Türk Ailesi Sarsılıyor: Zinanın TCK’dan Çıkarılmasının Çok Boyutlu Toplumsal Faturası

Türk Ailesi Sarsılıyor: Zinanın TCK’dan Çıkarılmasının Çok Boyutlu Toplumsal Faturası

​Analiz | 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’ndan (TCK) sadakatsizliğin (zina) suç olmaktan çıkarılması, sadece bir yasal madde değişikliği olarak kalmadı. Devletin cezai alandan çekilmesiyle oluşan boşluk, hukuki, sosyolojik, manevi ve ekonomik alanlarda derin yarılmalar oluşturarak Türk aile yapısını bir krizin eşiğine getirdi. Boşanma oranlarında yaşanan patlama, ahlaki ve psikolojik eşiği düşürdü. Medeni Hukuk, ağır ekonomik faturalarla sonuçları yönetmeye çalışsa da asıl çözümün manevi temelli, bütüncül ve önleyici sosyal politikalarda yattığı tartışmasızdır.

​I. Hukuki Geri Çekilme: Manevi ve Psikolojik Eşiğin Gevşemesi

​2004’teki bu karar, uluslararası normlara uyum ve Anayasa Mahkemesi kararı zemininde gerçekleşmiştir. Ancak bu hukuki düzenleme, aynı zamanda toplumun evlilik birliğine dair asırlık manevi ve ahlaki mutabakatının, devlet yaptırımı düzeyinde resmî olarak askıya alınması anlamına gelmiştir.

​Sosyal bilimciler ve ilahiyatçılar, cezai tehdidin kalkmasının iki kritik etki oluşturduğunu belirtmektedir:

​Manevi Boyut (Toplumsal Algı Gevşemesi): Bireyler nezdinde, sadakatsizlik eyleminin imanî sorumluluk ve günah olma ağırlığına dair toplumsal algı gevşemiştir. Hukuki caydırıcılığın kalkması, "haram" kavramının sosyal hayattaki etkisini zayıflatan bir zemin hazırlamıştır. İslamiyet’in zinaya karşı kesin tavrı Kur'an-ı Kerim'de, "Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, açık bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (İsrâ Sûresi, 32. Ayet) şeklinde ifade edilmektedir. Hukukun cezai alandan çekilmesi, bu ilahi emrin toplumsal ve kamusal alandaki görünürlüğünü ve caydırıcılığını ciddi biçimde zayıflatmıştır.

​Psikolojik Boyut (Eşiğin Düşmesi): Sadakate aykırı davranışın yaptırımsız kalma ihtimalinin artması, bireylerin eylemi gerçekleştirme noktasındaki psikolojik eşiğini düşürmüş ve evlilik dışı ilişkilerin normalize edilme sürecini hızlandırmıştır.

​II. Sosyolojik Fatura: Boşanmalarda Patlama ve Gerçek Sebep

​Sadakatsizliğe yönelik cezai tehdidin kalkmasının hemen ardından boşanma oranlarında gözlemlenen dramatik artış, toplumsal çözülmenin en somut ve sayısal göstergesidir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri, boşanma sayılarının yirmi yıllık süreçte %108’in üzerinde artışla, 2004 yılındaki yaklaşık 90.000 seviyesinden, 2024 tahmini verilerinde 187.343'e ulaştığını göstermektedir. Ayrıca, boşanmaların \%33,7'sinin evliliğin ilk beş yılı içinde gerçekleşmesi, evlilik birliğindeki kırılganlığın derinleştiğini kanıtlamaktadır.

​Bu istatistiksel durumun ardındaki gerçek sebep, hukuki manevralarla gizlenmektedir. Sosyolojik araştırmalar, aldatmanın boşanmaların ardındaki gerçek sebepler arasında \%14,1 gibi yüksek bir paya sahip olduğunu ortaya koyarken, resmî istatistiklerde zina davası oranının düşük kalması tamamen hukuki bir stratejidir. Türk Medeni Kanunu'ndaki (TMK) zina tanımının katı ispat şartları (cinsel birleşme zorunluluğu) nedeniyle, avukatlar davaları stratejik olarak ispatı kolay olan "Evlilik Birliğinin Temelden Sarsılması" (TMK m. 166) maddesine dönüştürmektedir. Böylece, ailedeki en ağır sosyolojik ve manevi yıkım, hukuki istatistiklerde genel bir "geçimsizlik" başlığı altında gizlenmektedir.

