ANA KUCAĞI (!) Öncelikle, anne ve babasına birer imtihan olarak verilen, topluma ise derinden bir sorumluluk duygusu atfedilen özel gereksinimli bireylerimizin bu özel günlerini en içten duygularımla kutluyor, yarınlarında ise toplumsal ayrıştırmalardan uzak, daha müreffeh (Refah, huzur, mutluluk.) bir sosyal hayat içerisinde yaşamlarını sürdürebilmelerini temenni ediyorum. Toplumun en küçük birimini oluşturan ailede çocuğun varlığı önemli bir yere sahiptir. Her anne ve baba adayı doğacak çocuğunun sağlıklı, akıllı ve başarılı olmasına dair beklenti içerisinde olması muhakkaktır. Çocuğa ilişkin bu beklenti, anne ve babanın kendisini ve çocuğunu nasıl algıladığına bağlı olarak farklılık göstermesi gayet doğaldır. Hiçbir anne ve baba farklı ya da özel gereksinimlere haiz bir çocuğa sahip olabilme duygusu ile anne ya da baba olmaya hazırlanmaz; aksine bu gibi bir düşüncenin ya da kaygının varlığı bile birçok anne baba adayını huzursuz eder. Ebeveynler sağlıklı bir çocuğun doğumunu beklerken özel gereksinimli bir çocuğun doğumuyla büyük bir hayal kırıklığı yaşamaları kaçınılmaz olabilir. Böyle bir çocuğun doğumuyla anne ve baba karmaşık duygular yaşayabilmekte, ne yapacaklarını, kimden yardım alacaklarını, nereye başvuracaklarını ve daha da önemlisi, böyle bir çocukla nasıl yaşayabileceklerini bilememektedirler. Bu cümleden olarak, literatürde “dezavantajlı gruplar” olarak ifadesini bulan ve belirli özelliklerden dolayı toplumsal ve ekonomik yaşama tam anlamıyla katılabilme şansı bulunmayan gruplar için kullanılan spesifik bir kavram olduğunu açıkça belirtebiliriz. UNICEF’e göre ülkemizde dezavantajlı gruplar; engelli çocuklar ve gençler, az gelişmiş bölgelerdeki ve kırsal kesimdeki çocuklar ve gençler, romanlar, çatışma ortamındaki çocuklar ve gençler, uluslararası göçmenler ve dezavantajlı tüm diğer gruplar olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de ÖGB içerisinde tanımlanan, zihinsel yetersizliği olan bireylerin aileleri ile yapılan araştırmalarda ailelerin yaşadığı birçok sorun saptanmıştır. Bu sorunlardan bazıları; maddi sorunlar, toplumun bakış açısından rahatsız olma, çevreleri ile iletişim kurmakta güçlük çekme, çocuğa ilişkin sürekli yaralanma/kaza korkusu yaşama, çocuğun geleceğinden kaygı duyma, çocuklarının engeli nedeniyle suçluluk duygusu yaşama, tedavi sürecinde zorlanma ve çevrelerinden sosyal destek görmemedir. Bu durum, her açıdan tükenmişlik seviyesinde olan ailelerin ve özellikle annelerin kaygı düzeyini arttırmakta, kendilerini yalnız ve izole edilmiş hissetmelerine neden olmaktadır. Özel gereksinimli bir çocuğun aileye katılımı, ailenin yaşam tarzında değişikliklere yol açmakta, travmatik etkiler yaratabilmekte ve ailenin mevcut düzenini olumsuz yönde değiştirebilmektedir. Konu ile ilgili yapılan araştırmalarda, özel gereksinimli çocuğa sahip ebeveynlerin normal gelişim gösteren çocuk sahibi ebeveynlere göre daha fazla stres altında oldukları ve kaygı düzeylerinin daha üstlerde seyretmekte olduğunu göstermektedir. Sağlıklı çocuk beklentisinin yıkıntısı ve bunun sonucu olarak ailenin çocuğu kabullenmekte, duygusal bunalımı atlatmada ve çocuğun durumunun çevredeki kişilere açıklanmasında çekilen zorluk; çocuğun durumuna ve özelliklerine ilişkin elde edilen bilginin yetersizliği; bu yetersizliğin yol açtığı sağlık sorunlarıyla başa çıkma çabaları, stres yaratan en önemli etmenler arasındadır. Bunun yanında çocuğa karşı çevrenin gösterdiği olumsuz tutumlar ve yakın çevrenin aileden uzaklaşması ve çocuğun geleceğine ilişkin duyulan kaygı da stresi arttıran önemli etmenler arasında gösterilebilir. Bazı aileler özel gereksinimli çocuğun doğumuyla başlayan bu stresli duruma uyum sağlamada zorlanırken, bazıları etkili başa çıkma yolları kullanarak stresli durumdan dinginliğe geçiş yapabilmektedirler. Bir başka ifadeyle, yaşadıkları tüm zorluklara rağmen yaşamlarını devam ettirerek, yetersizliğin yol açtığı bu güç durumun altından başarıyla kalkabilmektedirler. Sosyal normlar çerçevesinde anneler, çocuklarının temel yaşamsal ve gelişimsel gereksinimlerinden birincil sorumlu olarak görülmektedirler. Bu nedenledir ki ÖGÇ sahibi anneler, aileyi manen ayakta tutan Allah’ın can verdiği bedenleri koruma görevi üstlenen, onlara kendinden daha iyi bakan dünyadaki en güvenilir limandır ve çocukları için bu dünyada hep endişe içerisinde yaşamını sürdüren kanatsız meleklerdir (!) Ana kucağı ise özel gereksinimli bir çocuk için dünyadaki en güvenilir yer olsa gerek. İlham Alınan Kaynaklar: Atuğ-Özsoy, S., Özkahraman, Ş., & Çallı, F. (2006). Zihinsel engelli çocuk sahibi ailelerin yaşadıkları güçlüklerin incelenmesi [Review of hardships undergone by families with mentally retarded children]. Aile ve Toplum, 8(3), 69-77. Akdoğan, R. (2016). A holistic approach to cope with depression and hopelessness for parents of special needs children. İnternational journal of Early Childhood Special Education, 8(2), 134-150. doi:10.20489/intjecse.284594 Cavkaytar, A. & Özen, A. (2010). Aile katılımı ve eğitimi. G. Akçamete (Ed.) Özel Eğitim içinde (s. 169-202). Ankara Kök Yayıncılık. Çiftçi Tekinarslan, İ. (2010). Aile Eğitimi. N. Baykoç (Ed.). Özel Eğitim içinde, (s. 91-109). Ankara: Gündüz Eğitim Yayıncılık. Metin, E. N. (2012). Özel gereksinimli çocuğun aileye katılımı. E. N. Metin (Ed.) Özel gereksinimli çocuklar içinde. Ankara: Maya Akademi. Patterson, J. (2002). Integrating family resiliense and family stres theory. Journal of Marriage and Family, 64, 349-360 Tezcan, M. (1993). Eğitim sosyolojisinde çağdaş kuramlar ve Türkiye [Comtemporary theories in sociology of education and Turkey]. Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi. UNICEF (2018a). Erişim Tarihi: 3 Haziran 2018 http://unicef.org.tr/sayfa.aspx?id=33&mnid=65d=1&dil=tr Yazar: Eğitimci Sosyolog/Aile Danışmanı/ Çocuk Gelişim Uzmanı Nihal TAŞCI