Güçlü Bir Toplumun Temel Değeri Ailedir Aile, insan aklında bazı dinî, sosyal ve hukûkî kavramlara hayat veren sosyal içerikli bir kelimedir. İlk çağlardan itibaren aile en korunaklı kurum olmuş, tüm inançlarda kutsal kabul edilmiştir. Günümüzde ise büyük tehdit altındadır. Küresel güçler sömürü emellerinin önündeki en büyük engel gördükleri aileye yönelik tüm dünyada kendi siyasi, sosyal, ekonomik ifsat politikalarını dayatılmakta ve bugün aile kurumu çetin bir süreçten geçmektedir. İslam aileyi neslin devamı açısından önemli bir sığınak, mukaddes ve korunması gereken bir kurum olarak görmektedir. Ailenin temeli iki karşı cinsin bir araya gelerek gerçekleştirdikleri nikah akti ile kutsal bir bağ oluşturarak atılır ve öylece toplumun özü sayılan bu küçük kurumun meşru hale gelmesi sağlanır. Gayrimeşru sebeplerle bir araya gelen insanların meydana getirdiği topluluklar aile olarak kabul edilmez. Zira bu birlikteliğin temeli nikaha dayanmamaktadır. İslam dini, ahlaksızlık olarak kabul edilen zina, fuhuş ve her türlü gayrimeşru münasebeti haram saymış ve men etmiştir. BEŞ TEMEL HAKTAN BİRİ DE NESLİN KORUNMASI HAKKIDIR İmam Gazâlî tarafından Kuran ve Sünnet doğrultusunda geliştirilen, insanlık için zaruret halini alan Beş Temel Hakkın Korunması (Zarurât-ı Dîniyye) -ki bunlar; din emniyeti, can emniyeti, akıl emniyeti, nesil emniyeti ve mal emniyetidir- esastır. Nesil emniyeti; neslin devamı ve sağlıklı olabilmesi için önce aile kavramının toplumda yerleşmesi ve aileyi koruyucu, geliştirici çalışmaların olmasıyla mümkündür. Güçlü toplumun temel değeri ailedir. Sağlıklı ve güçlü aileler sağlıklı ve iyi yetişmiş nesillerden oluşur. Aileyi dağıtıcı, nesli bozucu zina, fuhşiyât ve sapkın hastalıkların önüne geçilmelidir. GÜNÜMÜZDE AİLE GEREKTİĞİ GİBİ KORUNMAKTA MIDIR? Aile zaman içinde sosyolojik olarak birtakım değişimlerden geçmiştir. Sanayi Devrimi sonrasında kadın iş gücüne iştirakiyle geniş ailelerden çekirdek ailelere doğru bir evrilme yaşanmıştır. Kadınların aktif olarak iş hayatına girmeleri, kadın hareketleri, eğitim olanakları ve benzer sebeplerle, kadınlar iş dünyasının bir öğesi olmuşlardı. Türkiye'de 1950'lerden sonra kırsaldan büyük şehirlere göçün artması, kadınların ekonomik alanda istihdam edilmesiyle birlikte geleneksel aile modelinden uzaklaşılmaya başlanmıştır. Kadınların ''birey'' olarak iş hayatına katılması ve bununla birlikte çıkartılan yasalar aile yapısında önemli değişiklikler meydana getirmiş, aile bağları gevşerken Müslümanlar, alimler, toplum önderleri bunu kabullendiler maalesef. Kadınların çalışmasına elbette itirazımız olamaz. Haddizatında öyle bir hakkımız da yok. Asıl üzerinde durulması gereken konu, kadınların çalışma hayatının kadının inancına ve aile yaşamına göre şekillendirilmesidir. Bu bağlamda kadının iş hayatında bulunmasına dair çıkartılan yasalar yeniden ayarlanarak, kadının iş gücünün azaltılarak çocuklarına ailesine daha fazla vakit ayıracağı bir şekle getirilmeli, kadını çalışma hayatının dişlileri arasında ezilmesi önlenmelidir. Bugün bu sağlanabilmekte midir? Dönüp dolaşıp feminizmin çıkış noktasına tekrar dönmek zorunda mı kalacak bugünün kadını? AİLE MÜESSESESİNİ YOK SAYAN YASALAR Aile için en büyük tehlike olan zina bugün suç kapsamında bulunmamaktadır. 1926 tarihli 765 sayılı eski Türk Cezâ Kanunu’nun 440. maddesinde kadınlar, 441. maddesinde de erkekler için zina suçunu düzenliyordu. Fakat 1996-1998- 1999 yapılan birtakım değişiklikler ile Anayasa Mahkemesi ''eşitlik'' ilkelerine aykırı bulduğu bu iki madde olmak üzere 144. maddeye değin zinayı suç olarak niteleyen hükümlerinin iptaliyle yürürlükten kaldırmış, yasal boşluk ortaya çıkmıştı. 2004 yılında “Türk Caza Kanunu reformu” görüşülürken kamuoyu çağrılarına, ikazlara karşın, AB’ye tam üyelik hevesiyle evvela Meclis komisyonunda görüşülen “zinayı yasaklama çalışmaları” durdurulmuş akabinde zinanın suç sayılması gündemden kaldırılmıştı. Dönemin başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan Eylül 2004’te gittiği Brüksel’den telefonla “zinayı suç sayan ibârenin yasa metninden çıkarılması” emrini vermiş, Avrupa Parlamentosu Başkanı ile ortak basın toplantısında zinanın suç sayılmasıyla alakalı, “Bizden sonra ne olur onu bilmem, ama biz iktidardayken (zinanın yasak sayılması) bir daha gündeme gelmez” teminatını vermişti.