize âline ve ashabına salat-ü selam ederiz. Esselamü Aleyküm; Muhterem Okuyucu Kardeşlerim. Boşa koyup dolduramadığımız, doluya koyup aldıramadığımız, bir türlü içinden sıyrılıp selametle açığa kavuşturamadığımız, kısır çekişmelerin, fasit dairenin, patinajın kaynağı başlıktaki sorular. Daha doğrusu başlıktaki sorulara beynimizde ve kalbimizde tatminkar cevaplar oluşturamayışımız.Bu yazı bu cevapları bulmanıza yardımcı olmayı amaçlıyor. Milli Görüş seçmeni 53 yıldan beridir bir şekilde son 20 yıldır ise her seçimde bu ikilemi bir türlü aşamıyor, sürekli tartışıyor. Sakın konuyu hafife aldığımı düşünmeyin. Aksine sistematik bir şekilde uzun zamandır bu konu üzerinde düşünüyor meseleyi yoğuruyorum. Ayet hadisleri vuruşturacak değilim. Siyer-i Nebi’’den kavi deliller sunacak değilim. Zira bu alimlerimizin işi. Bizimkisi işin ruhuyla ve Erbakan hocamızı anlamakla ilgili daha çok . İmdi. Kalite ile kantite, nitelik ve nicelik, zafer ile sefer, süreç odaklılık ile sonuç odaklılık, bugünün değil yüzyılların binyılların ikilemi ve gerçeği. Hep mücadele içinde olmuş bu kavramlar. İktisattaki arz- talep kanunu ile çok yakın bir iltisakı var .Firmalar ya markalaşma yoluna gider, yahut da maliyet liderliğine oynar.Bazısı kaliteden, fiyattan kazanma yolunu seçer, bazısı ise sürümden kazanmayı. İdeoloji ve inanç eksenli partiler her zaman bir teşkilat prensibi içerisinde olur, az olur bizim olur marjinal olur orjinal olur uzun soluklu yaşarlar. Ama kitle partisi oldukları zaman ise bu kalite ve sağlam yapı zaafa düşer. Bu hep böyle olagelmiştir. Nadirattan da olsa hem güçlü hem büyük hem de kaliteyi üstte tutabilmiş kurumlar vardır elbette. Bugün yüzlerce üniversitemiz var ama dünyada ilk 500’e giren bir tane bile üniversitemiz yok, gibi gibi. Çok orjinal şeyler söylemiyoruz aslında, bunlar herkesçe malum şeyler. Peki kim haklı? biz seferden sorumluyuz diyenler mi? yoksa biz zaferden sorumluyuz diyenler mi? Yüzde yüz yeknesak birisi doğrudur diyemiyorum şahsen. Analiz edelim birlikte diyorum.Seferden sorumluyuz diyenlerle başlayalım. Seferden sorumluyuz çünkü; bir işe giriştiğimizde bu işin neticesinin ne olacağını kestiremeyiz, sağlam bir niyet ederiz, mücadelemizi veririz, davamızın Hak olduğuna inanırız, ve asıl kazancın ahirette olduğunu bilir, cüz-i irade ile külli irade kavramlarını çok iyi kavramışızdır, la yükellifüllahi nefsen illa vüs’aha der sonucada üzülmeyiz.Yani tevekkül denizine atlarız huzurla. Bir medeniyet kurmanın zafere ulaşmanın, bir insan ömrüne sığmayabileceğinide görmüşüzdür. tarihte.Yaklaşık 30 yıl önce bir öğrenci iken, öğrenci dergimizdeki bir yazımın başlığı şu idi; “22. yüzyılda tarih dersinde”. Demek istiyordum ki 200 yıl sonrasına gidip o günlerden bu günlere bakarak, bu işler boyacı küpü değil ki akşamdan sabaha mantar çıkar gibi oluversin. Yeniden büyük Türkiye, yeni bir Dünya, D-8’ler, D-60’lar, D-160’lar ne zaman kurulacak bir öngürü yapabilen babayiğit varsa beri gelsin.Burada sorun şu ki seferden sorumlu olmak bizi efor sarfetmemeye, kahvemizi içer seyrederiz moduna, yani yalnızlığın dayanılmaz konforuna, azınlık psikolojisine itiyorsa bence burada bir mantık hatası yapıyoruzdur. Seferden sorumluyuz diye yan gelip yatacaksak ‘’Ümmet’’ diye kendini sorumlu tanımlamış bir topluluğa bu hareket tarzı yakışmaz. Hiç