​III. Ekonomik Yaptırımlar: Sonuçları Yönetme Çabası

​Cezai yaptırımın kalkmasıyla oluşan boşluğu, yargı sistemi bu kez Medeni Hukuk üzerinden uygulamaya koyduğu ağır ekonomik yaptırımlarla telafi etmeye çalışmaktadır. Yargı, sadakatsizliği tartışmasız şekilde "en ağır kusur" kabul ederek, manevi ve maddi yıkımın bedelini kusurlu eşe yüklemektedir. Bu durum;

​Yüksek manevi tazminat (TMK m. 174/2) ödeme yükümlülüğü,

​Ağır kusurlu eşin yoksulluk nafakası talep etme hakkını kaybetmesi,

​Hâkim kararıyla mal paylaşımındaki artık değere katılma payı oranının azaltılması (TMK m. 236/2)

​gibi ağır sonuçlara yol açmaktadır. Bu ekonomik tedbirler, hukukun sadakatsizliğe karşı sert durduğunu gösterse de çözümün yalnızca sonuçları yönetmekten ibaret kaldığını kanıtlamaktadır. Ayrıca, 2024 tahmini verilerine göre 186.536 çocuğu etkileyen bu boşanmalar, nesiller arası travma ve çocuk refahı kaybı gibi uzun vadeli sosyoekonomik maliyetleri de beraberinde getirmektedir.

​IV. Bütüncül Çözüm: Önleyici Politikalar ve Manevi Rehberlik Zorunluluğu

​Türk aile yapısının sürdürülebilirliği için, sadece hukuki ve ekonomik sonuçları yönetmek yerine, bütüncül ve önleyici bir sosyal politika dönüşümü elzemdir. Aile kurumunu ceza korkusuyla değil, güçlü manevi temeller ve profesyonel destek sistemleriyle korumayı merkeze alan bir yaklaşım benimsenmelidir.

​Bu kapsamda kritik çözüm önerileri şunlardır:

​Manevi ve Sosyal Boyutta: Evlilik öncesi süreçte, sadakat, aile içi iletişim ve kriz çözümü konularında manevi değerleri ve sosyolojik gerçekleri içeren profesyonel eğitimlerin zorunlu kılınması gerekmektedir. Bu, toplumsal ve manevi eşiği yükseltme amacını taşımaktadır.

​Hukuki ve Kurumsal Boyutta: Boşanma davası öncesinde, lisanslı psikologlar, sosyal hizmet uzmanları ve manevi rehberler katılımıyla zorunlu arabuluculuk mekanizmalarının kurulması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir. Bu sistem, kriz yönetimi ve aile birliğini onarma hedefine odaklanmalıdır.

​Hukuki İyileştirme Boyutunda: Türk Medeni Kanunu'ndaki zina maddesinin, güven sarsıcı davranışları (duygusal aldatma vb.) da kapsayacak şekilde genişletilmiş yorumlarla yeniden ele alınması ve Yargıtay içtihatlarının yasal zemine oturtulması, adaleti ve kusur tespiti hassasiyetini güçlendirecektir.

​Toplumsal Bilinç Boyutunda: Sadakatsizliğin aile, toplum ve birey üzerindeki yıkıcı etkilerini anlatan, manevi ve sosyal sorumluluğu vurgulayan, kurumsal destekli (Diyanet, Aile Bakanlığı) eğitim ve farkındalık kampanyaları ile sorumluluk bilincinin derinleştirilmesi hedeflenmelidir.

​Sonuç

​Zinanın TCK’dan çıkarılmasıyla oluşan çok boyutlu boşluk, Medeni Hukuk’taki maddi yaptırımlar ve istatistikleri çarpıtan maddelerle sağlıklı bir şekilde kapatılamamıştır. Boşanma oranlarındaki keskin artış ve sadakatsizliğin istatistiklerdeki gizli ağırlığı, Türk aile yapısının derin bir krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu krizin aşılması, yalnızca hukuki düzenlemelerle değil; manevi, sosyal, hukuki ve ekonomik boyutları kapsayan bütüncül bir yaklaşımla mümkündür. Kamu otoritelerinin ve sivil toplum kuruluşlarının görevi, toplumsal maliyeti her geçen gün artan bu çözülmeyi durduracak kararlı adımları acilen atmaktır.