[24,09.2004 Sabah Gazetesi] Kısacası, Ak Parti hükûmetinin hazırlayıp 26 Eylül 2004’te iktidar oylarıyla Meclis’ten geçen, 12 Ekim 2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak Haziran 2005’te yürürlüğe giren TCK’nın 227. maddesiyle zina yasalarda suç olarak tanımlanmamıştır. DERT BİR DEĞİL ELVAN ELVAN İstanbul Sözleşmesi kaldırılmış olsa da(kaldırılma konusu ihtilaflıdır) ilgili yasalar yürürlüktedir. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi(CEDAW) 1979 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından onaylanmış, 1981'de yürürlüğe girmiştir. Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanmış, 1986'da yürürlüğe girmiştir. Aile reisliği gibi kadim tarihimizden yana devam eden ve inancımızda var olan 'KAVVAM' kavramı erkekten alınarak aile içinde paylaştırıldı. Türk toplumunun aile yapısına uymadığı halde çıkarılan Yeni Türk Medeni Yasası'ndaki ''Birliği eşler beraberce yönetirler'' ilkesi çift başlılığa neden olmaktadır. Medeni Kanunda yapılan değişiklikler ile birlikte son zamanlarda en ufak bir soruna dahi mahkemede çözüm aranır hale gelindi. Kadın erkek münasebetlerini düzenlemek o toplumu, o toplumun dinini yeniden tasvir etmek demek değil midir? ÇOCUĞUN TERBİYESİNDEN BABA SORUMLUDUR Çocuğun terbiyesinden normalde annenin sorumlu olduğu zannedilse de, İslam'da aile içinde terbiye edici(kavvam)erkektir. Çocuğun sorumluluğu ve terbiyesi babanın sorumluluğu altındadır. Maide Suresi 5. ayette Müslüman erkeğe ehl-i kitap kadınların helal kılındığı bildirilmektedir. İslam'da çocuğun terbiyesinden kadın sorumlu olmuş olsaydı Allah CC Müslüman erkeklerin ehl-i kadınlarla evlenmesine müsaade eder miydi? Bu demek değil ki çocuğun terbiyesinden sadece baba sorumludur. Elbette annede gereken özeni gösterecek ve çoğunu en güzel şekilde yetiştirecektir. Tarihe mâl olmuş, büyük şahsiyetler genellikle ilk eğitimi babasından almış kişilerdir. Bununla birlikte günümüzün çalışma şartları babanın çocuklarıyla ilgilenmesini imkan vermemektedir. Daha vahimi artık annenin de çocuğuyla alakadar olmasına izin vermiyor. Öylelikle çocuğun edebinde ailenin saf dışı bırakılmasıyla egemenlerin kontrolünün dışında kalan son alan da işgal edilmiş oluyor. ZARARLI YAYINLARLA AİLEYİ İFSAT EDİLMEKTEDİR Toplumun düzenini devletin yaptırımlarıyla kuvvetlendiren hukuk yasaları hasebiyle cemiyetin yaşam nizamını kanunlar belirlemektedir. Günümüzde küreselleşme ile birlikte kültürel yozlaşma meydana gelmektedir. Bir tarafta İnternet diğer yandan TV'ler, başta aile kurumu olmak üzere toplum üzerinde büyük bir yıkım meydana getirmektedir. Öyle ki kadın programı sunucuları dahi ''İyi ki öğrendiniz uzaklaştırma almayı'' diyerek hemcinslerine serzenişte bulunmaktadır. Önce teşvik edip sonra şikayet etmek de bizim topluma özgürdür sanırım. Velhasıl dindarlar, kadın üzerinden değişime uğratıldı. Konferanslarla, STK faaliyetleriyle, dizilerle, kadın programlarıyla yeni bir kadın-erkek ilişkisi öne çıkarıldı. Böylece kadının toplumdaki rolü değiştirildi ve geleneksel aile yapısı muhafazakarlar eliyle hızla dönüştürüldü, sekülerleşdi. İSLAMSIZ SAADET OLMAZ Dindarlar ahlaki üstünlüğünü yitirdiler, zamanla eleştirdiklerine dönüştüler ve ahlaki iddialarına yabancılaştılar. Politik mevki, maddi kazanç elde ettikçe kendilerine has bir dindarlık meydana geldi. İbadet ağırlıklı olmasına rağmen ahlakı umursamayan, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, liyakatsizliğe farklı sebepler öne sürerek sessiz kalan bir zümre oluştu. Yeni yetişen nesiller ise bu durum karşısında doğal olarak tepki veriyor ve maalesef hızla İslam'dan uzaklaşıyor. Durum böyleyken müslümanlar dinden uzaklaştıkça ahlak, namus, doğruluk, dürüstlük, fazilet, aile ve benzer kavramları da kaybetmektedirler. Ailenin korunmasına yönelik yapılması gereken ilk şey kendi kavramlarımızı iyi bilmek, etkin kullanmaktır. Hayatımızda kullandığımız kelime ve kavramlardan başlayarak kendi kavramlarımıza dönmeye mecburuz. Ahlak, hak, adalet, iffet, fıtrat, nesil ve diğer kavramlar yeniden topluma kazandırılmalıdır.Avrupa Birliği normları gibi aile yapısını bozan politikalardan hızla uzaklaşılmalı ve kendi inancımız, kültürümüze yönelik, yeni nesli kucaklayacak yeni bir milli eğitim politikası, yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Selam ve dua ile... Nazmiye Gülbaş Maaile Dergi 74. sayı