kimseye taviz vermeyelim (majörleri kastetmiyorum) dersek ne zaman çıkacak karanlıklar aydınlığa. Hedefe varacak bütün çabayı sarf edip, ortak paydayı elde edemeyip seferden sorumluyuz tek başına seçime gidiyoruz demek de bu çabalardan sonra ama, son tahlilde saygıdeğer bir karardır. Zaferden sorumluyuz diyenlere gelince; Ne uzuyoruz ne kısalıyoruz, ömür gidiyor, benim ömrüm bir vekil, bakan, başbakan olmaya iktifa etmeyecek mi diye düşünenler, bir zafer yolunun neticesini tahmin etmek istiyorsa zahmet buyurmasın mevcut iktidara bakmaları yeterli. Çünkü Tayyip bey ve tayfası bu kafa ile yola çıkmışlardı. Onca vebal kan ve gözyaşını bugün zafer diye sunanlara tek kelime ile acımak lazım. Ama şuda var dostlar ; memleket hakikaten yanıyor, toprak ayağımızın altından kayıyor, tribünden seyredemeyiz, gerekirse minör tavizler verir, kırmızı çizgilerimize dokundurtmaz, ortak paydalarda buluşur ve güzel vatan için birşeyler yapabilirmiyiz çabası da sizce de gerekli ve kıymetli değil mi? Dedim ya, girmeyeceğim, Medine sözleşmesinden Hudeybiyeden bahsetmeyeceğim. Bunlardan bahsetmeyi haddimi aşmak görüyorum. Hılfül-Fudul’u, Akabe biatlarını, Mekke’nin fethini ehil insanlar anlatıp tahlil etsin bize de ilham kaynağı olarak göstersinler. Zafer mi? Sefer mi? konusu 2018’den önce çok daha rahat bir tartışma alanını bize sunarken 2018’den sonra yeni bir perspektifle hadiseye bakmamızı mecbur ediyor, çünkü aynı rahatlık yok siyasi arenada. Konuyu biraz geriden alalım, birazda siyaset felsefesine girerek. Sosyal bilimler eni konu bir tasniflemeden ibarettir. Bilinen ve sanılanın aksine matematik ile çok ilgilidir sosyal bilimler. Çelik gibi denklem gibi cümleler ister. Matemetikle mantık dersinin iç içe olmasını, eski çağlarda birçok bilim insanının birçok bilim dalını bir sayısal sözel :) demeden bir potada erittiğini unutmayalım. İhtisaslaşma uzmanlık çok büyük keşifler sağlarken bütünleştirmeyi ve muhakemeyi de yok ediyor. Hz. Ali R.A. efendimiz buyururlar ki; “İlim bir nokta idi onu cahiller dağıttı”. Sadede gelecek olursak; sosyal bilimlerden kabul edilen tarih ilmi, tarihi hadiseleri sonradan tasnifler.Tarihi, zamanı anlamaya çalışan tarihçiler sonradan onlara elbiseler giydirip dönemlere ve devirlere ayırır, tarihi hadiseleri anlamaya çalışırlar. Fatih Sultan Mehmet Han “Yarın Ayasofya’da ilk Cuma namazını kılacağız, Ahaliyle birlikte orta çağı kapatıp havayi fişeklerle yeniçağı açacağız’’ demedi şüphesiz. Bu tasnif sonradan yapıldı. Demem o ki; Türk siyasi hayatı bundan on yıllarca sonra ya da mevcut siyaset bilimcilerce şu anda bile muhtemel ki şöyle tasnif edilecek/ ediliyor. Türk Siyasi Hayatı 3 döneme ayrılır; 1)1923-1950 tek partili dönem, 2)1950-2018 çok partili dönem 3)ittifaklar dönemi 2018-... Bunu böyle açık seçik yazıyorum ki konu çok daha iyi anlaşılsın. Bu seçimi bu ittifaklardan birine dahil olma mecburiyetini Saadet Partisi icat etmedi. Küreselcilerin 2002’de başlattıkları dalga boyu yüksek, 2 partinin rekabete sokulup büyütüldüğü amerikanvari siyaset yapma şekli 2018’in rejimininin fragmanı idi. Deniz baykal-Tayyip Erdoğan ikilisinin medya tarafından nasıl pompalandığını şişirildiğini toplumun sadece 2 parti varmış gibi manipüle edildiğini bir hatırlayalım. Diğer partilerin oy oranları doğrultusunda mecliste temsil edilemediği ucube sistemle bugünlere geldik. Hal böyleyken Saadet Partisinin, ben hiçbir ittifaka girmeyeceğim, ben nasıl olsa seferden sorumluyum demesi en hafif tabirle saflık olur. Hatırlayın hocamızın sözünü; Müminlerin emri bil maruf yapabilmesi yönetimde söz sahibi olabilmesi, yüksek atlama sporunu gerektiriyorsa mücahidler derhal bu sporun talimlerine başlamalı’’ Harp araziye göre yapılır diyorsa merhum lider biz neden değişen arazi şartlarını okuyamıyoruz ve idmanlara başlamıyoruz. Kardeşlerim 2018 öncesine göre ittifakları icbar eden ya değilse seni diskalifiye eden bir siyasi yapı var neden anlamak istemiyorsunuz.Topa girip oynamaya çalışmak mı saygıdeğer yoksa küstüm oynamıyorum demek mi? Şu anda Saadet Partisi tepe yönetiminin AKP ile bir ittifaka razı olması onlar açısından çok daha kolay ve konforlu değilmi? Paşa paşa adaylıklarını istedikleri yerden koyarlar ve dünyalıklarını da elde ederler. Ahiret hesabını bir kenara koysa insanlar, AKP ile yol yürümek daha garantili değilmi? Lütfen bir düşünelim. Peki kiminle ittifak? İki ucun ballı değnek olduğunu herkes biliyor. Bir taraftan tecrübe edilmiş denenmiş kul hakkına girmiş ve boğazına kadar vebale batmış bir yapı ki o yapı istişare bilmez ekip takım çalışması bilmez birlikte çalışacak olsak seni dinlemez dominant otoriter bir yapı. Diğer taraftan hepsini geçelim denemeye değer bir ortak payda var. Evet bu paydada değerler zıt, görüşler farklı. Beraber iş yapmak zor ama bu masada uzlaşma var birbirinin inancına saygı var, ortak amaçlarda birleşme var. Bu masaya oturdu diye bu masaya oturanlara küfür var, hakaret diz boyu, her türlü ahlaksız ifadeler var .Bu masada bu büyük mücadeleyi vermek çok zor. Yani asla konfor yok büyük bir efor var. Ve bizde biliyoruz ki zahmetle birlikte rahmet de vardır. Naçizane Erbakan hocamın 40 yıllık mücadelesinden ben şunu anladım.Sağ yada sol, ırkçı ya da muhafazakar farketmez Erbakan hocam iktidarın ucundan bir tırnaklık yer tutabilecek ise hayra motor şerre fren olmak için muazzam bir gayret sarfetmiş hükümette ya da seçim ittifakında yerini almış. Erbakan hocanın hayatında Bahçeli'nin yıllarca sürdürdüğü sarı muhalefet konforunu asla göremezsiniz. Bendeniz böyle okuyorum Erbakan hocanın mücadelesini. CHP ile de ,Milli cephe hükümetleri ile de, 91’de MHP(MÇP) ile de 97’de DYP ile de iş tutmuş büyük hizmetler yapmış.”Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz de davamdan vazgeçmem“ diyen yüce Nebi’nin hayatını çok güzel hazmetmiş ve bu ülkeye aldığı oy oranlarının 10’lar 100’lerini katlayan en hayırlı hizmetleri yapmış. Konu bu derecede ortada ve muhayyer iken bağlı kurullar ve ehil insanlar ile istişaresini yapmış ve bu danışma sonucu tercihini kullanmış bir genel başkana tabi olmak gerekmez mi? Arkasında durup destek vermek gerekmez mi? Elini güçlendirip masada daha kuvvetli durmasını sağlamak gerekmez mi ? Lider ile takipçileri arasındaki bağı güven duygusu belirler. Liderine güvenen fertler ona bir serbestiyet ve inisiyatif alanı tanırlar. Son cümle; Bendeniz Temel Başkanımızın “Son Tanık” kitabındaki anlatılan hayatına, duruşuna , mücadelesine güveniyorum.Erbakan Hocamıza sadakatine İslami hassasiyetine vakarlı duruşuna inanıyorum. Rabbim camiamızı rızasından kılın kırkta biri kadar bir mesafe bile ayırmasın. Vesselam Veddua..